Bende dalak sağlam, mideme el attırmadım çakı gibi askerliğimi yaptım ayrıca şefkat eksikliğim de yok!

’Sizinle röportaj yapabilir miyim?" Budur. Ahmet Arsan’ın e mail’e gönderdiğim 4 kelime budur.

Yanıt ne oldu dersiniz? :) Evet, gülme işareti... Yüz buldum, 11 kelime daha yazdım: "Aynı ilavede yazdığımıza göre, bana torpil geçersiniz, ilk röportajı bana verirsiniz..." Sonra arkadaşlar, bir MSN adresi geldi. Anlayacağınız ben, kimilerinin Ahmet Hakan olduğunu iddia ettiği Hürriyet Pazar’ın yeni yazarı Ahmet Arsan’la bu söyleşiyi, MSN üzerinden yaptım. Onu hiç görmedim, kim olduğunu bilmiyorum. Sonra düşündüm, önemi var mıydı, onun kim olduğunu bilmemin. Bence yoktu. Adamın kim olduğunu bırakın, tespitlerine bakın... Ben öyle yaptım. Soruları hiç sektirmeden yanıtladı. Çok hızlı ve espriliydi. Sadece bir kere, "Kahve alıp geliyorum, 5 dakika ara" diye yazdı. Bu kadar.

Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?/images/100/0x0/55ea347ef018fbb8f8714227

- Sizlere "bizimkileri" anlatmaya çalışıyorum. Çok keyifli insanlardır "bizimkiler." Sıkıcı değillerdir. Belden aşağı fıkralar anlatmaya bayılırlar. Yakası açılmadık şakalar yaparlar. Çok sık aşık olurlar. Her üç İslamcıdan dördü şairdir mesela! Bazısı, bir üstada bağlanıp rahat eder, bazısı hep isyankardır. Bazısı çekingendir, bazısı girişken. Yanlış anlaşılmasın, size Çin Mahallesi’ni anlatmıyorum. Aslında sizin mahalle de bizim mahalleden aşağı kalmaz. Keşke, bizim mahalleye sizin mahalleyi anlatan bir Ahmet Arsan çıksa da neşemizi bulsak...

Yani ait olduğunuz mahalleyi bize, "içeriden" anlatıyorsunuz...

-Evet öyle yapıyorum.

Onları bize ispiyonluyor musunuz!

-Ne münasebet! Şefkatle, merhametle "içeriden" anlatıyorum. Gülümseyerek. Bazen gururla. Bazen "Bakın bizde neler var" tavrıyla. Tuhaflıkları gösterme çabasıyla...

Peki niye yapıyorsunuz bunu?

-Aslında... Bu mahalleye sağır kalmayın diye yapıyorum. Bu mahallede açan bin çiçekten haberdar olun diye yapıyorum. Burayı biraz tanıyın istiyorum. Öbür dünyaya ait olduğunu sandığınız bir mahallenin, aslında ne kadar da bu dünyaya ait olduğunu görün istiyorum. Buralarda, sizin sandığınız gibi bir ordu disiplini olmadığını fark edin istiyorum. Buradaki zaaflardan, erdemlerden, günahlardan, fedakarlıklardan, görgüsüzlüklerden, zıpırlıklardan, ihtiraslardan, tamahkarlıklardan, kanaatkerlıklardan haberdar olmanızı istiyorum. Böylece biraz rahatlayabilirsiniz, hem de korkularınızı yenebilirsiniz.

Belki de böyle ulvi misyonlarınız yok...

-Var, var.

Belki de Hürriyet Pazar’da kendinize ancak böyle köşe bulabildiniz! Olamaz mı?

-Olabilir. Şöyle diyelim: Hürriyet Pazar’da bana köşe açanları neyin motive ettiğini az çok biliyorum. Benim motivasyonumla onların motivasyonu örtüşecek mi, bekleyip göreceğiz.

DİNSELLİK VE CİNSELLİK HER ZAMAN SATAR

Peki bu yazıların bir alıcısı var mı?


-Olmaz mı? Nokta dergisinin "dinci gençlik" kapağından beri sert ve acı gerçek şudur: Memleketimizde "dinsellik" ve "cinsellik" her zaman satar!

Sizi kim okuyor?

-Of işte en büyük sorunum bu! Ben sizin mahalleye yazıyorum ama bizim mahalle "Bakalım bu hergele bizimle ilgili neler yazmış" diye Hürriyet Pazar’ın arka sayfasına üşüşüyor.

Size kızmıyorlar mı?

-Kızmazlar mı? Kızıyorlar. Hem de nasıl... Bizimkiler ne kadar etkinlik alanlarını genişletirlerse genişletsinler, ne kadar büyürlerse büyüsünler, ne kadar güçlenirlerse güçlensinler, eski alışkanlıklarını, eski korkularını, eski yaklaşımlarını terk edemiyorlar. İliklerine kadar işlemiş bir "getto psikolojisi" var bizimkilerde. Bir aşiret duyarlılığı.

Bu yüzden mi içlerinden birinin çıkıp, kendilerine ait olmayan bir platformda kendilerinden söz etmesine bozuluyorlar...

-Evet. Bunu yapana "Askeri üslerle ilgili krokileri karşı tarafa satan casus" muamelesi yapıyorlar. "Sırlarımızı ifşa ediyor!" diye sinir oluyorlar.

Haksızlar mı?

-E tabii. Böyle bir girişime çok daha zekice karşılıklar verebilirler. Mesela Yeni Şafak, bu mahallenin Ahmet Arsan’ını bulsa, "Bunlar ne yer, ne içer? Nerelere takılır, nasıl insanlardır" diye bir köşe açsa, hem en fiyakalı, hem de en eğlenceli cevap verilmiş olmaz mı? Galiba bizim mahalle espri potansiyelini ortaya koyamıyor. Böyle bir sorunları var. Ben buradan onlara, "karşı casusluk" girişiminde bulunmalarını öneriyorum.

O zaman bunlar, "Yok aslında birbirimizden farkımız" yazıları mı?

-Evet, üzerine bastınız! Birbirine uzak iki mahallenin, aslında ne kadar da birbirine benzediklerini kanıtlamaya çalışıyorum.

Şimdi camiada "eşi başı açık" adamlara

ihtiyaç duyulmaya başlandı

"Artık tesettürsüzle evlenmek moda" diyorsunuz. Nereden biliyorsunuz? Birkaç örnekten yola çıkıp genelliyor musunuz?

-Hayır, genellemiyorum. Havayı yakalıyorum. Eskiden, "Eşi başı açık" bir adamın camianın derinliklerine dalması pek mümkün olmazdı.

Neden?

-Öyle işte. O adamdan kuşku duyulurdu. Hep mesafeli bir ilişki kurulurdu. Bu yüzden eskiden "başörtülü eş", camianın olmazsa olmazı idi. Ama şimdi "eşi başı açık" adamlara ihtiyaç duyulmaya başlandı. Artık yadırganmıyor eşi başı açık eş. Mesele budur.

Siz içinden çıktığınız mahalleyi gerçekten tanıdığınızı düşünüyor musunuz? Artık tam içinde değilsiniz ya, bir süre sonra size de yabancılaşmaya başlamaz mı?

-Benimki tabii ki biraz da "Ahmet Arsan’ın gözüyle o mahalle". Bir başkası yazsa, belki de bambaşka bir mahalle portresi çıkacak ortaya. Yani hem tek tip bir mahalle yok, hem de tek tip bir bakış yok. Yani burada ekmek çok! Gazetelerde "Kim bu Ahmet Arsan?" geyiği çevrileceğine, herkes kendi meşrebine göre bir Ahmet Arsan bulsa, daha "faideli" bir iş yapılmış olmaz mı?

Peki siz, Ahmet Hakan’ın izinde yürümüyor musunuz?

-Ben varken, o yoktu. Dolayısıyla benim izimden yürüyen odur!

Kızmayın ama onu okumak varken sizi niye okuyalım? Aslı varken, "çakma"sını n’apalım?

-Valla, bende dalak sağlam! Mideme de el attırmadım. Çakı gibi askerliğimi yaptım. Ayrıca şefkat eksikliği de yok bende...

Siz onu kıskanıyorsunuz!

-Ne alakası var. Ben rekabete inanırım. Hem durun yahu, şunun şurasında daha iki hafta oldu başlayalı. Biraz zaman geçsin bey mi yaman, el mi yaman anlaşılır!

Bizimki galiba Türk Matbuat Tarihi’nin

en başarısız takma adla yazma girişimi oldu

"Şu aralar Hilal ve Başak konutlarında oturmayı tercih ediyor bizim kesim" diyorsunuz ya... Neden toplu halde oturmayı tercih ediyorlar? Kendilerini öyle daha mı rahat hissediyorlar?

-Bizimkilerin aynı mahallede oturmayı tercih etmelerinin, sizinkilerin Beykoz Konakları’nı ya da Kemer Country’yi seçmelerinden hiçbir farkı yok.

Korkak olduğunuz için mi ortalığa çıkmıyorsunuz?

-Ortaya atılan "Ahmet Arsan, aslında Ahmet Hakan’dır" türü dedikoduların ardından kendi kendime "Bizimki galiba Türk Matbuat Tarihi’nin en başarısız takma adla yazma girişimi oldu" dedim. O kadar. Ötesini kurcalamadım. Neden mi ortaya çıkmıyorum? Ahmet Hakan çıktı da ne oldu? Adamın dalağından girip midesinden çıktılar. Siz olsanız, korkmaz da ne yaparsınız?

Nişantaşı’na yolunuz sık sık düşer mi? Yoksa siz de House Cafe kuşu musunuz...

-Fehmi Koru’nun "Ben muhazakar kesimin ilk Nişantaşılısıyım" açıklamasının ardından Nişantaşı düşmüştür! Bir anlamı kalmamıştır o semtin. Gerçi yine de bazen gidiyorum. Ahmet Hakan için "Nişantaşı özentisi içinde" diye yazıp çizenleri görüyorum oralarda. Ve her şeyin bir komplodan ibaret olduğunu görüp gülümsüyorum.

Dindar ailelerin İmam-Hatip’te okuyan çocukları, büyüyünce dine karşı daha mesafeli olurlarken, düz lisede okuyan çocukları daha dindar olurlar...

Anneniz babanız neci? Nasıl bir çevrede yetiştiniz?

-Babam Selametçi idi. Şimdi Tayyipçi. Annem bütün anneler gibi apolitik takılır. Her ikisi de bir ara tarikatçı idiler. Şimdi bağımsız takılıyorlar.

İmam Hatip’te mi okudunuz?

-Düz lise mezunuyum. Hadi size bir sır vereyim: Dindar ailelerin İmam-Hatip’te okuyan çocukları, büyüyünce dine karşı daha mesafeli olurlarken, düz lisede okuyan çocukları daha dindar olurlar. Nasıl iş ama...

Bizim mahallede evlenmeden yatılmaz çünkü İslam izin vermez

Ama... günah işleme özgürlüğü var

İsmailağa cemaati Sibel Can sever. Nurcular Zara’ya bayılır. İskenderpaşa Ahmet Özhan’cıdır. Süleymancılar Yalın sever. İslamcı entelektüeller Göksel’e takılır. Radikaller Ahmet Kaya’ya hastadır. Olgun İslamcılar Zuhal Olcay’dan başkasına yüz vermez... Desem de inanmayın!

Sizin mahallenin moda lokantaları, balıkçıları, kafeleri...

-Piramidin en üstündekiler Papermoon’a takılıyorlar. Piramidin biraz altındakiler belediye sosyal tesislerinde soluğu alıyorlar. Balıkçı meselesine gelince, bizim mahalle balığı pek sevmez.

Nişantaşı’nda sizin mahalleden birini görseniz, nesinden tanırsınız?

-Bakışlarındaki acemilikten. Yürüyüşündeki kararsızlıktan. Her taraflarına sinen "Allah’ım! Yoksa ben de Ahmet Hakan gibi mi oluyorum?" edasından!

"Artık öpüşerek tokalaşma moda..." diyorsunuz. Buna kafayı niye taktınız?

-Daha düne kadar "kadın eli sıkmak caiz değildir" hükmünün peşinden gidenlerin, bugün el sıkmanın ötesine geçip kadınlarla öpüşerek tokalaşmasına kafayı takıyorum. Dönüşümün bu kadarı benim bile başımı döndürüyor. Bir de dindar erkeklerdeki bu rahatlığın, dindar kadınlar için akıldan bile geçirilmemesinin yol açtığı soru işaretleri var kafamda. Halbuki İslami ölçüler açısından kadın erkek farkı yoktur.

ÖRTÜ İLE AHLAK ARASINDA HİÇBİR İLİŞKİ YOK

İpodunuzda ne müzikler var...


-Müzikle aram pek iyi değil. Yıllar önce aldığım ipodum, bir çekmecede terk edilmişliğin acısıyla kıvranmakta...

"İslami kesimde, evde şu şu beğeniler söz konusu" diyebileceğimiz şeyler var mı?

-Yapma çiçek, buruşturulmuş masa örtüsü ya da şark köşesi gibi ortak ve tuhaf beğeniler söz konusu. Ve nedense bu beğeniler pek bitecek gibi görünmüyor.

Bu arada sakıncası yoksa, medeni halinizi öğrenebilir miyim?


-Evliyim. İki evladım var. Kızım Ayşe Hicret, oğlum Ömer Faruk...

Bir şey daha sormak istiyorum. Yine sakıncası yoksa tabii...

-Sorun.

Müslüman kesimde, evlenmeden yatılamıyor mu? Yoksa bize mi o hava veriliyor?

-Kural şu: Evlenmeden yatılmaz, çünkü İslam buna izin vermez. İstisnası ise şu: Günah işleme özgürlüğü var. İslami kesimde bu özgürlüğü kullanmayanlar olduğu gibi kullananlar da var.

Örtü ile ahlak arasındaki ilişki...

-Hiçbir ilişki yok. Öyle örtülü kadınlar vardır ki ahlaktan habersizdir, öyle örtüsüz kadınlar var ki "Rabia Hatun" havasındadır! Bu işin örtüyle alakası yok yani. Hatta bir adım daha gideyim: Günde beş vakit namaz kılan nice ahlaksız erkek vardır, ezanda kulağı, namazda gözü olmayan nice erdemli erkek vardır...

ŞAKİRİN CAMİİ BİZDE HEYECAN YARATMADI

Şakirin Camii’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Millet şimdi Başak Konutları’ndan kalkıp oraya mı gidiyor?


-Bizim kesimde, İslam ve estetik meselesine kafayı takanların sayısı hayli az. Bir tek Mehmet Şevket Eygi var. O da bazen çok yanlış estetik kodlarla olaya yaklaşıyor. Demek istiyorum ki, Şakirin Camii, sizin mahallede heyecan yarattı, bizimkiler pek ilgilenmediler.

Bayram namazı kılmak için hangi camiye gitmek moda?


-Bizimkiler, sadece bayramdan bayrama namaz kılanlarla kafa bulmayı sevdikleri için, bayram namazlarını sıradan camilerde kılmayı tercih ederler.

Siz en son Gerçek Hayat’ta çalışıyordunuz değil mi, peki arada ne yaptınız?

-Yüksek lisans tezi hazırladım. Şimdi de akademik hayattayım. Üniversitemi sakın sormayın, hayatım kayabilir! Böylelikle akademisyen olduğumu da öğrendiniz...

Siz ortalığa çıkmıyorsunuz ama Ahmet Hakan "Ben o değilim" diye yazılar yazıyor...

-Çok açık konuşacağım: Benim Ahmet Hakan olma ihtimalim, Ahmet Hakan’ın işine yaramaz ama benim işime yarar. Bu yüzden ben susuyorum, o konuşuyor. Eh, hep sizinkiler mi stratejik davranacak? Bırakın biraz da biz stratejik takılalım..

Hani gayler Ajda’ya bayılır derler ya, Müslümanlar gizliden gizliye hangi şarkıcılara, hangi yazarlara bayılır? "Seda Sayan’a biterler" diye bir geyik vardı doğru mu?

-İsmaliağa cemaati Sibel Can sever. Nurcular Zara’ya bayılır. İskenderpaşa Ahmet Özhan’cıdır. Süleymancılar Yalın sever. İslamcı entelektüeller Göksel’e takılır. Radikaller Ahmet Kaya’ya hastadır. Olgun İslamcılar Zuhal Olcay’dan başkasına yüz vermez...

Aman Allahım bunlar doğru mu?

-Tabii ki değil! Espri yapıyorum. Bin türlü çiçek açar bizim mahallede. Her çiçeğin gıdası da farklı olur. Tek tip Müslüman yok. Sürekli bunu anlatmaya çalışıyorum...

ÖZKÖK BANA KAFKA TİŞÖRTÜ HEDİYE ETTİ

Ertuğrul Özkök’le ilk karşılaşmanız...

-Bir kere görüştük. Elinde benim Gerçek Hayat’ta yazdığım yazılar vardı. "Senden bu tür yazılar istiyorum" dedi. Daha ben iki çift laf etmeden, "Anlaştık değil mi?" dedi, ardından da "Benim hemen Prag’a gitmem gerekiyor" dedi. Ben alışmışım yavaş yaşamaya. Bu "hız çağı insanı"na bir ders vermem gerektiğini düşündüm. Dedim ki "Ertuğrul Bey. Bana Prag’dan bir Kafka tişörtü getirir misiniz?" Bir tür "CEO" bakışıyla süzdü beni. Üç gün sonra üzerine Özkök’ün kartının iliştirildiği şahane bir Kafka tişörtü geldi adresime... Sanırım mesajımı aldı.

Levent Gültekin’le münasebetiniz nedir? Hálá görüşür müsünüz?

-Levent benim en iyi, en yakın, en samimi, en harbi arkadaşımdır. Görüşürüz, hem de her gün üç kez. Kendisi sırdaşımdır. Birlikte çok güleriz. "Ahmet Arsan fırtınası"nı birlikte eğlenerek atlattık.

Ya siz Ahmet Hakan’sanız ve bizi kandırıyorsanız...

-Değilim, değilim. Gerçekten değilim. Ama diyelim ki Ahmet Hakan’ım ya da Nihal Bengisu Karaca... Ne fark eder yahu... Eğlenmenize baksanıza... Bunca telaş, bunca mavra ne diye?

Nihal Bengisu Karaca sizce neden moda? Sibel Ersalan’ı demode bulmanızın sebebi ne?

-Bir zamanlar Sibel Eraslan fırtınası eserdi. Varoş kadınlarını örgütleyen, konuştu mu herkesleri gözyaşlarına boğan, ajitatör bir Sibel Eraslan. Artık varoş kadınlarının örgütlenmesine ihtiyaç kalmadı, oylar AKP’ye akıyor. Artık ajitatörler bırakın işe yaramayı başa bela oluyorlar. İşte bu yüzden Sibel Eraslan demode. Nihal Bengisu Karaca ise bazen"içeriden", bazen "dışarıdan" yazılarıyla, kafasına göre takılmasıyla, "özgür türbanlı kadın" imajıyla yeni rol model...

BİZİM ERKEKLERDE SARIŞIN SEKRETER KRİZİ OLUR!

Sizi bulmuşken soracağım: Bizim erkekler, orta yaş krizinde ve andropozda saçmalıyor. Sizinkiler ne yapıyor? Metres yerine imam nikahla ikinci karıyı mı alıyorlar?

-Ah ahhhhh! Bizim erkeklerde orta yaş krizi olmaz. Bizim erkeklerde "Sarışın sekreter krizi" olur. Bu kriz şöyle bir şeydir: Adamcağız hayatı boyunca evindeki karısından başka kadınla yakın olmamış. Derken AKP iktidara gelmiş ve bizimki müdür olmuş. Müdür olur olmaz da karşısına "sarışın sekreter" çıkmış. İşte kriz başladı! Bu tür kriz örnekleri o kadar çoktur ki...

Müslüman kesimdeki erkeklerin en büyük çıkmazı ne?

-Hem erkeklerin, hem de kadınların en büyük çıkmazı, karşı cinsle münasebeti en aza indirmiş bir sosyal ortamın yol açtığı türlü çeşitli yaralar...

Müslüman kesimdeki erkekler, başı açık kadınlarla kendilerini bir tuhaf mı hissederler? Göğüs dekoltesi görünen bir kadınla mesela. Memelerine bakmamaya filan mı çalışırlar?

-Bazısı dik dik bakar... Bazısı göz zinasına girer diye bakışlarını kaçırır. Bazısı hiçbir şey yokmuş gibi yapar. Bazısı gördüklerini erkek arkadaşlarıyla mavra konusu yapar. Bazısı kınar. Bazısı "Ulan gözlerimiz bayram etti" diye işi pişkinliğe vurur. Bazısı da, "Güzele bakmak sevaptır" diye ironi yapar.

Peki siz içki içiyor musunuz?

-Ben Latif Bey gibiyimdir. Şarabın tadından başka her şeyini bilirim!
Yazarın Tüm Yazıları