Ben iyiyim şimdi. Sen nasılsın?

Depremden bahsetme. Kötü şeyler düşünme. İyi şeyler çağır...

Günlerden beri kendimi bu şekilde telkin ediyorum.

Yeni bir yıl geliyor. Yeni ve iyi şeyler söylemek lázım...

Öyle deniyor...

Yeni bir yıla girecek olmanın dünden yarına, hayatımızda nasıl bir etkisi olacaksa artık? (YTL’ye geçilecek ve para söz konusuysa benim gibi konu salaklarının önümüzdeki yıl bol bol kazıklanacak olması haricinde...)

Bende durum, son yılların bu dönemlerinde hep olageldiği üzre tezahür ediyor.

Yeni yılın ilk günü ilk iş, şeker ve alkol komasına girmeden bir yeni yılı daha idrak edebildiğim için Allah’a şükrediyorum.

Zira eksik olmasınlar, her türlü uzak-yakın tanış, bu dönemde bizleri çikolata, şekerleme ve parti manyağı yapıyor.

Benim zaten bu aralar lise ikideki rekor kiloma ulaşmama ramak kalmış, rezalet yani, bünye kendinden utanıyor.

Hayatım boyunca yeni yıl kararı alan insan türüne mensup olamadım.

Zira her canlının kendine ait bir takvimi olduğuna inandım.

Bir hálin miyadı dolmadan, sen nereni yırtarsan yırt, nafile yani.

İnsan dediğin defolu ve zayıf bir yaratık neticede; yazar kasa değil ki?..

Fakat bu sefer takvimler mi örtüştü ne, bu sabah gözümü bir karara açtım.

Schiller; ‘Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır’ der.

Ben o anlamda hiçbir zaman iyi bir insan olamadım.

Affetme kısmı tamam da...

Yani bu konuda kendimi kandırmıyorsam, kin tutmayı beceremediğim için, bu gibi duyguların bir nev’i külfet, yüreğe lüzumsuz yük olduğunu düşündüğüm için affetmeyi becerebiliyorsam da yaşadığım hiçbir şeyi unutmayı başaramadım.

Bu sabah bir telefon numarası düştü zihnime. Ezberimden hiç çıkmayan bir numara... Düşün düşün, hatırlayamadım.

Şimdi siz tabii buna keyfinize göre aşırı bilgisayar mesaisinden kaynaklanan sürmenaj ya da aşırı partilemekten kaynaklanan amnezi de diyebilirsiniz ama ben biliyorum ki, bu bir unutuş...

Affedişle birlikte gelen bir veda paketi.

Acayip bir duygu... Garip, bir rahatlama hissi.

Ömrü billah kovaladığı kuyruğunu nihayet yakalamış, dişleriyle kopartıp atmış bir sokak köpeği gibi...

Lale Müldür, Uzak Fırtına’da yer alan Terra del Fuego’nun sonunda şöyle der:

‘GRİ BİR PUMA gizlenmişti bir ağacın ardına. Kara bir hayvan gibi gizliyordun yüreğini. Bir anakonda kadar zehirli bir solitarius kadar yalnızdın. Bir gün aynalarda bir başkasını değil de kendimi gördüğüm an her şey bitecek demiştin.

Unutuşum bir başka sendi. Ben ölüyordum Tropiko. Unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum. Söyleyecek başka bir şeyim yok artık. Unutmak istemiyordum oysa. Güzel kalan kadınlar da vardır çünkü... Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır. Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon kokulu... her şeye rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır...

*

Ben iyiyim şimdi. Sen nasılsın?’

***

Limon kokulu yağmur kalan bir kadın olamadım. Unuttum. Unutabildim.

Üstelik kendimi hiç de ölüyormuş gibi hissetmiyorum. Bilakis, domuz gibiyim ve evet efendim, pekálá mutluyum ve iyi şeyler olacağından yana umutluyum.

Peki iyi bir insan mı oldum? Hiç sanmıyorum.

Hem intikam güden bir insan, iyi bir insan sayılabilir mi hakikaten? Bilemiyorum...

Bildiğim bir tek şey var: Hayatımda ilk kez, unutmaya vakıf olabildim ve Locke’nin dediği gibi, üzerine bir şey koymak için önce masayı boşaltmak gerekiyorsa, bu iyi bir şey olsa gerek.

Gönlünüzden iyi şeyler geçirmenizi ve gönlünüzden geçirdiklerinize tez vakitte kavuşmanızı diledikten sonra çok içeriden bir yerden sorarım:

Ben iyiyim şimdi velhasıl. Siz nasılsınız?
Yazarın Tüm Yazıları