Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Ben bir ‘Düdüklü Tencere Gülü’yüm

Gerçekten.

Haberin Devamı

Kendimi düdüklü tencerenin başındaki kadın gibi hissediyorum. Düdüklü Tencere Gülü’nden kastım bu. (Pardon şuna kısaca DTG diyebilir miyim, çok yer tutuyor da...)

Bu düdüklü tencere çok ilginç bir tenceredir. İçine ne koyarsanız koyun; basınçtı, ısıydı mısıydı derken inanılmaz hızlı pişirir, bir o kadar da enerjiden ve vitaminden tasarruf ettirir. Beceriklidir, afferin ona.

Ammaaaa, kendisinin hassas bir noktası vardır; içindeki basınç pek bi kuvvetli olduğundan, şakaya gelmez. Havasını düzgün boşaltmadan açtın mıydı maazallah, bomba gibi patlar, tavanı oyar, hatta insanı da feci yaralar. Hani çok göstermez ama, harbi sinirlidir kendisi.

Küçüklüğüm düdüklüsü patlayan kadın maceraları dinleyerek geçtiğinden, kendisine karşı temkinli olmuşumdur. Çekinirim. Hatta geçenlerde bana bir tane satmaya kalkan arkadaş “Bu tencereyi patlatana ev veriyoruz! O kadar zor...” dedi, hemen aldım. Çünkü eminim ben yanlışlıkla patlatmayı başarırım. Çok yakında düdüklüm sayesinde ev sahibi olacağım, onu da elbet yazarım. Neden kendimi böyle hissettiğimi de anlatacağım.

Durun hele...

Bugün acık tarhana gibiyim de...
Yonca “sebze”

Haberin Devamı

Siz düdüklü tencere...

Bizi de, yani ülkemizi ve halimizi de, ayyynen düdüklü tencereye benzetiyorum. Hani öyle bir basınç var ki içimizde, öyle ısınmışız ki, öyle pişmişiz ki, patladı patlayacağız!

Biri bir hata yapıp da havayı tam boşaltmadan açarsa kapağımızı hele... Anaaaam! Feci zararla kalkıp zararla oturup yaralanacağız. Hani durumumuz bu gözümde. Bizi benzetiyorum düdüklü tencereye. Ödüm patlıyor o yüzden de, ve kendimi de, bizim “düdüklü tencerenin” başında duran ve havayı hiç acele etmeden boşaltan sabırlı ve sadık bir kadın gibi görüyorum... DTG. Her şeyi göze alıp o içimizde genleşmiş, patlamaya hazır sinirli havayı yavaş yavaş boşaltmak için uğraşıyorum. Sabırla ve inatla.

Çünkü, bence şu anda toplumda bulunan tüm sorunlarımızın temelinde her şeyi aşırı yapmak, yorgunluktan ve stresten iyi düşünememek, açlıktan gözü dönmek, hastalanmak, yırtıcı ve yıkıcı olmaktan başka çare ve örnek bulamamak, alınganlıktan ne yapacağımızı şaşırmak gibi şeyler yatıyor. Deşarj olamıyoruz. Nasıl olacağımızı da bilmiyoruz. Herkes sağa sola kafa atıyor. Bir alınganlıktır gidiyor...

Ben de, bize o fenalık getiren konularda ahkam kesip iyice ortamı germektense, herkesin devamlı sıkılmadan yazdığı gibi aynı beter edici gündemi deşip deşip, pardon pişirip pişirip önümüze sunmaktansa, içimizdekini ortaya döküp biriken o patlatıcı havayı boşaltmaya çalışıyorum işte. Kendimce...
Durup durup yazıyorum başıma gelen ne vahamet varsa. Çünkü biliyorum, yalnız değilim. Sizin de başınıza aynıları geliyor. Daha doğrusu sizin başınıza gelen saçmalıklar benim de başıma geliyor. Siz ben kadar, ben de siz kadar çok doluyum.

Stresteyim, depresyondayım, bu düzenden kurtulmak, nefes almak için ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bir gülüyorum, bir ağlıyorum. Bir eğleniyorum, bir kahroluyorum. Bir nefret ediyorum, bir bayılıyorum.

Çocuklarımla ne yapacağımı şaşırdığım da oluyor, kaçıp gitmek istediğim de, aşktan ve sevgiden gözlerimin içinin deli deli güldüğü de...

Ben de insanım; defolarla, duygularla, hatalarla ve günahlarla doluyum. Sevaplarla dolu olmak isteğim gibi de...

Bir farkla ben buradayım, sahnede, sizin önünüzde...

Düdüklü tenceremin başında, kimi zaman gözü yaşlı, kimi zaman dudaklarım çatlak, kimi zaman da şen şakrak ve kolayca yargılanmaya müsait...

Bedeli bazen çok ağır biliyor musunuz?

Olsun, hiç önemli değil.

Ne olursa olsun, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bazen yemeğin dibi tutabilip bazen de çiğ kalabildiği gibi... Tam kıvamında da olabilir.

Olay sonuçta çabayı takdir edip, afiyet ve hoşgörüyle sofraya ailecek oturabilmektedir.

Yonca “gazmen”

Yazarın Tüm Yazıları