Başıma gelen felaket

ŞARAPTAN anladığını iddia eden bir insanın başına gelebilecek en büyük şanssızlık nedir?

Anlatayım...

Bir akşam yemeğine davetlisiniz.

Herkes sizi "Şaraptan çok iyi anlayan biri" olarak tanıyor.

Yemeğe biraz geç gidiyorsunuz.

Herkes yemeğe oturmuş.

Siz daha kapıdan girerken, ev sahibi, karaftaki şaraptan bir kadeh koyup size uzatıyor ve soruyor:

"Siz şaraptan çok iyi anlayan bir insansınız. Bilin bakalım bu şarap nedir?"

Alın başınıza belayı...

Bütün karizmanız bir anda yerle bir olabilir.

* * *

Tanınmış şarap yazarlarından biri olan Jay McInerney’in başına böyle bir olay gelmiş.

New York’un en ünlü restoranlarından biri olan La Grenoulle’e davetliymiş.

Davet sahibi Asyalı bir prensesmiş.

McInerney yemeğe biraz geç gitmiş ve daha kapıdan girerken prenses karaftan doldurduğu kadehi kendine uzatıp o meşum soruyu sormuş.

"Bütün masa bana bakıyordu ve kendimi sınıfta çırılçıplak tahtaya kalkmış gibi hissettim" diyor.

Şarabı korkuyla alıp biraz ağzında dolaştırdıktan sonra "Haut Brion" demiş.

Sonra biraz rengine bakmış ve misafirlerin hayran bakışları altında son darbeyi vurmuş:

"Haut Brion 1982..."

* * *

Şarapla ilgili epey kitap okudum.

Diyebilirim ki, kitaplığımda inançla ilgili kitaplardan sonra ikinci konu şarap ve şarap kültürüdür.

Ama itiraf edeyim, önüme kadeh içinde bir şarap konsa, belki Fransız mı, İtalyan mı ayırabilirim.

Ama Bordeaux’nun bir şişesini tanıyabileceğimi sanmam.

Sanmam değil, eminim.

Öyleyse bu uzmanlar nasıl tanıyor?

Jay McInerney dürüst bir şarap uzmanı.

Kitabında şişeyi tanımasının sırrını bütün açıklığı ile anlatıyor.

"Haut Brion hayatımı kurtardı" deyip başlıyor.

"Davet sahibinin ilk ağız Bordeaux’ları sevdiğini ve hangi yılı tercih ettiğini biliyordum. İkinci şansım Haut Brion’u seçmesiydi. Haut Brion aromosı en kolaylıkla ayırt edilebilen şaraptır. Olgunlaşmış iyi bir Haut Brion, Montecristo puro kutusu gibi kokar. Bir kere tattınız mı, bir daha asla unutamazsınız."

* * *

Bense şarabı tadından çok, görsel hafızama kaydederim.

Mesela "Sideways" filmindeki Cheval Blanc’ı unutamam.

"The Matrix Reloaded" filmindeki 1959 Haut Brion’u da.

İçtiğim şarapla ilgili tek referansım kendimdir.

Açtığım şişeyi severim veya sevmem.

Bazen Hırvatistan’ın küçücük bir adasında nefis bir Hırvat kırmızısı ile mest olurum.

Bazen Paris’te üç gün boyunca ağzıma koyduğum şarap beni hüsrana uğratır.

Bazen de şarapla ilgili bir kitap okumak, içmekten bile güzel gelebilir.

* * *

Bayram günü böyle bir yazı yazmak niye aklıma geldi diyebilirsiniz.

Geçenlerde bir yayınevi yayınladığı yeni bir kitabı bana göndermiş.

Belli ki, bayramımı berbat etmek için yapmış.

Çünkü kitabın neredeyse üçte biri bana hakaret etmek için yazılmış.

Pazar yazılarımın "Kötü bir edebiyat yazısı" olduğundan tutun, gençliğimdeki yaptığım her şeyin sahte olduğuna kadar.

Hiçbirine kızmadım da, bir şey var ki, çok kanıma dokundu.

Güya bir gün bir yere davet edilmişiz.

Ben görgüsüzlük edip, şarabımı kendim götürmüşüm.

Sonra içerden benim şarabımı getirmişler.

Ben de içip "İşte şarap bu" demişim.

Ama misafirler evden ayrılırken mutfakta bakmışlar ki, benim getirdiğim şarap açılmadan duruyor.

Yani ben evde herkesin içtiği şarabı içip, anlamış gibi yapmışım.

* * *

Böyle bir olay olmadı ama olabilirdi de.

Önüme gelen herhangi bir şarabı sevebilirim.

Mesela şu yazıyı yazdığım sırada önümde 15 Euro’luk bir Brunello di Montalcino duruyor ve müthiş keyif alıyorum.

Ve emin olun, bu sırf düşmanlık yapmak, sırf nefret saçmak için yazılmış bir kitaptan çok daha büyük keyif veriyor insana.

Çünkü şarap bilgisizliği kaldırabilir ama nefreti asla...
Yazarın Tüm Yazıları