Başbakan İzmir’e hakaret mi etti?

DSP İzmir İl Başkanı Özdemir Sökmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Gerekçe: ‘Gavur İzmir’ imasıyla İzmir’in manevi şahsiyetine hakaret!

Başbakan da daha önce başkalarını ‘ihbar etmişti’, hatırlayacaksınız.

Paylaşmadığımız görüşlerin sahiplerini bir sınıf mümessili edasıyla öğretmene şikáyet etme alışkanlığı üzerinde durmayacağım.

Bu, bir vatandaş olarak herkesin hakkı ve bu hakkı isteyen kullanır, istemeyen kullanmaz diye düşünüyorum. Üzerinde durmak istediğim konu ‘hakaret’ kavramı ile ilgili. Mesela Orhan Pamuk ‘Türklüğe hakaret’ suçuyla yargılanıyor. ‘Bu topraklarda bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü’ dediği iddia edildiği için.

Bu sözler çoğumuz paylaşmasak da bir ‘düşünce’. Yanlış bir bilgiye dayanıyor diyebiliriz, saçma sapan bir fikir diye düşünebiliriz, sayı saymayı bilmiyor diyenlerimiz de olabilir. Hatta bir adım ileri giderek bunun hastalıklı bir düşünce olduğunu bile söylemek mümkün. ‘Orhan Pamuk bazı çevrelere yaranmak için tarihi gerçekleri saptırıyor’ gibi genel olarak paylaşılan bir yorum da yapabiliriz.

Ama herhalde bu bir ‘hakaret’ sayılmamalı.

Aynı durum ‘Gavur İzmir’ iması için de geçerli. Daha sonra böyle bir ima yapılmadığı da açıklandı ama varsayalım ki Erdoğan bu imayı yaptı. Bu, onun İzmir ile ilgili genel düşüncesini ve siyasi bakış açısını ortaya koyan bir durum. Üstelik onun bu yargısını paylaşan geniş bir çevre olduğunu da biliyoruz. Hatta bizzat ‘Gavur İzmir’ imasına kızanların bile yeri geldiğinde espri için bile olsa bu tanımlamayı kullandıklarına da eminim. Yoksa bir tanım, bir toplumda bu kadar yaygın olarak biliniyor olamazdı diye düşünüyorum.

Öyle görünüyor ki ‘hakaret’ ile ‘düşünceyi’ ayırmakta ciddi bir sorunumuz var. Ve daha da kötüsü düşüncesini anlatmaya çalışırken, başkalarında ‘hakaret ediliyor’ intibaını yaratacak kadar kötü bir ifade yeteneğine sahip olmamız!

Şansa dayanan bir adalet düzeni

OSMAN Bora Çuhacı, İstanbul’da dört ayrı cinayetin zanlısı olarak yakalandı. Olayla ilgili ayrıntılı haberler gazetelerde yayınlanıyor.

Hürriyet muhabiri Özkan Arslan, önceki gece geç saatlerde bu olayın bir başka boyutunu ortaya çıkardı. Konuyla ilgili haber dün Hürriyet’in şehir içi baskılarının bir bölümüne yetiştirildi. Bugün gazetenizde bu ilginç olayın geniş ayrıntısını ve yeni gelişmelerini okuyacaksınız.

Meğerse Çuhacı’nın ‘zanlı’ olduğu cinayetlerden birinin ‘zanlısı olarak’ bir başka kişi iki aydır hapiste yatıyormuş.

İki aydır cinayet suçlamasıyla hapiste yatan kişi 27 yaşında, iki çocuk babası bir şoför.

Dikkatli bir polis ekibi olayın izini sürmeye devam etmemiş ve ‘gerçek zanlı’ yakalanmamış olsaydı, hayatının bu ‘adli hata’ nedeniyle ne hale geleceğini gözünüzün önüne getirmenizi rica ediyorum.

Babaları ‘katil’ damgasını yemiş olarak büyüyecek iki çocuk, parçalanan bir aile, genç bir insanken girdiği hapishaneden elindeki her şeyi kaybederek çıkacak yaşlı bir insan.

Büyük olasılıkla bu ‘adli hata’ sonunda bir tazminat davasında hükmedilecek önemsiz bir tazminatla kapatılacak ve unutulacak.

Bununla ilgili olarak kimi suçlamalıyız? ‘Bir kimlik fotokopisini’ cinayet delili olarak mahkemeye sunan polisi mi, bunu bir ‘zanlı’ için ‘kuvvetli suç şüphesi’ olarak gören adli makamları mı?

Sanıyorum ki suçlamamız gerekenler bu süreçte görev yapan tek tek kişiler olmamalı. Sorun büyük ölçüde adli soruşturma sistemimizin kendisinden, polisin sahip olduğu olanaklardan ve yargıçların önlerine gelen yetersiz dosyalarla karar vermek zorunda bırakılmalarından kaynaklanıyor.

Bu sistemde eğer şansınız yaver gitmiyorsa, güçlü bir avukat tutabilecek olanaklara sahip değilseniz yandınız demektir.

Ve inanıyorum ki ‘şansa’ dayanan bir adalet düzenine, adalet demek de mümkün olmamalı.

Kavgaya gerek yok, herkese yetecek yerimiz var!

İNGİLTERE’de yayınlanan The Guardian gazetesinde yer alan bir haberi okuyunca kendi kendime başlıktaki sözü mırıldandım.

Yapılan bir araştırma gösteriyor ki Dünyamız bugünkünün 200 bin misli nüfusa ev sahipliği yapabilecek kadar büyük.

Araştırmacılar Dünya nüfusunun günümüzde yaklaşık 6,5 milyar kişi olduğunu, 2050 yılında ise 9 milyara ulaşacağını tahmin ediyorlar. Araştırmacıların kurdukları modellerde bir yanlışlık yoksa geleceğin dünyası bugün bilim kurgu filmlerinde izlediğimizden hiç de farklı olmayacak.

Araştırmacı Robert Cathcart şöyle diyor: ‘Gelecekte insanlar iyi donatılmış ve düzenlenmiş hapishane-şehirlerde mahkûmlar gibi yaşayacaklar. Aklınıza gelen her şey yeniden dönüştürülerek kullanılacak ve hiçbir şey çöpe atılmayacak.’

Bu öngörülerin araştırmacılar yönünden iyi tarafı şu ki, tahminlerin yanlış çıktığını ne araştırmacılar ne de bizler görebileceğiz.

Ama o gün gelene kadar bu tür düşüncelere dayanan filmler çekip eğlenmenin de bir sakıncası yok elbette.
Yazarın Tüm Yazıları