Barselona kaçamağı

Akdeniz kenti bu anında efsunlar, derhal dışarı çıktık. Sokağa vurduk.Karnımız zil çalıyor ama biraz daha acıkalım diye, bulvar üzerinde bin bir aylaklıkla iştigal eden meddah, hokkabaz, dalavereci; kız, erkek, kadın; avam, burjuva, proleter, mutluluk kalabalığını yararak Boqueria Pazarı' na daldık. Bedenen de ama esas olarak ruhen öylesine ihtiyacım vardı ki işte en süper tenzilatlı bilet; işte cuma en geç, pazartesi en erken uçak; işte en ültra indirimli otel, koluma refakatçimi taktığım gibi soluğu Barselona'da aldım.Kredi kartının dökümü çok sıfırlı gelmesin diye zıbardığım yerde keçileri kaçırmaya niyetim yok, canıma değsin, geçen haftasonu İspanyol kaçamak yaptım. * * *BEN İspanya'yı ihtirasla severim. Muhtemelen, kalbimin ‘geçemezler’ diye haykıran eski bir iç savaş romantikasında kalmış olmasından dolayı severim.Zaten azılılık yıllarımda, son dönem Franko'suna karşı mücadele veren yoldaşlarıma karınca kararınca yardım etmek için Pireneleri aşmışlığım vardır.İspanya'ların arasında da en çok ‘zil, şal ve gül. Bu bahçeler aksın raksın bütün hızıyla’ diyen emsalsiz şairin mukaddes Endülüs'ünü severim.Arap bir kısrağın terkisinde Guad El Kivir kıvrımını ters akıntıda çıkar ve Sevilla'ya, Granada'ya, Kadiz'e, Kordu'ya, yani bizim büyük Müslüman uygarlığımızın İşbiliye'sine, Gırnata'sına, Kurtaba'sına, Kadis'ine giderim.Ama Endülüs olmassa tercihim Barselona'dır. Şu ilkel milliyetçi dürtüden dolayı Katalonya limanı ahalisine şimdilerde bayağı bayağı bozulmaya başlamış olsam bile, yine de güneyin denizler rıhtımını kıtalar Madrid'ine yeğlerim.Ne bileyim ben, İberya başkentinde biraz Sierra yaylasının toprak durağanlığını, biraz da Katolik İzabella'nın haşin mutaassıplığını sezinlerim.Şehrin çok izafi taşralığına rağmen belki özgürlükçü halkın iç şavaşta hem Falanjistlere hem kızıllara karşı direnmiş olmasından dolayı; belki yüzyıl başı burjuvazisinin Gaudi mimarisinden Dali tuvallerine kadar bütün modernist çılgınlıklara kucak açmış olmasından dolayı; belki de Manuel Vazquez Montolban' ın romanlarında Dedektif Pepe'yle beraber kötü mahallelerde cinayet izi sürdüğümden, bahar başıma vurmayagörsün, kredi kartının canı cehenneme, hafta sonu kaçamağı için karalar Madrid'ine değil Akdenizler Barselona'sına uçarım. * * *İŞTE öyle yaptım. Bildiğim bir otel var hem Katalunya Meydanı'na bitişik, hem de Rambla Bulvarı'nın başında olduğu için şehrin nabzını tutar, önceden de rezervasyonunu ayarlamıştım, refakatçim ve ben havaalanından oraya damladık.Akdeniz kenti bu anında efsunlar, derhal dışarı çıktık. Sokağa vurduk.Karnımız zil çalıyor ama biraz daha acıkalım diye, bulvar üzerinde bin bir aylaklıkla iştigal eden meddah, hokkabaz, dalavereci; kız, erkek, kadın; avam, burjuva, proleter, mutluluk kalabalığını yararak Boqueria Pazarı'na daldık.Bu Boqueria biraz bizim Beyoğlu Balık Pazarı'nı, biraz da Mısır Çarşısı'nı andırır. Gırtlak ve baharat bab'ında yok yoktur. Tablalar yakamoz saçar.Turist izlenimi vermekten nefret ederim, refakatçim ve ben, sanki cuma biraz geç saatte evine dönmeden önce alışveriş yapan yerli bir çiftmişçesine, kâh Gaskonya toriklerinin taze olup olmadığına, kâh Serrano jambonunun iyi kuruyup kurumadığına, kâh Asturya peynirinin kıvamına gelip gelmediğine bakarak camekan yaladık. Esasen nefasetler önünde kendimiz yalandık.İlk bardağı da, çanhıraş haykıran pazarcıların arada bir uğrayıp alelacele tek kadeh dikdikleri ve taze hurma sergileyen manava bitişik tezgahta üfledik.Fazla ileri gitmedik ve tanıdık bir lokantanın yolunu tuttuk.* * *CUMARTESİ sabahı Barselona'ya harikulade bir güneşle doğdu. Allaha şükür otellerin standart kahvaltılarına talim edecek kadar gustodan mahrum insanlar değiliz, yine Rambla üzerindeki bir esnaf kahvesinin tezgahına dirsek dayadık. Gelsin arabika espressolar ve gitsin ‘tortilla’ omletler...Ama hem mesleki deformasyondan muzdaribim mutlaka gazete okuyacağım, hem de turist olduğum anlaşılmasın diye hava basacağım, gittim ‘Le Monde’nin ve ‘Herald Tribune’nin yanında bir Kastilya İspanyolcası ‘El Pais’, bir de yerel Katalanca ‘La Vuangardia’ aldım. Sonraki kahveleri onları heceleyerek içtim.Refakatçim ‘Baskça olanını unuttun’ diye beni alaya alıyor. Tefe koyuyor.Dudaklarından ısırdım ve ‘hadi artık yallah’ diye kaldırdım.* * *BAHTİYAR gün öyle geçti. Biraz Katedrali gezdik, biraz Picasso resimlerine baktık, biraz Gaudi mimarisi konuştuk, biraz Montalban romanlarında kaybolduk ve en çok kahvelerin terasında güneş huzmelerini ve deniz kokularını içtik.İspanyol veya Katalan bir Barselona'nın huzurlu cumartesisini soluduk.Akşama sürpriz programım vardı ve onu uyguladım.‘Yedi Kapılar’ derler, yüz elli yıldır hizmet veren ve şehrin en alası addedilen ünlü lokanta vardır, bir hafta öncesinden orada yer ayırtmıştım.Refakatçim sürprizi yapan adamın sefa pezevengi zevkinden, mekanın estetik büyüsünden ve masamıza Orson Welles'in oturmuş olmasından sonsuz mutlu, ilkin zencefilli ahtapot, sonra da kaya tuzunda fırınlanmış çipura ısmarladı.Ben börülceli morina balığı salatasıyla başladım ve Senyor Cortina usulü pavurya tabağıyla devam ettim. 1991 bağbozumu Esmeralda beyaz şarap açtırdım. Aklımla bin yaşayayım, ne iyi yaptım da haftasonu Barselona'ya kaçtım.
Yazarın Tüm Yazıları