Bankalar da iflas etmelidir

GAZETELERDEN öğrendiğimize göre, IMF ile Türkiye arasında yeni üç yıllık ‘stand-by’ (yedekleme) anlaşmasının müzakerelerinde bazı pürüzler ortaya çıkmış.

Bu pürüzlerin giderileceği ve anlaşmanın yapılacağından benim bir şüphem yok. Bu müzakereleri ‘kazanç ve kayıplar toplamı sıfır olan’ dolayısıyla ‘işbirliği imkánsız’ bir oyun olarak görmemek gerekir. Yani IMF ile Türkiye arasında bir çıkar çatışması yoktur. Olmamalıdır da. Kuramsal olarak, nimeti IMF’ye, külfeti Türkiye’ye ait olan veya tam tersi bir madde düzenlemesi olamaz. İlk bakışta böyle bir madde olabilir diye düşünülebilir. Ama bu yanlıştır. Çünkü her iki tarafın da nihai amacı, Türk ekonomisini istikrara kavuşturmaktır. Amaç aynı olduğuna göre, imzalanacak metinde mutabakata varılacaktır. Anlaşılan ihtilaf, ‘batan bankalarla ilgili olarak yapılması gereken işlemler’ maddesinde çıkmıştır. Kısaca, batacak bankalar Fon’a mı devredilsin, yoksa İcra ve İflás kanununa göre tasfiye mi edilsin, konusunda BDDK (Türkiye tarafı) ile IMF yetkilileri anlaşamamaktadır. IMF, batan bankaları Fon’a alın diye bastırmakta, BDDK ise tasfiye edilmelidirler diye direnmektedir.

* * *

Peki; niçin ortak amaç, Türk ekonomisini düze çıkarmak iken, bu konuda sorumluluk almış olan IMF, Türk tarafından farklı düşünmektedir? Çünkü IMF, her ne kadar Türk ekonomisine yardım etmek için buradaysa da, gerçekte birinci önceliği yabancı kişi ve kuruluşların Türkiye’den olan alacaklarını garanti altına almaktır. Herhalde bunu, IMF’ye kaynak sağlayan ve onları Türkiye’ye yardımda yetkili kılan merciler (mesela ABD Hazine Bakanlığı) böyle istemektedir. Eğer, yapılacak stand-by anlaşmasının üç yıllık yürürlük süresi içinde Türkiye’de máli bir kriz ortaya çıkarsa, IMF devreye girip, patron ülkelerden sağladığı kaynaklarla Türkiye’ye parasal destek verecektir. Ama vereceği paraların, öncelikle Türk bankalarına kredi açmış yabancı bankaların alacaklarının geri ödenmesinde kullanılmasını istemektedir. Bunun için, batık bankayı ‘önce Fon’a al, sonra tasfiye et’ demektedir. Eğer batık bankalar, Fon’a alınmadan, yani anlaşılır Türkçesiyle bankanın borçları devletçe üstlenilmeden tasfiye edilirse, yabancı özel kişi ve kuruluşların, alacaklarını tahsil etmesi tehlikeye girer. Zurna, burada zırtlamaktadır.

* * *

Nitekim 1995 krizinde, başta İsviçre bankaları olmak üzere, yabancı bankaların batan bankalardaki paraları, bu bankalar Fon’a alınmadığı için buharlaşmıştı. O zaman yabancı bankalar çok bozulup, imzasız mektuplarla Türk hükümetini tehdit etmişti. Ama bir netice alamamışlardı. Halbuki, 2001 krizi öncesi ve sonrasında batan bankalarda, 1995 kriziyle kıyaslanamayacak büyüklükte, yabancı bankaların ve şirketlerin alacağı vardı. Uygulanan Fon’a alma daha doğru değişiyle ‘kárın özelleştirilmesi, zararın kamulaştırılması’ ilkesi sayesinde yabancıların tek bir doları batmadı. IMF’nin verdiği paraların tamamı yabancılara olan borçların, ‘risk primi içeren yüksek faizleriyle’ birlikte, son kuruşuna kadar kadar ödenmesi için kullanıldı.

* * *

Yazının başlığında açıkça ortaya koyduğum gibi, ben kötü yönetilen bankaların diğer şirketler gibi batmasından yanayım. Dolayısıyla, IMF’nin bazı bakımlardan haklı olduğunu kabul etsem bile, batacak bankaların borçlarını devletin üstlenmesi demek olan ‘Fon’a alma’ya karşıyım. Bu madde yoksa, para da yok diyen IMF’yi kınıyorum. Ancak iyi niyetle ve basiretle hareket eden, lákin makro dengesizlikler yüzünden nakit krizine giren bankaların, Merkez Bankasınca desteklenmesi başka bir konudur. Böyle bir destek, hem ahlákidir, hem de ekonomiye yararlıdır.

Son Söz: Risk primini tahsil eden, zararı çeker.
Yazarın Tüm Yazıları