Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm

Güncelleme Tarihi:

Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm
Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2017 05:17

Tüm distopyalar gibi karanlık ve totaliter, Margaret Atwood imzalı ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ndeki Gilead. Burada kadınlar hiç nefes alamıyor. Rejim, üreme politikalarıyla köleleştirdiği ‘damızlık kızlar’ını kadınlara mahsus grotesk bir dünyaya hapsediyor.

Haberin Devamı

‘Müessese’ yazarlardan Kanadalı Margaret Atwood Nobel hariç, mühim ödüllerin hemen hepsini kuşanmış. En ses getiren romanıysa ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ (Handmaid’s Tale). 1985’te yazıldıktan yedi yıl sonra, Türkçe ilk kez AFA Yayınları’nca (Atıl Ant’ı da analım) basılan ve Valker Schlöndorff’un sinemaya aktardığı kitap, şimdilerde iddialı bir TV dizisi olarak çekiliyor.
‘Damızlık Kızın Öyküsü’ yakın gelecekte ve mono-teokratik ABD’de (artık Gilead) geçiyor. Rejim, radikal muhafazakârlığını çarpıttığı Eski Ahit’e dayandırıyor. Bu baskıcı ve dayatmacı imparatorluk kafayı doğurganlık, dolayısıyla da kadınlarla bozmuş. Nükleer kaza, kimyasal-biyolojik savaş ve toksik atıklar yüzünden kısırlık çok yaygın. Çocuk kıtlığından okullar kapanmış, doğanlar da sakat. “İki bedenli, iğne başlı, köpek burunlu gayribebeklere” ne olduğu bilinmiyor. Doğurgan kadın az bulunur bir milli kaynak, doğurmak kutsal bir ödev. Kürtaj, doğum kontrolü ve yapay döllenme zinhar yasak. Maksat kadınların ve ırkın ıslahı.
“Otuz üç yaşındayım. Kahverengi saçlıyım. Ayakkabısız boyum bir yetmiş. Eskiden neye benzediğimi anımsamakta zorluk çekiyorum. Uygun yumurtalıklarım var. Bir şansım daha var” diyen anlatıcının ismini ve akıbetini hiç öğrenemiyoruz. Kapatıldığı kışlavari ‘Rachel ve Leah Merkezi’nde yaşamıyla birlikte adından da vazgeçmek zorunda kalmış. Hizmetine girdikleri komutanın adıyla anılıyor damızlık kızlar, dolayısıyla kahramanımızın adı da Fredinki.
Merkeze tıkılıp doktrinize edilenler, ikinci eş ve evlilik dışı ilişki yaşayanlardan seçilmiş. Doğurmuşlar tercih sebebi, elbette çocuklarına da el koyulmuş. Tek bilgisayar tuşuyla defterleri dürülmüş kadınların. İşten atılmışlar, servet edinemiyorlar, tek kadının tanıklığı geçersiz.
Kendi bedenleri üstünde hak iddia edenlerse ‘gayrikadın’ ilan edip kolonilere sürülmüş. Kolonilerin kaderi toksik temizlik ekibi olarak harcanmak. İsyankâr ve itaatsizlerin bir kısmı da kısırlaştırılıp ‘Jezebel’in Yeri’ adlı kerhaneyi boyluyor. Her taraf muhbir ve siyasi suçlu kaynadığından boynunda yaftayla asılıp, teşhir edilmek de kanıksanmış. Rejimin sembolü altın rengi bir göz herkesi izliyor.

Haberin Devamı

‘Tanrı Meyveyi Kutsasın’
Kadınların katı bir şekilde sınıflandırıldığı hiyerarşinin tepesinde mavili komutan eşleri var. Damızlık kızlar kırmızıya mahkûm. Orta yaşlı kısır kadınlardan oluşturulan yaman denetim mekanizması ‘Teyzeler’ hakiler içinde. Komutan eşlerinin emrindeki hizmetçi-dadı karışımı ‘Marthalar’ gri giyiyor. En alttakilerse çizgili giyen ‘Ekonokadın’lar, yoksul erkeklerin karıları.
Kontrollü ve monoton bir hayat süren damızlık kızlar ‘Alçakgönüllülük görünmezliktir. Görülmek fethedilmektir” şiarıyla peçe takıyor. Kaç kez tuvalete gidecekleri karta işleniyor. Ellerini ceplerine sokmalarına bile izin verilmiyor. Sabun dışında her şey süs diye lanetlenmiş ve okuma–yazma yasak. Bir şey hissedemeyecek kadar uyuşmuş bu kadınlar arasında onaylanmış selam sözüyse “Tanrı meyveyi kutsasın.”
Üniformalı komutanların eş refakatinde ve görev ciddiyetiyle gerçekleştirdiği cinselliğin arzuyla alakası yok. Sürekli aşağılanan bu kadınlar sadece siyasi erkeklerin tecavüz suçlamasıyla linç edildiği Kurtuluş (İnfaz) Ayinleri’nde rahatlıyor. Atwood’un apokaliptik fantezisi, kadına zulmün erkek hayatını da kararttığının anlaşılmasıyla azıcık aydınlanıyor. Bu sayede Yeraltı Kadın Yolu ve Mayday Örgütlenmesi gibi umutlar beliriyor. Hayır, erkekler için her zaman ‘komutan’lık ve ‘muhafız’lık dışında üçüncü bir yol daha var...

Haberin Devamı

‘Koyu entrikalar benim uzmanlığımdır’
Yazarın Türkçede yeniden basılan kitaplarından biri de Canan Sılay’ın çevirdiği ‘Kör Suikastçı’. Dünyada 2000, Türkiye’de 2001’de basılan ve ödüllere boğulan kitap 1900’ler Toronto’sunda İris ve kardeşi Laura’yı anlatıyor. Çok katmanlı ve oyuncaklı bir metni de halı gibi seriyor. Hatta ‘roman içinde roman’ tekniğini ileri götürerek, üçüncü bir roman daha gömüyor. İç içe geçmiş metinlere siyaset, aşk, hatırat ve bilimkurgunun yanı sıra ‘Binbir Gece Masalları’ atmosferini de ustaca yediriyor. 672 sayfalık hacim boşuna değil yani.
Anlatıcı, yalnız bir ihtiyar olarak son demlerini yaşayan İris. Kitabın açılışındaysa kardeşinin 25’inde intihar ettiğini öğreniyoruz. “Evrenin kötü niyetinin” mutsuzlaştırdığı Laura, öldükten sonra yayınlanan ‘Kör Suikastçı’ kitabıyla kült olmuş. Ufacıkken öksüz kalan iki kardeş, fabrikatör baba gözetiminde izole bir çocukluk geçiriyor. İris 18’ini doldurduğunda neredeyse iki katı yaşındaki sanayici Richard Griffin’le evleniyor. Biraz da işleri bozulan babasına yardım için razı olduğu bu evlilik, iki kardeşin trajik hayatını derinden etkiliyor. Ve bütün bu olay örgüsü “Koyu entrikalar benim uzmanlığımdır” ucuz roman yazarı radikal siyasi Alex Thomas’ta düğümleniyor.

DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ

Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm

Margaret Atwood
Çeviren: Canan Sılay
Doğan Kitap, 2017
384 sayfa. 

 

Haberin Devamı

KÖR SUİKASTÇİ

Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm

Margaret Atwood
Çeviren: Canan Sılay
Doğan Kitap, 2017
672 sayfa. 

BAKMADAN GEÇME!