Baltacı hikáyesi palavra çıktı ama Abdüláziz’in Eugenie’si doğruymuş

Baltacı Mehmed Paşa ile Rus Çariçesi Katerina ve Abdüláziz ile de Fransa İmparatoriçesi Eugenie arasında ‘çok özel’ birşeyler geçtiği yolundaki söylentiler, bizim için asırlar boyunca ‘milli bir iftihar vesilesi’ oldu.

Ama, Baltacı’nın Katerina’nın yüzünü bile görmediği ve hakkında anlatılanların hoş fakat boş bir hikáye olduğunun ancak geçen yıl ortaya çıkması üzerine bir hayli üzüldük ve ‘Abdüláziz’in Eugenie’si’ ile teselli bulmaya çalıştık.

Teselliyi bir İspanyol kontunun kızı olan Eugenie’de aramakla ne kadar doğru bir iş yaptığımızı da tam 135 yıl sonra bir başka İspanyol, İstanbul’daki İspanyol Kültür Merkezi’nin Müdürü Pablo Martin Asuero doğruladı. Asuero, yeni yayınlanan ‘Mavi Sütunlu Saray’ isimli kitabında Abdüláziz ile Eugenie’nin 1869’un 17 Ekim gecesi Beylerbeyi Sarayı’nda saatlerce beraber olduklarını doğruluyor ve bu beraberliğin ‘çok özel’ ayrıntılarını anlatıyor.

BALTACI Mehmed Paşa ile Sultan Abdüláziz, çapkınlık tarihimizin iki zirvesiydi. Baltacı ile Rus Çariçesi Katerina ve Abdüláziz ile de Fransa İmparatoriçesi Eugenie (okunuşu: Öjeni) arasında ‘çok özel’ birşeylerin geçtiği yolundaki söylentiler, bizim için asırlar boyunca ‘milli bir iftihar vesilesi’ olmuştu.

Ama, tarihçi Erhan Afyoncu, Baltacı’nın Katerina’nın yüzünü bile görmediğini ve hadise hakkında anlatılanların hoş fakat boş bir hikáye olduğunu geçen yıl ortaya çıkartınca bir hayli üzüldük ve ‘Neyse ki, Sultan Abdüláziz Fransız İmparatoriçesi Eugenie ile birşeyler yapmıştı’ diye teselli bulmaya çalıştık.

Teselliyi bir İspanyol kontunun kızı olan İmparatoriçe Eugenie’de aramakla ne kadar doğru bir iş yaptığımızı, tam 135 yıl sonra bir başka İspanyol, İstanbul’daki İspanyol Kültür Merkezi ‘Cervantes Enstitüsü’nün Müdürü Pablo Martin Asuero doğruladı. Asuero, yeni yayınlanan ‘Mavi Sütunlu Saray’ isimli kitabında Abdüláziz ile Eugenie’nin 1869’un 17 Ekim gecesi Beylerbeyi Sarayı’nda saatlerce beraber olduklarını yazdı, üstelik bu beraberliğin ‘çok özel’ ayrıntılarını da anlattı.

AKLI PARİS’TE KALDI

Önce, Abdüláziz ile Fransa İmparatoriçesi Eugenie hakkındaki söylentileri kısaca bir hatırlatayım:

Abdüláziz, Avrupa’ya savaş değil, gezmek maksadıyla giden ilk ve son Türk hükümdarıydı. 1867 Ağustos’unda yaptığı 46 günlük Avrupa seyahatinde İngiltere’yi ve Fransa’yı ziyaret etmiş, Paris’te aklını başından alan bir hanımla tanışmıştı: Fransa’nın güzelliğiyle ve zekásıyla meşhur imparatoriçesiyle, yani Üçüncü Napoleon’un karısı Eugenie ile... Söylenenlere göre hükümdarın gözü artık başka birşey görmez olmuş ve dönüşte bile aklı-fikri Eugenie’de kalmıştı.

Eugenie’yi yeniden görebilmek, hükümdara iki sene sonra yeniden nasip oldu. İmparatoriçe, Süveyş Kanalı’nın açılış merasimine davetliydi ve gemiyle Mısır’a giderken 1869’un 13 Ekim’inde altı günlüğüne İstanbul’a da uğradı.

Dedikodular, ziyaretin hemen ilk gününde başladı. Hükümdar, Paris’te kendisine evsahipliği etmiş olan imparatoriçe için Beylerbeyi Sarayı’nı hazırlatmış, hazırlıkların başında bizzat bulunmuş, Eugenie’yi daha karaya ayak basmadan denizde karşılamış ve peşpeşe hediyelere boğmuştu. Abdüláziz’in Eugenie’ye gecelik yaptırtması için binlerce altın değerinde bir de şal verdiği bütün şehrin dilindeydi.

İstanbul birkaç gün sonra bir başka dedikoduyla çalkalandı: Sultan Abdüláziz, Eugenie’nin nedimelerini ve yaverini bir gece bahaneyle imparatoriçenin yanından uzaklaştırdıktan sonra Dolmabahçe’den Beylerbeyi’ne geçmiş ve gün ağarıncaya kadar Eugenie’yle beraber kalmıştı.

ÇOK ÖZEL AYRINTILAR

Derken, araya peşpeşe feláketler girdi. Abdüláziz tahtından indirilip öldürüldü, aslen İspanyol olan Eugenie, kocası Üçüncü Napoleon’la beraber hayatının sonunda bile noktalanmayacak olan bir sürgüne gitti ve Osmanlı hükümdarıyla Fransız İmparatoriçesi’nin arasında olup bitenlerin hep bir söylenti halinde kaldı.

İşte, bütün bu söylentiler, aradan tam 135 sene geçtikten sonra, geçtiğimiz günlerde doğrulandı. Hem de Eugenie gibi bir İspanyol tarafından: İstanbul’daki İspanyol Kültür Merkezi ‘Cervantes Enstitüsü’nün Müdürü Pablo Martin Asuero, yeni yayınlanan ‘Mavi Sütunlu Saray’ isimli kitabında Abdüláziz ile Eugenie’nin 1869’un 17 Ekim gecesi Beylerbeyi Sarayı’nda saatlerce beraber olduklarını doğruluyor ve bu beraberliğin ‘çok özel’ ayrıntılarını anlatıyor.

Yandaki kutularda, Asuero’nun Beylerbeyi Sarayı’nda 17 Ekim 1869 gecesi yaşananlar hakkında yazdıklarının ‘yayınlayabildiğim’ bir bölümü ve Eugenie’nin fırtınalı hayatı yeralıyor. Sarayda o gece yaşananların tamamını merak ediyorsanız Asuero’nun kitabını okuyun ama Türkiye’yi Avrupa’ya gerçek mánada dahil eden ilk devlet adamı olan Sultan Abdüláziz’i hayırla yádetmeyi unutmayın ve bu büyük hükümdarı siz de rahmetle anın!

Abdüláziz’i doksanında bile unutamamıştı

BİR
İspanyol kontunun kızı olan Eugenie, 1826’da Granada’da doğdu. İspanya’nın en güzel kızı olarak tanındı, gençlik yıllarını Paris’te geçirdi ve burada sonradan ‘İmparator Üçüncü Napoleon’ unvanını alacak olan Louis Napoleon’la tanıştı.

1853’te ‘imparator’ Louis Napoleon’la evlenip ‘Fransa İmparatoriçesi’ oldu ve Fransızlar’ın gönlünde taht kurdu. Güzeldi, zeki idi ve politikaya meraklıydı. Katolik Partisi’ni destekledi ve imparatorun Fransa dışında bulunduğu sıralarda ‘imparator naibesi’ olarak Fransa’yı bizzat o idare etti.

Kocası Üçüncü Napoleon’un Alman ordularına karşı 1870’te Sedan’da yenilip esir düşmesi üzerine Paris’i terketmek ve İngiltere’ye sığınmak zorunda kaldı. Bir sene sonra serbest bırakılan kocasıyla burada yeniden biraraya geldi. Fransa’ya tekrar dönemeyen imparatoriçe, tam yarım asır boyunca sürgünde yaşadı. Kocasının 1873’teki ölümünden sonra da politikayla uğraşmaya devam etti ama İngiliz ordusuna katılıp Güney Afrika’ya savaşa giden oğlunun bir çatışmada can vermesi üzerine kendini dine verdi ve acılarını unutmak için seneler boyu diyar diyar dolaştı. 1920’de Madrid’de 94 yaşındayken öldüğünde, Fransa’ya tam 50 seneden beri gidememişti.

Eugenie, 1911 Haziran’ında yatıyla İstanbul’u bir daha ziyaret etti ve zamanın hükümdarı Sultan Reşad’dan garip bir ricada bulundu: İstanbul’a o tarihten 42 sene önceki ilk gelişinde henüz küçük bir çocuk iken tanıdığı bir şehzadeyi, Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzettin Efendi’yi görmek istedi. Şehzade ile görüştü ve bu isteği İstanbul’un yanısıra Paris’te de oldukça manidar karşılandı. O dönemde sarayın ‘mabeyin başkátibi’ yani ‘genel sekreteri’ olan meşhur romancı Halid Ziya Uşaklıgil, hatıralarında bu görüşmeden bahsederken ‘...Kalbini neler burktu, bunu keşfetmek mümkün değildir. Fakat dönüşünde, rıhtımdaki sandala binerken daha ziyade yaşlanmış, daha ziyade çökmüş gibiydi’ diye yazacaktı.

Eugenie ile Abdüláziz meğer neler yapmışlar

‘...Beylerbeyi Sarayı’na girmek ve ikinci kata çıkmak, oldukça kolaydır. Fransız maiyetinden kimse görmez onu.

Saray hizmetkárlarının verdikleri haberlere göre, gece herkes yatıp uyumaktadır. Kapının yaldızlı kolunu kıvırıp gürültü yapmadan içeri girer. Eugenie gelişini duymuş olmalıdır. Kapı açılınca meydana gelen hava akımıyla alevleri titreşen dört mumlu bir şamdan yanar içeride. Üstündeki örtüyü iterek yavaşça yatağından kalkar ve ayağa kalkınca geceliğinin şeritlerinden birisini çekip Padişah’ın önünde çırılçıplak kalır. Mumların yaldızlı ışığı sedef renkli bedenine ve kızıl saçlarına yansır.

Sonunda ona sahip olur, beklemek meyvesini vermiştir ve bir kez daha, avının karşısına dikilen bir kaplan gibi, saldırmadan önce onu seyreder.

...Eugenie geriye hamle edemeyeceği kadar yakınındadır. Onun tereddüt ettiğini görür ve inisiyatifi ele alır. Yaklaşır. Kollarıyla başını tutar ve karşılık vermesini sağlayacak biçimde öper onu, eliyse bedeninin en mahrem yerlerinde gezinir. Erkek anatomisi gibi İslámi esasları da bilmemektedir ama bunun önemi yoktur, kendisini dürtülerine bırakır, gözlerini kapar ve onun kolları arasına gömülür.

Böylece, Abdülaziz, bütün bedenine barut gibi yayılan tutkunun alevlendiğini görüp yatağa götürür onu. Her ikisi de, birbirlerini ilk gördükleri andan beri tuhaf bir gücün kendileriyle oyun oynadığının bilincindedir. Bu güç, onları, bir mıknatısın çeken ve iten kutuplarına dönüştürür ve işte şimdi, bu buluşmayı nihayete vardıracaklardır. Böylece, iki yıl bekledikten sonra, birbirlerinin olabilir, birbirlerinin içinde yitebilir ve bedenlerinin içiçe girmesine izin verebilirler.

Aynı dili konuşamamaları, kültürlerinin tümüyle farklı olması ya da bu ilişkinin kaçamak bir iki buluşmaya mahkûm olması önemli değildir. Hiç rol yapmadan, birbirlerinin kollarında birleşmişlerdir. Padişah’ın fesi ve kisvesi ayaklarının ucundadır; Kraliçe’nin odasındaki bir iskemlenin üstünde duran bu şeylerle birlikte görevi ve rolü de bir kenara bırakılır; başka kılıklara girmeden mahremiyetleri, bedenleri ve içlerindeki her şey kendini bulur.

Bütün protokol kurallarının ötesinde, zevke, bir arada olmanın ve birbirlerini keşfetmenin zevkine teslim olmuştur iki beden...’ (Pablo Martin Asuero, ‘Mavi Sütunlu Saray’, sah: 141-142).
Yazarın Tüm Yazıları