Babalar

Üslubuna kurban olduğumuzun Başbakan’ı yine mühim beyanatta bulunmuş:

"Babalar var babalar... İşi havuduyla götürenler var." Kim bu babalar? Baba vergi kaçakçıları: "Vergi topluyoruz derken, öyle işportacıdan, bakkaldan makkaldan, dolaşmak suretiyle vergi toplama olmaz. Babalar var babalar... Onları nasıl takip edeceğiz orası önemli. Yoksa maliye, bizim bütün vergi toplayan ekibini seferber etse, ne işportacıların tamamına ulaşabilir, ne de bakkalın tamamına ulaşabilir ama öbür taraftan işi hanuduyla götürenler var."

Efendim, hükümeti kurduklarında kendilerine "Kaynağınız nerede?" diye sorulduğunda, "Türkiye" yanıtını vermişler. (Ki yemin etseler başları ağrımaz...) Kendilerinden önceki dönemlerde toplanan vergileri bugün kat be kat aşmışlar. Bu da yeterli gelmemiş. Vergilerde indirime bile gitmişler. Kayıt dışı ekonomiyi önlemede de mücadele vermekteymişler. Ama ah, bunların kayıt altına alınması konusunda daha yüzde 50’lere bile erişememişler: "Vergileri artırmadık, düşürdük. Ben yeterli görmüyorum, daha da düşecek. Daha da düşecek ama kaynaklarımızın olması lázım ki bir taraftan yatırımlarımızı yapalım."

Şimdiii, Maliye Bakanı’nın hakkında günaşırı gensoru önergesi verilen Kemal Abi Unakıtan olmasını, kendilerinin mahdumunun yumurtaları ya da kerimesinin işleri söz konusu olduğunda, maliye kendi çiftliği ya, hakikaten de vergi indiriminde hiçbir fedakárlıktan kaçınmamasını filan bir yana koyup, şu vergi ve kaynak meselesine bir de tersten bakalım isterseniz.

Sırf Başbakan konuşacak değil ya, memlekette ağzı olan konuşuyor (!), hatta utanmadan yazıyor, nitekim geçen hafta, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün yaptığı yazılı açıklamada, İl Özel İdaresi ve Belediye Gelirleri Kanun Tasarısı’nın bazı vergilerin kapsamını genişletmenin yanı sıra yeni vergiler de getirdiğini söyledi.

Üstelik bunu "Deli Dumrul hortladı" cümlesiyle pekiştirerek ifade etti.

Sinan Aygün’e göre, kanun tasarısının esas amacı belediyelere kaynak sağlamak. Bu durumda, batık bankalar yüzünden 55 milyar doları tıkır tıkır cebinden ödeyen vatandaş, şimdi de belediyelerin Hazine garantili, 13 milyar doları bulan borçlarını fitil fitil ödemeye koyulacak. Utanmaz Aygün, yetmezmiş gibi bir de ihale olsun, vergi olsun, kaynak yaratmak konusunda Allah vergisi üstün bir yeteneği bulunan İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın parlak fikrine dil uzatıyor.

Topbaş, biliyorsunuz, kasım ayında Meclis gündemine girecek İl Özel İdareleri ve Belediye Gelirleri Kanun Tasarısı’yla ilgili yaratıcı bir öneri şey edegeldi...

Taşıt başına yılda 100 YTL alınsınmış. 1300 otoparka sahip İstanbul’a yeni otoparklar yapmak, cillop gibi çözümmüş. Zira şu anda otoparklar 150 bin araç kaldırabiliyormuş ama trafikte tam 2 milyon 350 bin araç varmış: "Bunlar yönetimlere para kazandırmak, bir takım gelirler elde etmek adına değil, kent yaşamını kolaylaştırmak, trafiği rahatlatmak, kentin huzuru adına düşüncelerdir." Her türlü cümleyi tükettiğimiz için artık kendisine sadece "Allah da sizi güldürsün" şeklinde temennilerimizi sunabildiğimiz Topbaş da böyle diyor.

2 milyon 350 bin araçtan toplanacak para 235 milyon YTL ediyor. Anlayacağınız, damlaya damlaya Hazar Denizi tadında şapşahane bir göl olacak; ampul kadar parlak bu fikrinden dolayı Topbaş’ı kutluyoruz.

Yalnız tabii kaşınan uyuz misali küçük tefek beynimizi gıdıklayan kimi sorular da yok mu; var... Meselá, yine Sinan Aygün’ün sorduğu; zaten ödenen, ödenmekte olan paralar nerede sorusu var. Zira cadde ve sokağa ya da evinin önüne aracını park edenlerden "otopark vergisi" almayı planlıyorlar ama binaların inşası sırasında belediyelere otopark harcı adı altında ZATEN eşek yüküyle vergi ödeniyor. E, o paralar nerde? Belediyeler o paralarla otopark yapmıyorsa ne yapıyor? İstanbul trafiğinin içine edecek 117 milyonbininci bir çözüm olabilir mi?

Benim de naçizane bir sorum olacak ayrıca? Eline çakıyı alan yurdum insanı, memleketin bir kaldırımını parselleyip kendi otopark mafyasını oluşturmuş durumda zaten. Yarın bir gün diyelim Beyoğlu’nda araba park edeceksiniz. Herif de gelmiş, "Saati 20 káğıt, bayıl bakalım" diyor. Ne diyeceksin? "Vergimi duble duble ödedim kardeşim, otomobilin boyasını çizer ya da lastiğini söndürürsen seni kulağından tuttuğum gibi Kadir Topbaş’a götürürüm" mü?

Bunların yanında Sinan Aygün’ün çenesi bir düşüş düşmüş, üç-beş meselesi daha var. Eğlence vergisinin kapsamından, turizmdeki "konaklama vergisi"ne kadar birçok nurtopu vergiden dem vuruyor... Ve lafı; "Hükümet yeni vergiler icat etmiş ama bazılarını unutmuş" diye bağlıyor: "Yürüme vergisi, karşıdan karşıya geçme vergisi, gözünün üstünde kaşın var vergisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma vergisi... Onları da biz hatırlatalım."

Buyrun burdan yakın efendim. Sayın Başbakan’ın demiş olduğu gibi: Babalar var babalar...

Kim babalara geliyor, onu da siz düşünün, hesap edin. Ki düşüneceksiniz zaten kasımdan itibaren kara kara...

Hadi bakalım, pamuk eller cebe; oylar Deli Dumrul’a...

Deli işi

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde, validesinin kendisini doğururken ne düşündüğünü çok merak ettiğimiz Kemal Kerinçsiz, son romanı Baba ve Piç’teki karakterlerden birinin sözleri yüzünden 301. Madde’den, yani "basın yoluyla Türklüğü aşağılamak"tan yargılanan ve AB ve dünyada yarattığı infial sağolsun, daha birinci celsede beraat eden Elif Şafak’ın davasını temyize taşımakla meşgûldü.

Bu ülkede hayat gerçekten karikatür tadında akıyor akmasına ya, bir yandan da evrimin, düşünsel gelişimin irtifa kaydettiğini görmek, maalesef Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un gözleri açık, uyumadığı bir fotoğrafını görmekten bile zor.

Geçen gün, Atilla Koç’la ilgili müstear isimle yazdığı bir yazısından dolayı Penguen dergisine 5 bin YTL ödemekle cezalandırılan, saygıdeğer, "üst. insan" Metin Üstündağ, nam-ı diğer Met-Üst, "Edebiyatçılar, fiktif kahramanlarının yaptıklarından dolayı yargılanabilir mi?" konusunun işlendiği, NTV’deki Haber Merkezi programında, mevzuyla dalgasını geçiyordu.

"Türk mizahı, altın çağını 1980 darbesi arifesinde yaşamıştı. Derdimizi alt metinlerle anlatmak zorunda kaldığımız için çizerliğimiz ve mizahçılığımız gelişiyor" minvalinde cümlelerle.

Ve gülerek lafı "mizahçılarla uğraşmak akıl kárı değildir"e bağlıyordu: "Biz deliyiz. Deliyle uğraşılabilir mi?"

Bence de bu var ya, Türk mizahı için, çok müstesna bir dönemdir. Misál, kaçırmış olanlar için: Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, geçen hafta; "Türkiye’de bir mozaik varsa, Osmanlı Devleti gibi parçalanması kaçınılmaz olur. Mozaik kelimesinin hedefi ortadadır" buyurdu.

Atatürk’ün "muasır" sözünü "batılılaşma" olarak düşünmek yanlışmış: "Ne yazık ki, ülkemizde pek çok kişi mozaik kelimesini gerçek anlamı dışında, adeta zenginlik gibi yanlış bir kavramda kullanıyor. Bu yanlış anlama ve kullanma, telafisi mümkün olmayan sonuçları doğurmaktadır. Türkiye mozaiği sözünü kullanmaktan kaçınmamız gerekmektedir."

Şimdi bu, deli işi, yani karikatür değilse nedir?
Yazarın Tüm Yazıları