Aziz Yıldırım ne demek istiyor

TAM da Fenerbahçe’nin büyük zaferinden sonra Aziz Yıldırım’a karşı ‘çıkıntılık’ yapmanın, köşe yazarlığı stratejisi açısından pek de akıllıca bir iş olmadığının farkındayım.

Ama madem olayların üzerine ‘bodoslama’ gitmek gibi bir zaafımız vardır, o halde kalemimizi tutmayalım:

Efendim, bu ‘girizgáh’ı yapmamın nedeni şudur:

Fenerbahçe Kulübü’nün resmi internet sitesinde gezinirken (Ne arıyorsam?) ‘Sayın Erman Toroğlu’ başlıklı bir yazıya rastladım.

FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın, Erman Toroğlu’nun bir yazısına verdiği yanıttı bu. Yıldırım, Erman Toroğlu’nun kendisine yönelik sataşmalarına ‘usta bir polemikçi’ edasıyla yanıtlar veriyor ve böylece Toroğlu’na yeni polemik mevzuları bahşediyordu.

Hemen söyleyeyim:

Benim ilgimi bu tartışmanın içeriğinden ziyade Aziz Yıldırım’ın yanıtındaki iki nokta çekti.

Birinci nokta şudur:

Aziz Yıldırım, yazısının bir yerinde Erman Toroğlu’na şöyle sesleniyor:

‘Siz rakı ve meze masalarında Fenerbahçe’yi mi konuştunuz?’

Vallaha benim bildiğim bu ülkede her platformda olduğu gibi, ‘rakı-meze masaları’nda da futbol konuşulur, Galatasaray konuşulur, Beşiktaş konuşulur...

Ve tabii Fenerbahçe ile Aziz Yıldırım da konuşulur. Ne yani?

Fenerbahçe kutsal bir yapı mıdır ki, ‘rakı-meze masaları’nda konuşulması zinhar yasak olsun?

* * *

Takıldığım ikinci nokta ise şudur:

Aziz Yıldırım, Erman Toroğlu’na verdiği yanıtı şu cümleyle bitiyor:

‘Sizi yalanlarınızla beraber Fenerbahçe’nin büyük taraftarlarına havale ediyorum.’

Aziz Yıldırım’a sormak isterim: ‘Taraftara havale etmek’ ne demektir?

Fenerbahçe taraftarları, başkanları tarafından kendilerine havale edilen Erman Toroğlu için nasıl bir iyilik düşünmelidir?

Ve bu cümlede açıktan bir ‘hedef gösterme’ havası yok mudur?

Futbol fanatizminin azdığı, statlarda bıçaklama olaylarının yaşandığı, holiganizmle mücadele yollarının araştırıldığı bir dönemde, Türkiye’nin en önemli futbol kulüplerinden birinin başkanının, bir spor yorumcusunu hedef göstermesini normal mi karşılayacağız?

Tabii ki normal karşılamayacağız ve Yıldırım’a şöyle sesleneceğiz:

Aziz Bey, lütfen!

Barlas’a yanıt

TÜRK tipi belgesellerin nasıl da belli şablonlar üzerine oturtulduğunu vurguladığım yazıma Mehmet Barlas’tan itiraz geldi.

Türkiye’de televizyon kanallarının belgesellere ayırdıkları bütçenin azlığından şikayet eden Barlas, ‘Televizyonlar bizim belgeselcilere para mı veriyor? Para olsa harikalar yaratacaklar ama para yok’ demeye getiriyor.

Bir yönüyle haklı tabii.

Ama Barlas, sorunu sadece ‘bütçe sorunları’na indirgememeliydi.

Çünkü bizde ‘az emek, sıfır yaratıcılık, şablonlara yaslanma ve kolaycılık’ ilkeleri üzerine oturtulan belgesel çekme anlayışı, neredeyse tek geçerli yöntem olmaya başladı.

Bir de şu var:

Batı’daki başarılı belgesellerin hepsi büyük bütçelerle çekilmiyor ki.

İşte Türkiye’de de yakından tanınan ünlü belgeselci Michael Moore...

Barlas’a soruyorum: ‘Benim Cici Silahım’ adlı belgeseli çekmek için ‘yüksek bütçe’ mi yoksa ‘biraz yaratıcılık’ mı gerekli?

Ya da...

Geçen yıl Türk sinemalarında da gösterilen ‘Super Size Me’ adlı, fast food türü rastoranların kıyasıya eleştirildiği belgeseli çekmek için paraya mı ihtiyaç var, yoksa zekice bir kalkış noktasına mı?

Görüntüleri peş peşe bağlayıp içli metinler okuyarak oluşturulan ‘Türk tipi belgeseller’, bundan 20-25 yıl önce ilginçti. Ama artık değil.

Türk televizyonculuğu gelişiyor, Türk futbolu gelişiyor, Türk romanı gelişiyor ama ‘Türk tipi belgeselcilik’ alanında milim kıpırdama yok.

Benim şikayetim bundandır.

Başbakan da İsmet Özelci çıktı

BAŞBAKAN
Erdoğan, geçen gün ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında şöyle dedi: ‘Şairin dediği gibi uzun yola hüküm giydik.’ Hatırlayalım: Erkan Mumcu da AKP’yi bıraktığı gün ‘Uzun yola çıkmaya hüküm giydim’ demişti. Yani İsmet Özel’in, ‘Mataramda Tuzlu Su’ şiirinin dizeleri, politik alanda malzeme olarak kullanılmaya devam ediyor. Durumdan müşteki olan Ahmet Tulgar’ın kulakları çınlasın.
Yazarın Tüm Yazıları