Ayşe'nin Gözlüğü

Güncelleme Tarihi:

Ayşenin Gözlüğü
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 29, 1997 00:00

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Hayatta başarılar dilerim!

Herşeyin başı...

Başarı!

*

İlkokul bitti mi?

İyi ama biliyorsunuz gerisi var...

Kolej sınavlarınız ‘‘başarılı'' geçti mi?

İyi öyleyse.

Ya, kolej yılları...

Yoksa, kolej de bitti mi?

‘‘Başarılı'' bir dereceyle mi mezun oldunuz?

Harika.

Peki üniversite sınavınız...

‘‘Başarılı'' geçti mi?

Siz ilk cinsel deneyiminizde ‘‘başarılı'' oldunuz mu?

Muazzam.

Üniversite mezuniyet ‘‘başarısı'' ne alemdeydi?

‘‘Başarı'' dereceniz master ya da doktora yapmanız için yeterli miydi?

Sırası geldi artık...

Evliliğiniz ‘‘başarılı'' oldu mu?

Baba ya da anne olmayı ‘‘başarabildiniz mi''?

Bütün bunlar olurken işinizde ‘‘başarılı'' olabildiniz mi?

Sosyal hayatınızla özel hayatınızı ‘‘başarılı'' dengeleyebildiniz mi?

Peki siz, ürettiklerinizde, yarattıklarınızda ‘‘başarılı'' oldunuz mu?

Ekibinizle, iş arkadaşlarınızla, patronunuzla, amirinizle ilişki kurarken ‘‘başarılı'' mıydınız?

Ayıptır sorması, cinsel hayatınızdaki ‘‘başarıyı'' sürekli kılabildiniz mi?

Son olarak para kazanma konusunda ‘‘başarılı'' olup olmadığınızı sorsam...

Ne diyeyim ki ben o zaman...

Size hayatta ‘‘başarılar'' dilerim!

*

Birilerine, ‘‘yeryüzünde vazgeçemeyeceğiniz şeylerin bir listesini yap ve alta alta yazın'' deseniz, göreceksiniz ki sevgi gibi, aşk gibi, seks gibi, para gibi, mutluluk gibi ana kavramların yanında başarı da mutlakayer alacaktır.

Bizler gerçekten de başarıdan vazgeçemeyiz.

Bizler hep onun peşindeyiz...

Her alanda başarıyı elimizde olmadan, istemeden gölge gibi takip ederiz, kokusunun, izinin peşine düşeriz.

Tayin edici bir şeydir başarı.

Anneler babalar bile kendi çocuklarını başarılı olup olmadıklarıyla değerlendirirler. Onlara şans dilerler, ‘‘Şansı bol olsun kızımın!'' derler. Ama bu şans kızlarının mutlu olmasından çok başarılı olması için dilenmiştir.

Başarılı olan mutlu da olur, öyle değil mi?

Başarının tanımı, kriteri, yaşanılan çağa, içinde bulunulan ortama, duruma, trendlere, esen rüzgara, kişilere, çoğunluğa, azınlığa göre değişse de fark etmez...

Başarılı olmak bir ölçüdür.

Üstelik en fakirinin de, en zenginin de, en kültürlüsünün de, en cahilinin de mutlaka bir başarı tanımı vardır.

Herşey ona göre değerlendirilir.

Başarılı olmayanların ise...

Vay haline!

*

Ama ben şimdi size farklı bir öykü anlatacağım...

‘‘Ay Sarayı'' adlı kitaptan...

Yanılmıyorsam olay Arizona'da geçiyor. Bir ressam başarılı resimler yapmak için yanında birileriyle (biri rehberdi galiba) yola koyuluyor. Sonunda da hepsi ölüyor. Olağan üstü bir manzara, bir yıllığına yetecek yiyecekler, boya ve tualler orada tek başına kalıyor.

O andan itibaren, ressam yaptığı resimlerin yeryüzünde kimse tarafından bir daha asla görülemeyeceğini anlıyor ve macera başlıyor...

Beni çok etkiledi çünkü:

1. Adama yaptığı resimlerin hiçbir zaman hiç kimse tarafından görülemeyeceği duygusu, şaşırtıcı ama ‘‘umutsuzluk'' yerine ona ‘‘özgürlük'' veriyor!

2. Çünkü artık ne kimsenin ne diyeceği, ne de ne düşüneceği umrunda! Yalnızca kendisi için resim yapıyor. Sadece bu duygusu bile daha öncekilere kıyasla yaptığı işte müthiş bir farklılık yaratmasına sebep oluyor...

3. Adam hayatında ilk kez sonuçları merak etmekten kurtuluyor. Dolayısıyla ‘‘başarı'' ve ‘‘başarısızlık'' kavramları onun için tamamen anlamını yitiriyor...

4. Birdenbire sanat denilen şeyde amacın güzel nesneler yaratmak olmadığını kavrıyor. Kendi kendine, ‘‘Sanat dünyayı anlamanın, insanın dünyadaki kendi yerini bulmasının bir yöntemi, o kadar!'' diyor.

5. Öğrendiği tüm kuralları unutuyor. Birdenbire uyguladığı sadece o muazzam görüntünün kendisine dayattıkları oluyor. O da içinden geldiği gibi resim yapmaya yöneliyor...

5. Gerçi o da bilmiyor, çıkardığı işlerin ‘‘başarılı'' olup olmadığını. İşte püf noktası burada. Önemi yok! Güzel olup olmadıkları hakkında da bir fikri yok! Zaten fikir yürütebilecek bir Allah'ın kulu da yok! Önemli olan, resimlerin onun olması ve ne bugüne kadar yaptığı resimlere, ne de gördüklerine benzememesi...

*

Elbette ki moralim bozuldu.

Yani illa, ölüme terkedilmiş bir vaziyette bir mağara da mı yaşamak lazım bunları hissetmek için?

Birgün bizler de böyle hissedebilecek miyiz?

‘‘Başarılı'' olur muyum olmaz mıyım endişeleri gütmeden birşeyler yapabilecek miyiz?

Onay almayı beklemeden...

‘‘Elalem ne der!'' diye düşünmeden...

Sadece kendimiz için...

Hissettiğimiz gibi, içimizden geldiği gibi, sonuçları hesaplanmadan, içimizdeki kulağımızla (yüreğimizin altında!), o içimizdeki patlamaları dinleyerek, onların havai fişek gibi renk renk farklı şekillere bürünmelerini izleyerek, sadece ve sadece onların peşine düşerek...

Sadece kendimize!

İş hayatımızda da, özel hayatımızda da...

Başarılı değil...

Sadece mutlu olmak adına!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!