Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Bir övgü yazısı

SON zamanlarda yazılı basında sevdiğim herşeyi öveceğim anasını satayım.

Bugün böyle bir mood'dayım.

Çünkü hep aksini yapıyoruz.

Car car car eleştiriyoruz.

Alay ediyoruz, gülüyoruz, yerin dibine batırıyoruz.

Oysa, küçümsemek dünyanın en kolay işidir.

Fazla beyin bile gerekmez.

Kendini başka bir yere koyarsın, herkesin herşeyin ennn tepesine, elitsin ya, o fırsatlar senin elinde olsa neleeer neleeer yaparsın, ama tenezzül dahi etmemişsindir ya...

Alırsın bir arkadaşını karşına, başlarsın konuşmaya:

- O kötü olmuş...

- Şu rezil bir iş çıkarmış...

- Bilmem ne gazetesi kötüye gidiyor...

- O dergiyi evime bile sokmam...

- Filanca'nın pazar yazısını okudun mu, neydi o...

- O manşeti atanın Allah belasını versin...

* * *

Havalar da güzel...

Ama biz çirkiniz.

İçimiz, içimiz!

Birbirimizin gözünü oymaktan hiç sıkılmıyoruz.

Kötülükleri yetiştirmekte üzerimize yok ama iyi bir şey olmuşsa tık yok! Neden bu kadar cimriyiz? Neden susuyoruz? Neden alkışlamaktan hiç haz duymuyoruz? Neden hepimiz, hepimizi bu kadar kıskanıyoruz?

Bir afra tafradır gidiyor, herşeyin en iyisini biz biliyoruz, herşeyin en iyisini biz yapıyoruz.

Geri kalan herkes bok.

Yok öyle yağma.

Ayrıca bu kadar negatif olmak çok sıkıcı.

Ve acıklı.

Hani öyle kadınlar vardır ya, girerler bir berbere herşeyi ama herşeyi eleştirirler. Boğmak gelir içimden onları. Tanrıya dua ederim, şunun kocası kendine bir sevgili bulsun da, bu kadın mutsuzluğu içinde boğulsun. Kendi tükürüğünden boğulanlar var ya. Aynen öyle.

Katiyen susmazlar, sürekli yakınırlar:

Saçları iyi kesilmemiştir/ boyası kötü olmuştur/ havalandırma iyi çalışmıyordur/ fönü tutan çocuğun önlüğü yeteri kadar beyaz değildir/ o yediği tostun peyniri nedir/ manikürcü parmağını oymaktan hemen vazgeçmelidir/ offffff ki ne offfffff.

Korkunç.

Kadın zannediyor ki, herşey kendi istediği gibi olsa mutlu olacak...

Halt etmiş, yine bir şey bulacak.

Bu tatminsiz insanlar beni hasta ediyor.

Ben düz bir insanım, meseleyi acilen kişiselleştiririm, bu kadar negatif olmayı, her türlü tatminsizliği ben özel hayata bağlarım. Söylüyorum sadece popom değil, kafam da düz! Daha da ileriye giderim, vah vah derim. Türkçesi etrafa bu kadar negatif enerji verenlerin, cinsel hayatlarından şüphe ederim.

Onlar da haklı tabii, insan evinde saldıracak bir şey bulamayınca...

Elaleme saldırmaya başlıyorlar.

* * *

Ben ne diyordum?

Birden aklım başımdan gitti de.

Evet, yazılı basında, son zamanlarda sevdiğim şeylerin listesini yapacaktım. Niye yapmayayım? Kendi aramızda konuşuyorsak, neden yazı yapmaktan kaçınayım? Zaten bugün aklıma yazacak başka bir şey gelmiyor, bugün işe de gitmeyeceğim.

Havalar insanı mahvedecek kadar güzel.

Bütün gazeteler, dergiler de önümde...

Daha ne isterim?

Başlıyoruuuz...

1) Milliyet Gazetesi'nin mizanpajı beni hasta ederdi. Gazete, elime aldığımda konuşmaya başlardı: ‘‘Beni eline bile alma canım. Ben senin canını sıkarım!’’ Naftalin kokuları arasında, yine de zorlardım kendimi okumaya. Gözlerim bozuk değil, ama ben o gazetenin birinci sayfasında hiçbir şeyi göremezdim. Ve hep şöyle derdim: ‘‘Bu gazeteyi okumayalım diye ellerinden geleni yapıyorlar!’’ Şimdi öyle mi? İşte geldik övgü bölümüne! Her sabah Milliyet'te bugün ne var diye başlıyorum güne. Mehmet Yılmaz'dan sonra gençleşti gazete. Dirileşti. Tavırlı oldu, saldırganlaştı, biraz da yaramazlaştı. Pek eğlendiriyor beni. Pazar günü, en bayıldığım haber Milliyet'teydi mesela: Uşak'ta bir kuyumcu, bir arkadaşına, ‘‘Seni mermi manyağı yaparım’’ deyince, Nuriş'in adamları ‘‘Sözün telifi bizde, acilen 30 milyar vereceksin!’’ demişler ya.

2) Köşe yazılarını da okuyamazdım Milliyet'te. Komplekse girerdim. Kendi kendime, ‘‘Salak mısın? Bu senin işin, oku işte’’ derdim. Ama canım çıkardı. O kadar uzun yazılardı ki. Ama bir baktım, yazılar kısalmış, puntolar büyümüş, hiçbir harf pirinç tanesi gibi değil, ara başlıkları var. Demek ben salak değilim, okuduğumu anlayabiliyorum.

3) Osman Ulagay'ın yeni formatlı köşesini de pek beğeniyorum. Kişiliğinin renklerini yansıtması çok hoşuma gitti. Kendisi röportaj yaptığım insanlardan biriydi, ben zaten farketmiştim ama yazılı olarak herkesin görmesi çok daha sevindirici.

4) Alev Belviranlı'nın hazırladığı teknoloji sayfasını, Ahmet Tulgar'ın fırlama röportajlarını da çok beğeniyorum. Gerçi git gide, Hürriyet'le Milliyet birbirine benzemeye başlıyor. Ama olsun.

5) Bu yazı sadece Milliyet'ten mi ibaret olacak? Oysa, Çapraz Ateş sayfasından yani Entellektüel Bakış'ın yeni halinden de söz edecektim. Sıktım mı sizi? Hadi Milliyet'i bırakalım o zaman...

6) Yarın çıkacak olan Tempo'yu bilmiyorum ama geçen haftaki pek iyiydi. ‘‘40 soruda Sabah Gazetesi’’ haberi yapmak çok iyi fikirdi. Yalayıp, yuttum tabii. Galiba mesele, bizim kendi aramızda konuştuğumuz şeyleri de yazmak. Kendi merak ettiklerimizden de haber yapmak.

7) Hürriyet Dergi Grubu'nun dergileri arasında en çok Amica'yı beğeniyorum. Çünkü kadın ve moda dergisi gibi değil. Bir acayip. İçinde herşey var. Köylü değil bir kere. Büyük kadınların dergisi. Oku oku bitmiyor. Ve Şebnem İyinam'ın röportajlarını çok kıskanıyorum. Hızını aldı mı, keyfi yerindeyse inanılmaz iyi işler çıkarıyor.

8) Ayça Şen'in Harpers Bazaar'daki yazılarına da bayılıyorum. Nasıl olur da, insaların Ayça'ya ‘‘Sabah'ta da yazar mısın?’’ diye yalvarmadıklarını hiç anlamıyorum. Kadının eşi benzeri yok. Onu okurken gülmekten çatlıyorum.

Bulduğum başka iyileri de yazmayı sürdürmeyi düşünüyorum. Atladıklarımdan özür diliyorum. Artık bu yazıyı bitirsem... Şöyle bir lüfer ızgara yesem diyorum...

E-MAIL: aarman@hurriyet.com

Yazarın Tüm Yazıları