Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Farklı algıların insanlarıyız canım!

Sarı güneşle birlikte bu sabah, ben de aydınlandım.

Hani olur ya...

Oldu.

Birden herşeyin farkına vardım.

Meseleyi küt diye ‘‘algıladım’’:

Biz ‘‘farklı algılama’’nın doruğunu yaşıyoruz.

Gündelik küçük meselelerimizde bile herkes, herşeyi farklı algılıyor.

Bu yetenek ister.

Dolayısıyla toplumsal barış, uzlaşma söz konusu olamıyor.

Muhteşem yeteneksizliğimiz buna sebep oluyor.

* * *

Algılamanın değişik boyutları zırvası da neymiş demeyin.

Çok mühim.

‘‘Biz seninle farklı algıların insanlarıyız canım!’’ durumları ortaya çıkıyor.

Ve ne oluyor?

Sizi bilmem ama ben ancak benzer algılarda bulunduğum insanlarla bir arada olmayı tercih ediyorum. Diğerlerinden kendimi koruma yoluna gidiyorum. Yoksa biliyorum, durup dururken biri benim ya da arkadaşlarımdan birinin kafasına taş indirecek.

Kafa göz yaracak..

Ortalık kan revan olacak.

* * *

Tamam herkes kendi gerçeğini yaşıyor da...

Ama bununla da kalmıyor, kimse kimseyi, demek istiyorum ki onun kendi gerçeğini bile dinlemiyor. Dinlese de, afedersiniz ama, paranoya hat safhada, zaten inanmıyor. Dolayısıyla en sıradan gerçekliğin dahi binbir türlü algılama biçimi ortaya çıkıyor.

İyi de elinde ‘‘doğru’’ yoksa, ya herkes haklı ya da herkes haksız bu durumda.

Peki ama nerede bu ‘‘doğru’’?

Hem kime göre, neye göre ‘‘doğru’’?

Önce bir ‘‘doğru’’yu bulalım.

Ama ‘‘doğru’’yu inek içti.

İnek dağa çıktı, kayboldu.

Dağ da yandı bitti, kül oldu.

* * *

Bu durumda, bu güzel güneşli Mart sabahında beni daha fazla yormayacağınızı, aşağıdaki ‘‘algılamanın değişik boyutları’’nı okuyacağınızı biliyorum. Nasıl algılayacağınız da size kalmış. Bu arada unutmadan, örnekleri Emrah Küçükyurt yollamış kendisine teşekkür ediyorum. Belirtmeden de edemiyorum: İsimleri, mekanları ben değiştirdim, kurguya sadık kaldım, ama kafama göre uyarlamalar yaptım...

* * *

Ayşe, arkadaşı Nalan'a geçen hafta başına gelenleri şöyle anlatır:

‘‘Zafer'le iyi bir yemek yiyelim istedik. Etiler'deki İtalyan lokantasına gitmeye karar verdik. Ee orası da, şık bir yer, adam gibi giyinelim dedik. Hani lale şeklinde olan elmas küpelerim var ya, onları taktım. Bir de o sürekli dolapta asıl duran siyah kadife elbiseyi giydim. Bir hazırlık, bir hazırlık! Kuaföre de gittim acayip havalı bir saç yaptırdım. Diyeceğim herşey yolundaydı, kendimi güzel hissediyordum üstelik pek de havamdaydım. Zafer de duşunu almış, siyah takımlarını çekmişti, jilet gibiydi yani. Restorana geldik. Biliyorsun otopark yok, mekanın önünde duruyorsun bir takım adamlar arabanı alıyor, ilerdeki parkın yanına koyuyor. Çok güzel bir akşamdı, taa ki o abuk sabuk adama rastlayana kadar! Çıkışta arabamızı görevliler getirecekti, Zafer ‘Çok yedik gel biraz yürüyelim’ dedi. Arıza çıkarmanın manası yoktu, ayrıca haklıydı, biraz yürüyüş bize iyi gelecekti. Parkın yanındaki arabamıza yaklaşmıştık ki, bir adam geldi, inanılır gibi deği, gözlerini benden alamadı. Yiyecek gibi bakıyordu. Adamın bakışlarına maruz kalmamak için gözlerimi ondan kaçırdım. Ama Zafer rahatsız olmuştu bir kere. Bir kadının beraber olduğu adam yanındayken böyle davranılır mı diye düşündü galiba, yerden aldığı taşa adamın kafasına indirdi.

* * *

Zafer ise ortağına aynı olayı şöyle anlatır:

‘‘Yok artık! Bu memlekette insanlar adeta para avına yatıyorlar. Ayşe'ye geçen gün arabamıza doğru yürüyoruz, yanımıza sigarasını yakma bahanesiyle bir yankesici geldi. Adam, Ayşe'nin elmas küpelerine öyle bir bakıyordu ki, sorma, kılığımız kıyafetimiz de yerinde, cebimde de üçbin küsür dolar para, kesin onun kokusunu aldı. Tabii ben bunu yatar mıyım, aldığım gibi taşı adamın kafasına indirdim. Ve biz oradan uzaklaştık. Böylece soyulmadan paçayı kurtardık.’’

* * *

Kafasına taş inen adam, o da olsun Mehmet, yine aynı olayı bakın arkadaşı Kemal'e nasıl anlatır:

‘‘İnanır mısın, sokaklar akıl hastalarıyla dolu! Geçen akşam Etiler'deki o parka yürüyüşe çıktım. Bir sigara yakmak istedim, fark ettim ki, çakmağımı evde unutmuşum. İleriden de yaşlı bir karı koca geliyordu. Nezaketle yanlarına yaklaştım. Hafifçe gülümseyerek selam verdim bu insanlara. Tam çakmak isteyecektim ki, kaşla göz arası adam yerden aldığı taşı kafama indirdi. Biz artık başkalarından yardım da mı talep edemeyeceğiz? Altı üstü bir ateş isteyecektim! Bir de gazetede resmim çıkmamış mı? Rezil oldum vallaha!’’

* * *

Kafasına taşı yiyen Mehmet'in arkadaşı Kemal ise gazetede ne yazdığını merak etmiş olmalı ki, söz konusu gazeteyi bir yerlerden bulup haberi okur. Gazete bakın olay nasıl anlatılıyordur:

‘‘Başlık: İşte alkolün yaptıkları. Aşırı içmenin sonucu başını taşlara çarpan kimliği meçhul kişi, yerde böyle perişan bir şekilde yatıyordu. Devleti bilinçli uyarılar yapması konusunda yardıma çağırıyoruz!

Yazarın Tüm Yazıları