Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Oku beni, okuyayım seni!

Doğrudan şantaj yapıyorum.

Siz beni okursanız, ben de sizi okurum, hatta okuturum da...

Hangi çağda yaşıyoruz, değil mi ama? Öyle ‘‘dolaylı’’ şeyler geçti. Artık işler ‘‘harbi’’. Gençlerin iki lafından biri bu (yani harbi) değil mi yani? Evet açık, doğrudan ve en sert haliyle bir daha yazıyorum:

- Beni okuyanı, okurum arkadaş!

Burada tabii küçük bir mesele var.

Kimin okuduğunu ben bilemem, kimi okuyup aktaracağıma karar veremem.

Zannediyorsanız...

Fena halde yanılırsınız!

Çünkü hissederim.

Ben de bir altıncı his var, bildiğiniz gibi değil.

* * *

Şaka bir yana...

Sadece yazı yazan biri değilim, aynı zaman da ‘‘okurum’’ da.

Olmam da gerekmiyor mu ama? Siz üşünmeden mektuplar döşeniyorsunuz, benden ‘‘tık’’ yok. Ve ne yaptım? Allahtan hatamı anladım. Ben biraz ‘‘geç’’ de olsa bazı şeyleri anlarım. Bir süredir sadece kendimden söz ettiğimi ve ne kadar ‘‘hıyarlık’’ ettiğimi farkettim ve Pazar günü kimse yokken gizlice gazeteye geldim. Elimden geldiği ölçüde mektuplarınızı okudum, yanıtlar verdim.

Teşekkür ediyorum, sizin ‘‘okurunuz’’ olduğumu da aklınızdan hiç çıkarmamanızı diliyorum. Bu yazıyı mektuplarınızın bir kısmına ayırıyorum. Gerisini de diğer zamanlara, bulduğum ilk fırsatlara...

* * *

MEKTUP 1/ YALÇIN'IN BALONU

- Şşşşt, uyan artık, saat 03:30 ve bütün ekip aşağıda, kahvaltıya başladı bile...

Kalkmalıyım, bugün Alman balon ekibi Kapadokya'ya uçuş yapacak ve o sepette ben de olmalıyım. Tabii ki, otelin uyandırma servisi koca ekibi uyandırmayı unutmuş, herkes birbirini uyandırmak zorunda kalmış...

9 adet balon, sepetleri ve diğer ekipmanlar önceden kamyonla Almanya'dan buraya gönderilmiş. Ekip geldiğinden beri hava uygun olmadığı için uçamamış, üç gün sonra da hepsi dönüyormuş.

Belki de seneye Peru'da uçmak üzere.

Ee, anlayacağın şimdi kalktın, kalktın, bu sabah uçtun, uçtun...

Yoksa seni Atakule'nin önündeki uçan baloncu bekliyor, haberin olsun!

Balon uçuşlarının güneş doğarken, hava ısınmadan, rüzgar kuvvetlenmeden yapılması gerekiyor. Bambu sepetlere ince çelik halatlarla bağlanan balona önceden vantilatörlerle hava veriliyor. Daha sonra Propan gazının yakılması ile elde edilen sıcak hava, balonun içine doluyor ve balon yavaş yavaş dikiliyor. Balonlarda yön ayarı yok. Ancak yüksekliği ayarlayabiliyorsun. Onun için kalktıktan sonra aynı yere dönemiyorsun. Aşağıda bir minibüs seni takip ediyor, görerek ya da telsizle seni indiğin noktadan alıyor.

Birçok balonda GPS (Global Positioning System) mevcut.

Böylece yüksekliğin, bulunduğun yer ve yönün uydu aracılığıyla çok hassas belirlenebiliyor. Sepette bulunan insanların ağırlığı ve balonun hacmi önceden hesaplanıyor. Hava raporları da büyük bir ciddiyetle değerlendiriliyor.

‘‘İniş’’ mi?

Ya balondaki hava ısıtılmayıp doğal olarak ya da balonun tepesindeki pencere açılıp, içerideki sıcak havanın tahliyesiyle gerçekleşiyor.

Ve sepete ilk ben atlıyorum!

Pilot dahil 6 kişiyiz.

Balon iyice sıcak hava doldu ve ben o sırada anladım, niçin bu beş adamın sabahın köründe şapka taktığını!

Kuaförde saç kurutma makinesinin altında unutulmuş gibiyim...

Havayı ısıtan alevden dolayı biraz sonra saçlarımdan geriye toplam yedi tel kalacak.

Ve ‘‘hoooop’’ kalkıyoruz...

Olmaz böyle şey!

Aşağıdaki insanlar, minibüsler gittikçe küçülüyor, ufuk gittikçe genişliyor. Artık ben bir kuşum, güneş tepenin ardında gözüktü, altımda peri bacaları. Bu muhteşem bir rüya. Beni herhalde üçbuçukta da uyandırmadılar!

Diğer balonlar da aynı rüzgara kapılmış, koro halinde bir arya söylüyoruz, artık güneşin sofrasındayız. Renkli bir ‘‘yoyo’’ gibi kayaların arasına inip çıkıyoruz. Aşağı düşme korkusu yok. Baş dönmesi yok. Biz bütün o korkuları ‘‘dünya’’da bıraktık.

Biliyoruz ki, ‘‘halk otobüsü’’ne binmek bundan daha tehlikeli.

Artık gazımız azaldı, rüzgar kuvvetlendi, hava ısınıyor.

Balonumuzu topladık, hepimiz üzerine oturduk bütün havasını boşalttık, ciğerlerimizdeki havayla birlikte.

Göremede'yiz...

- Oğlum hepimize menemen ve çay getir, hadi aslanım!

(Dr. Yalçın Ergir)

CEVAP 1/

İlahi Yalçın Ergir!

Sayenizde ben de Medya Towers'ın yedinci katından resmen ‘‘uçuş’’ yaptım. Ben bu balon hikayesine bayıldım. Bilgi vermenin yanı sıra, o kadar da güzel anlatmışsınız ki, insan kendini o sepetin içinde, Kapadokya'nın üzerinde hissediyor. Bu arada eksik olmayın, mektubunuzla birlikte 33 adet fotoğraf da yollamışsınız. Yani ne diyeyim? Bari, sizi biraz da kıskandığımı itiraf edeyim: Bir dahaki sefere bana da haber verin. Söz mü?

* * *

MEKTUP 2/ SEN DOKTORA GİT

Halt etmişsin sen! Aşağılık kompleksiyle kıvranan aptal feministler gibi sen de doktora git tedavi ol. Deli saçması yazıların çok uzun zamandır bu gereği bangır bangır vurguluyor, ama çevrendekiler henüz farkında değil. Ben de bugüne kadar seni ciddiye alıp yazma gereği duymadım, hâlâ da ciddiye almıyorum, yoksa oturup ciddi ciddi analizlere girerdim. Derin incelemelerini kaç erkek üzerinde yaptın? O erkekler de senin seviyende miyidiler? Kıçımın kenarı... (Kültürel ve ahlaki kimliğinden sıyrılmak zorunda bırakılmış bir Hürriyet okuru)

CEVAP 2/

Kültürel ve ahlaki kimliğinden sıyrılmak zorunda bırakılmış sayın Hürriyet okuru...

Merhaba, ben ‘‘kıçınızın kenarı’’! Ciddiye almadığınız halde, birbirinden farklı kalemler kullanarak beyaz kağıda yazdığınız mektup, açıkçası bana çok tesir etti. Neden zahmet ettiniz! Sağolun, varolun. Hakkımda ciddi analizlere girebilmeniz açısından sizi biraz bilgilendireyim dedim. Gerçi sizin seviyenizde değilim ama, sizin de belirttiğiniz gibi, önemli bir uzvunuzun bir parçasıyım! Benim üzerinde inceleme yaptığım erkek sayısı istatistiki olarak bir anlam ifade etmiyor. Sizin yazdıklarınızın etmediği gibi...






 








Yazarın Tüm Yazıları