Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Yeni Tempo

Adam, yeni Tempo'yu eve saat tam 22:30'da götürüyor.

Karısına, ‘‘Mutlaka yeni Tempo'yu oku, al bak işte burada’’ diyor.

Bulaşık yıkamakta olan karısı, ‘‘Nedir peki 40 yıllık Tempo'da seni bu kadar heyecanlandıran, hem sen niye bu kadar geç kaldın ki?’’ diyor.

Adam, ‘‘Göz at, ne demek istediğimi anlarsın’’ diye cevap veriyor.

Kadın, tasarımını bir Alman'ın yaptığı, ama Türk gazeteci ve grafikerlerinin emeğiyle üretilen derginin sayfalarını çevirmeye başlayınca, kocasına hangi sebepten ötürü geç kaldığını sormayı bile unutuyor.

O, gerçi Tempo'nun değiştiğini bile bilmiyor.

Bilmesi de gerekmiyor.

Çünkü dergide eskisine oranla müthiş bir farklılık olduğunu kocasının eline tutuşturduğu dergiyi karıştırınca anlıyor.

Sadece, ‘‘Ne yapmışlar böyle, kamyon mu çarpmış bu dergiye?’’ diyor ve en ciddi haliyle ekliyor: ‘‘Bu insanları kutlamak lazım! Manyak mı bunlar? Her sayfayla incik-cincik uğraşmışlar. Adam gibi bir dergi yapmışlar. Tamam yapılması gereken bu, ama ortalıkta bu kadar emek sarfedilerek yapılan dergi-mergi olmadığı için, olması gereken şey prim yapıyor, insanı şaşırtıyor’’.

Kocası da ‘‘Aç telefonu söyle o zaman bunları’’ diyor.

Kadın da ‘‘Haklısın, bu saatte bile bu dergiyi yapanlar mutlaka oradadırlar’’ diyerek Hürriyet santralından Tempo'yu bağlatıyor.

* * *

Bu sıradan bir okur tepkisi...

Canlı, enerjik, içten.

Bu aralar Tempo'ya bunlardan yüzlerce geliyor.

Teşekkür ediyorlar, çünkü ellerine ulaşan dergiye sarfedilen emeği fark ediyorlar. Anlıyorsunuz değil mi, bu yüzden değerli. Çünkü önemli olan okurların tepkisi. Gerisi palavra. Yani dar çevrelerde kimin ne dediği, nasıl ahkamlar kestiği...

Nabız denilen şeyi tutan, dergiyi eline alan okur.

Ya okur, ya okumaz.

Ya içine alır ya da fırlatır bir kenara atar.

Yani siz çok güçlüsünüz.

Ve ben inanıyorum ki, (daha doğrusu inanmak istiyorum), hiçbir emek şu hayatta karşılıksız kalmıyor...

* * *

‘‘Kalıyor’’ diyenin alnını karışlamak istiyorum.

‘‘Ama haksızlık bu’’ diye bağırmak istiyorum.

‘‘Kimse sizin zannettiğiniz gibi sersem değil. Ama siz sersemsiniz, bunu bir türlü fark etmek istemiyorsunuz’’ demek istiyorum.

Çünkü bizi böyle büyüttüler, iyi bir şey bu ülkede prim yapmaz dediler.

Bunlar (kastedilen sizlersiniz) mizanpaj bilmez, lay-out neymiş anlamaz, bir dergi yapmak istiyorsan, alırsın yabancı bir dergiyi önüne, birebir kopyasını çıkarırsın, üzerine Türkler için iyi konular koyarsın,(cinsellikti, çıplaklıktı, sağlıktı) peynir ekmek gibi satarsın diye eklediler.

Ve bu korkunç bir şey!

Oradan buradan kes-yapıştır yapmak.

Garibanları soyup prim toplamaya çalışmak.

Sürekli cinselliğe oynamak, hiçbir itirazım yok cinsel haberlere, ama işi hep ucuzlaştırmak, başka şeyler çağrıştırmak, olan biteni çarpıtmak...

En kötüsü kimliksiz olmak...

* * *

Tempo bir kimlik kazandı.

Bu elbette sadece Focus dergisinin tasarımcısı Manfred Neussl denilen adamın sayesinde olmadı.

Ama etkisi olduğu tartışılmaz.

Baksanıza adam, ‘‘Benim için önemli olan tasarladığım derginin berrak, kolay anlaşılır ve okurda tiryakilik yaratacak bir dergi olmasıdır’’ diyor.

Tiryakilik yapıp yapmayacağını hiçbirimiz bilemeyiz.

Ama geçen perşembe piyasaya çıkan derginin ilk iki günkü satışları bile beklenilenin çok üzerindeydi. İki günde 30 bin küsur satması, okuyucuların emek sarfedilerek yapılan bir şeyi bünyelerine kabul ettiklerinin göstergesiydi.

Berrak ve kolay anlaşılır olması meselesine gelince...

Kesinlikle evet.

Hem o derginin okuru (hem de yazarı, biliyorsunuz itiraf yazıları yazıyorum her hafta, okumazsanız keserim sizi) olarak bu yeni tasarımdaki ‘‘kutu meselesine’’ bayılıyorum. Çünkü bir haberi baştan sona okumama gerek kalmadan, canım tümünü okumak istemiyorsa bile, işi sadece kutularla bitiriyorum.

Bu da o Alman adamın başarısı...

Olacak o kadar, o da annemin ülkesinden!

Öyle bir numara ki yaptığı, her şeyi okumadan her şeye hâkim olabiliyorsunuz.

* * *

Yani demek istiyorum ki, yeni Tempo iyi oldu.

Çocuklar gece gündüz çalışıyor.

Hepsinin karısı, kocası, çoluğu, çocuğu onları bekliyor.

Bir türlü evlerine gitmiyorlar.

Gazetenin içinde kokteyller oluyor, onlar inmiyorlar.

Ben iniyorum.

Ama onların ne kadar çok çalıştığını da biliyorum.

Çok çalışan iyi iş çıkarır, aksi mümkün değil, (tabii bir sersemlik söz konusu değilse, Allah için Tempocular her şey olabilirler, ama sersem değiller) onlar da iyi dergi yapıyorlar.

Bu yazıyı siz de bu yeni durumdan haberdar olasınız diye yazdım.

Bakarsınız gitmişsiniz bir bayiye, bir Tempo almışsınız ve gerçekten beğenip Tempo'ya bir de telefon çakmışsınız (telefon numarası derginin içinde yazıyor, ama siz zahmet etmeyin, çok kolay bir numara. Ben hemen vereyim: 0212 677 06 04) neyse hissiyatınız anlatmışsınız...

Tepkiniz içtense çok sevinirler, biliyor musunuz...

Ben de...

Üstelik havam da olur!






 








Yazarın Tüm Yazıları