Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Üşüyorum

En büyük keyiflerimden biri ölen dedemin sümeninin içinde biriktirdiğim okur mektuplarını okumak. Mümkünse tamamen yanlız olmak. Ve her birini açarken, bakalım içinden ne çıkacak diye sabırsızlanmak. Dedemin sümeni değerli, çünkü o ailemden kaybettiğim tek kişi. Gelen mektuplar önemli, çünkü tuhaftır genelde hepsinde bir öykü gizli. İtiraf ederim ki, bana değerli olduğum hissini veriyor o mektuplar. Çünkü neticede onlar, o gözlüklü kadına yazılıyor. İşin hoş tarafı da çoğunun ne memleket gündemiyle ne de güncelle alakası var. Dahası yayınlanmak kaygısıyla değil anlaşılmak umuduyla yazılıyor. Tek ganimetim onlar anlayacağınız. Gerisi palavra, kimin ne dediği, nasıl övüp, yerdiği umurumda bile değil. Ve kendimi değersiz hissettiğim, dünyayla iletişim kurmak istemediğim günlerde, o mektuplar iletişim görevini benim yerime üstleniyor. Anlayacağınız ben sadece dizgici oluyorum. Ama tuhaftır anlatılanları sanki yüreğimde hissediyorum. Necmettin Uca'nın mektubu da nasıl olmuşsa sümen altı edilmiş mektuplardan, yani bir türlü okunmaya fırsat olmamış, sümenin dibinde sıkışmış kalmış. Kısmet bu hafta başınaymış. Zarfı açıp mektuba iliştirilmiş ‘‘Defin Ruhsatı’’nı görünce sarsıldım. Yazdıklarını okuyunca da. Ben bugün ne yazsam sizi sarsamam. Onun amacının da sizi ya da beni sarmak olduğunu sanmıyorum. Lafı uzatmadan dört ay önce yazdığı bu mektupla sizi baş başa bırakıyorum...

* * *

Ölüm.

Bu soğuk kavramı düşündüğümde...

Yanan ev, eşyalar, koltuk, halı, perdeler, telefon, kuşlarım, günlüğüm, albümüm, çorap, ayakkabılar, tüm giysilerim, yıkılan çatı, kırılan camlar, kül olan tüm çiçeklerim aklıma gelir.

Ve...

Ve annem.

* * *

26/11/97 21:30

Anneciğim, bak saçın ne kadar güzel oldu!

Yıkandıktan sonra dur bir de güzel tarayayım.

Bu yeni tülbent de sana çok yakıştı.

İşte tırnak makası, gel, el ayak tırnaklarını da keseyim...

27/11/97

Günaydın güzel annem! Bu sabah nasılsın?

Her zamanki tatlı tebessümüyle, ‘‘İyi, hamd-olsun. Bugün işe gidecek misin oğlum?’’ dedi. ‘‘Evet, bir isteğin var mı anne, Allahaısmarladık’’ dedim. ‘‘Yok ama eve erken gel, mesaiye kalma’’ dedi.

Allahaısmarladığım annemi ben bir daha görmedim.

* * *

Lüleburgaz hudutları içindeki Doysan Yağ Sanaayi'nin laboratuarında herşey normaldi. Günlük yaşantı devam ediyordu. Ta ki saat 15:45'e kadar. Fabrika sekreteri ve santral memuru Mehtap ve Özlem Hanım fabrika merdivenlerini üçer, beşer yukarı çıktılar. Yanımdalar. Ancak birşey söylemiyorlar. Mutlaka bir şey var ama... Neden sonra eve acil gitmem gerektiği belirtildi. Dış kapıya koştum bir çırpıda, arabaya bindim ve arkadaşa ‘‘Lütfen çabuk’’ dedim. O onbeş yirmi dakikada gittiğim her zamanki yol, bir türlü bitmek bilmiyordu.

16:20'de evdeyim.

Duman, alevler, polis...

Ambulans acı acı bağırarak uzaklaştı.

Mahşeri bir kalabalık. Yaşlısı, genci, kadını erkeği, yüzlerce kişi arasından zor sıyrılarak çoktan yanmış kül olmuş odaların içinde, yaşlı gözlerle ‘‘Anne! Anne! Anneeee! Anneciğimiiim... Neredesin?’’ diye bağırdım. Avazım çıktığı kadar. Ne var ki, ‘‘Buradayım, arka tarafa gel, kurtar beni oğlum’’ diyen annemin sesini duyamıyorum.

Annem, benim güzel annem, zehirlenmiş, dilim varmıyor yazmaya yanmış, yüzü koyun, başı ellerinin arasında, aynı namazda durur bir halde sağlık ocağına götürülmüş.

Geceyi ölen annem ve ben morgda geçiriyoruz.

Gözlerim kan çanağı, sesim çıkmıyor.

Konuşamıyorum.

Bana bir şey oldu, bana ölüm vurdu...

* * *

28/11/97

Belediye hoparlöründen gelen ses dün gece yangın sonucu vefat eden annemin cenazesinin Cuma namazında kaldırılacağını duyuruyordu. Acım sonsuz. Ama hani acılar, paylaşıldıkça azalıyordu?

Azalmadı.

İki gün önce kendi elerimle toprağa verdiğim canımın parçasını ziyaret ettim. Ona kasımpatlarından bir demet hediye ettim. Mezarının üzerinde gözyaşlarımı biriktirdim. Ben bitkinim. Annem! Benim annem! Beni affet, eğer evde olsaydım seni o yangınların içinde tek başına bırakmazdım.

Acımı paylaşanlara teşekkür ederim.

Ama acılar paylaşıldıkça da azalmıyor.

Öğrendim, ah keşke öğrenmeseydim...

Üşümeğe başladı gene ayak parmaklarım.

Oysa benim de çoraplarım, ayakkabılarım enkaz halindeki eve girerken yanmıştı...






 








Yazarın Tüm Yazıları