Ayşe'nin gözlüğü...

Kullanmadığımız vitesler!Bir adam otuz yıl önce yazdığı yazıları bugün yayınladığı zaman, onlar insanda o sabah yazılmış havasını yaratıyorsa ve bugün yazdığı yazılar da, o hayatta olsun olmasın, otuz yıl daha onu götürecek gibiyse, bu, o adamın nasıl bir adam olduğunun kanıtıdır?a) yazı yazmaya üşeniyor, bize otuz yıl önceki yazılarını kakalıyorb) otuz yıldır bu ülke değişmiyor, bir altmış yıl daha değişmezc) ne saçma bir soru, bu kadın ne demeye çalışıyord) bu, o adamın zekasını gösteriyorKendi soruma cevap hakkımı kullanıyorum, a ve b'yi eleyip, c'yi açmak için d'yi seçiyorum. Otuz yıl önce yazılan bir yazı, bugünü kurtardığı gibi otuz yıl sonrasını da tanımlıyorsa, hiç çareniz yok, siz de benim gibi teslim olacaksınız ki, o yazıyı yazan adam zekidir.***Ama ben o yazıları yazan adamın geçen gün televizyonda bir meseleyi anlatmasına tanık oldum. Daha doğrusu anlatma biçimine. Penisilin'den girdi, hiç alakasız bir şekilde Panislavizm'den çıktı. Arada Meclis, Osmanlı ve birtakım padişahlar da konuşmaya girdi çıktı. Çünkü adamın beynini yakalayabilmek, tutabilmek mümkün değildi...O kendi kafasında çözmüş ya herşeyi, umurunda değildi, takip edenlerin anlayıp anlamadığı, ne düşünüp düşünmediği. Aslında umurundaydı, ama yapabileceği bir şey yoktu, beyni öyle çalışıyordu. Beyninin çalışma biçimi de konuşmasına aynen yansıyor, yani söz konusu adam ‘‘atlayarak konuşuyor’’du.Kavramlar, bilgiler, deneyimler, tarihler, heyecanlar, geleceğe dair korkular, endişeler, ya da sevinçler, neşeler, hayatın olumlu yanları, bir hallaç tarafından atılan pamuklar gibi iki üç saniyelik zaman parçaları içinde önünüzden geçip gidiyordu.Bu kimilerine, zekanın kanıtı gibi geliyor.Ama kimilerine göre, anlaşılmazlığın kanıtı olmaktan öteye geçemiyor!***Bir umutsuz vaka olarak benim durumum ikincisiymiş...Anlaşılmazlığın, takip edilmezliğin, yani ‘‘atlayarak konuşup’’, ifade etmek istediklerini bir noktaya kanalize edememenin canlı örneğiymişim. Bunu ben kendim için sık sık söylerim de, şaşırtıcı olan hayatımda hiç görmediğim, uçakta tesadüfen arkamda oturan ve sadece kırkbeş dakika sohbet ettiğim bir adamın söylemesi.Aslında olay şöyle gerçekleşti. Ben onunla değil, 97 saç modellerinin değişimi üzerine bir kuaförle sohbet ediyordum. Estetik açıdan, yeni gelen katlı modellerin eskide kalan küt biçimlerden neden ve niçin daha iyi durduğunu, 98'de ne olacağını derin cümlelerle tartıştık. Saç biliminin bütün inceliklerini tüketmiştik. Ben de tükenmiştim! Araya uzun sessizlikler ve tırnak yeme seansları girdi. Bir süre sonra da yanımdaki kuaför, beni terkedip diğer arkadaşlarının yanına gitti...Yol da uzun bitmiyor.Son kırkbeş dakika bir türlü geçmiyor.Derken, arkadan bir ses, ‘‘Tırnak yemek yerine, şu kitabı okumak daha eğlenceli olmaz mı?’’ dedi. Ben de, ‘‘Şu anda sohbet etmek, kitap okumaktan da daha eğlenceli olabilir’’ dedim. İyi mi ettim, kötü mü ettim bilmiyorum. Çünkü sohbetin kırkıncı dakikasında, bana beynimin ne kadar dağınık çalıştığını anlattı. Kanıtı da elindeki kitaptı: ‘‘Reality Hacking’’ (Gerçeği Aramak diye tercüme edilebilir, en azından böyle çevirmek bana daha uygun geliyor).***Kitabı elimden bırakamıyorum...‘‘Hayatta gerçek ne? Ben hangi noktadayım? Geride miyim? Yoksa uyanmaya mı başladım? Eyvah yoksa ben her şeyi pas mı geçiyorum?’’u tartışıyor aslında. Nicola Phillips tarafından yazılmış eser tabiri caizse bir ‘‘iş kitabı’’. Ama sizin cevaplarınızdan çok sorularınızı provoke eden bir kitap. Hayattaki en iyi şeyin, sizin kendi geleceğinizi kurmanız olduğunu anlatıyor. Ve bunu yapabilmenizin yollarını sizinle tartışıyor.Üstelik çok da hoş bir tarafı var...İçinde bol bol diagramın yer aldığı kitabın başında, ‘‘İstediğiniz yerinden başlayıp okuyabilirsiniz’’ diyor.Yani tam bana göre, müthiş bir özgürlük tanıyor.Üç kelimeden söz ediyor başlangıçta:1. kaos2. risk3. yenilikVe diyor ki, ‘‘Bu üçlü ya sizi heyecanlandırır, kalbinizin küt küt atmasına sebep olur, ya da korkutur, içinize kaçmanıza sebep olur!’’Doğru söze ne demeli?Kaos deyince, bir sene önceki ordan oraya şimdikinden daha fazla savrulan ruhum geliyor aklıma, ‘‘olmaz olsun, böyle en azından kafam rahat’’ diyorum, ama zaman zaman kaosun cazibesine kapılmadan da edemiyorum. Risk ve yenilik deyince de bir kıpırdanma baş gösteriyor içimde. Hem heyecanlanıyorum, hem de korkuyorum, anlayacağınız tam da kitabın söylediği iki duygu içiçe giriyor. Ben korkmak istemiyorum, korkumu geçirmek istiyorum, ama heyecanlanmak da istiyorum! Heyecanımın sonucunda ortaya çıkan enerjiyi adam gibi bir şeye kanalize etmek istiyorum. İşte bu kitap buna yarıyor. En azından benim bunlara yaradığını düşünmeme sebep oluyor. Şöyle numaralar var içinde, insan öğrendikçe, çeşidin ve seçeneğin arttığını görüyor ve derken hayatın aslında ne kadar bilinmeyenlerle dolu olduğunu fark ediyor, o zaman daha çok sorgulamaya başlıyor, bu sizi çok yoruyor, yani bazen sorgulamak da işe yaramıyor. Yani bir kavramdan diğer kavrama geçen oklar söz konusu...Kitap ‘‘dört temel oda’’dan söz ediyor:i) memnuniyet, rahatlıkii) büyüme ve yenilenmeiii) reddetmeiiii) ve karmaşaBen anlamış bulunuyorum ki, beynimin dağınık çalışması yanısıra (ama en azından çalışıyor!), alttaki iki odada kilitlenmiş kalmış durumdayım. Yani tepedeki iki odaya çıkmam, elimde olmayan sebeplerden ötürü pek mümkün olmuyor.Yani ne yapıyorum?Bir karmaşa içerisindeysem (oda dört) ‘‘Bu böyle olmaz’’ diyorum, sorgulamaya başlıyorum, demek ki sorgulamayı adam gibi beceremiyorum ki, işin içinden çıkamıyorum, çıkamayınca da reddediyorum (oda üç). Ve İşte, Reality Hacking denilen bu kitap, bir odadan diğer odaya nasıl geçebileceğinizi anlatıyor. Hayatta çeşitli ‘‘dalgalar’’ söz konusu, ama siz, sizi yutabilecek dalgalar karşısında nasıl davranmanız gerektiğini öğrenmişseniz o ‘‘dalga’’ içinde boğulup gitmek yerine, sörf edip eğlenebilir, memnun, rahat ve güvenli olabilirsiniz (oda bir, oda iki) demek istiyor.***Snoopy vardır ya, çizgi roman tipi...O bile konuşuyor kitapta: ‘‘Hayatımız on vitesli bir bisiklettir, çoğumuzun hiç kullanmadığı vitesleri var’’ diyor. Uzun süre Snoopy'nin bu lafı mı yoksa Kierkegaard'ın şu lafı mı daha önemli diye düşündüm: ‘‘Hayat çözülmesi gereken bir problem değil, yaşanması gereken bir deneyimdir’’.Galiba şu ‘‘yaşanması gereken deneyim’’ lafını ciddiye aldım ki...Kullanamadığım viteslerim önem kazanmış durumda.Şimdi bunun için uğraşıyorum...Ve itiraf etmek gerekirse ben bu kitabı, uçakta tanıştığım ve okumam için ödünç veren kişiye bir süre daha vermeyi hiç ama hiç düşünmüyorum. Sizin de bir gün uçakta ya da herhangi bir yerde, öyle bir adama rast gelmenizi diliyorum.Bana iyi geldi de...Adam değil!Kitap...Hamiş: Yazıdaki dağınıklığı bağışlayın, beynimin dağınık çalıştığını kanıtlamak için böyle yazmak zorunda kaldım. Çevreye verdiğim geçici rahatsızlık için herkesten özür dilerim. Ya da şöyle demeliyim: Çevreye verdiğim rahatsızlık size ‘‘düzgün beyin çalışması’’ olarak geri dönecektir!
Yazarın Tüm Yazıları