Ayşem, kokulu menekşem

Dünden devam: Muharrire, geçmişte izlediği müzikallerin yarattığı travmayı da yanına katıp, fobilerinin üzerine cesaretle yürüyen kahraman edasıyla, Ayşe Opereti’nin sahneleneceği Mustafa Kemal Kültür Merkezi’ne doğru yola koyulur.

Ayşe Opereti’nin kitapçığı, eseri, "BİR GÜLRİZ SURURİ MÜZİKALİ: Muhlis Sabahattin’in AYŞE OPERETİ" başlığıyla tanıtıyor.

Gülriz Sururi, bu oyunu sahneyle ilk tanışması olarak addediyor. Bu tanımı, çift başlıklı jilet gibi algılamak mümkün.

Zira bir yanıyla, Sururi’nin, "ömrünün projesi"ni gerçekleştirmiş olmaktan dolayı duyduğu heyecana işaret ediyor olsa gerek bu cümle. Bir yanıyla da taş gibi gerçeklik ama...

Bahsi çok geçti, biliyorsunuz: Gülriz Sururi -birebir doğru olduğu için "amiyane tabirle" deme gereği duymuyorum- anasının karnındayken sanatla tanışmış bir sanatçı.

1889-1947 yılları arasında son derece çalkantılı, ilginç bir hayat sürmüş olan eser sahibi "Operet Kralı" Muhlis Sabahattin’in yarattığı Ayşe Opereti’nin ilk sahnelenişinde Gülriz Sururi, oyunun başrollerini paylaşan Ahmet rolündeki babası Lûtfullah Sururi ve Ayşe rolündeki annesi Suzan Lûtfullah’ın aşkının yeşermekte olan meyvesi sıfatıyla, validesinin rahminde dönenmekteymiş.

20’li yaşlarında babası Lûtfullah Sururi, Gülriz Sururi’ye operetin notalarını hediye etmiş ve "Annenin rolünü oynamalısın" demiş. Tanıtım kitapçığına yazdığı önsözde, bu konuda şöyle diyor Sururi: "O sırada benim başımda kavak yelleri esiyor. Ayşe Opereti hakkında iki kelimelik bilgimle, hatta hiçbir şey bilmeden, ’modası geçmiş bir operet’ diye düşünebiliyordum."

Eh, o manada, hani nasıl Lüküs Hayat’ın modası geçmezse, zira zamanı aşmışsa, Ayşe Opereti ile ilgili de aynı şey söylenebilir.

Yanisi, müzikali izlemeye gidecekler, içinden "monşer" gibi kelimelerin geçtiği replikler duyacakları bir nahiflik tufanı izleyeceklerini bilerek gitmeliler.

Ben size müzikalin şarkılarından birinin, meselá en bilindik parçalardan biri olan Çok Yaşa Sen Ayşe’nin sözlerini yazayım, oradan hesap edin:

KORO: Çok yaşa sen Ayşe, çok yaşa sen Ayşe / Köyün tılsımısın biricik kızısın / Dedenin kuzususun / Bahtın açılsın, talih saçılsın / Gönlün şen olsun, kendini üzme sakın / Hey... Vur patlasın çal oynasın / Vur patlasın çal oynasın / Bu hayat böyle geçer hey / Bu hayat böyle geçer..."

O gözle izleyince, insan eski bir Türk filmini izler gibi zevk de alabilir.

Bunun ötesinde, eleştiri faslına girmeye gerek var mı? Kostümler (Sadık Kızılağaç) oyunun en başarılı tarafı, fakat dekor (Ali Cem Köroğlu) dökülüyor maalesef.

Koreografi (Selçuk Borak) ve dansçılar ile müzik tasarım ve yönetimi (Selim Atakan), şarkı da söylemek zorunda oldukları için zor bir işin altına yatmış olan oyuncuların (Hazım Körmükçü, Dolunay Sert, Ceyda Düvenci, Sinan Tuzcu ve bence ekibin en iyileri olan Naci rolündeki Evren Pıravadılı ile Neşe rolündeki Elif Çakman) açığını kapatıyor. Bütün şarkıları Sarıkız’ı canlandıran Müge Zümrütbel söyleseymiş, huşu içinde dinlenebilirmiş.

Yönetmen Engin Cezzar. Ki kendileri hakkında yorum yapmak bizi aşar.

Böyleyken böyle arkadaşlar...

Ha, neticede "Ne diyorsun yani?" diye soracak olursanız; tarih ve emeğe saygıyla ceketimizin düğmelerini ilikleyelim.

Siz bana bakmayın yani, tiyatro, özellikle de müzikalseverler, zevkle izleyecektir.

Benimki bünyesel bir maraz diyelim... Müzikallerle aramda bir 10 yıl savaşları söz konusu. Yeminden dönenin kaşığına n’oluyor bilemem, bir başka bir vesileyle biz de yine tövbemizi bozacağızdır muhtemelen ama: 10 yıl sonra görüşelim.
Yazarın Tüm Yazıları