Ayrıcalık mı, ayrımcılık mı?

İstanbul’un taşı toprağı altın diye İç Anadolu’dan, Güneydoğu’dan, Doğu Anadolu’dan İstanbul’a göçenlere, sanki İstanbul kendi malımızmış gibi, İstanbul’da yaşamayı bizden başka hiç kimse hak etmiyormuş gibi kızdık söylendik.

İstanbul’a göçü önlemek için çeşitli sistemler geliştirdik. Hatta İstanbul’a göç edip gelenlerden para almaya bile kalktık. Çünkü İstanbul bizimdi. Önceden gelip, ‘birinç’ diye bağıranların, ‘yer kapanların’ dışında İstanbulumuz’u paylaşmaya yanaşmadık.

Beyoğlu’nda sokak çocuklarıyla karşılaştığımızda, İstanbul’un en kıyısında köşesinde gecekondu mahallelerinin önünden geçtiğimizde, her yağmurda eşyalarla beraber umutlarını da önüne katarak götürdüğü sel mağduru aileleri ana haber bültenlerinde seyrettiğimizde, hep aynı şeyi söylemedik mi? ‘Oturun memleketinizde kardeşim, ne işiniz var İstanbul’da.’

***

Oysa son yaşanan olaylar gösterdi ki, hakikaten taşı toprağı altınmış İstanbul’un. O her zaman çok şikayet ettiğimiz, metropolde yaşamak, büyük şehirde yaşamın zorluğu, aslanın ağzında ki ekmek lafları fasaryaymış meğerse. İstanbul’da yaşamak bir ayrıcalık, hatta özel bir statüymüş.

İstanbul’a yağmur yağmadan önce Meteoroloji Genel Müdürlüğü, radyolardan, televizyonlardan, internet portallarından meteorolojik uyarı yapar, oysa Türkiye’nin her yerine yağmur yağar.

İstanbul’a kar yağmadan önce, Afet Koordinasyon Merkezi’nden Büyük Şehir Belediye Başkanı suratına, ‘sabahlara kadar halkı için çalışmaktan yorgun düşmüş insan’ ifadesini takınarak, kanal kanal gezip, canlı yayınlara bağlanarak açıklama yapar. Televizyonların ana haber bültenlerinde İstanbul’a yağacak kar, o gün ülkede olan, olmuş ve olması muhtemel her türlü hadiseden daha önemli bulunarak, ilk haber olarak yer alır. Kar yağmadan, yağdığı sürece ve yağış durduktan sonra, alınan ve alınacak önlemler hakkında İstanbul Vatandaş’ı bilgilendirilir, gazeteler iki gün boyunca sürmanşetten şu haberi girerler: ‘Dikkat beyaz felaket geliyor.’

***

Oysa İstanbul dışında Türkiye’nin önemli bir bölümünde ki şehirler, kasabalar, köyler, mezralar, yılın çok büyük bir kısmını kar altında, hastalarını hastaneye bile ulaştıramadıkları, okullara yürüyerek gittikleri, bir şehirden diğer bir şehire kıpırdayamadıkları, elektriklerin sık sık kesildiği kar taaruzu altında geçirir.

İstanbul’da kar ya da yağmur yağıp trafik kilitlendiğinde, ‘İstanbul Vatandaşları’ trafikte saatlerce kalıp eziyet çektiklerinde, arabalarından inip işlerini yürüyerek giderlerse eğer, bu rezaleti televizyonlara çıkıp dillendirirler. Oysa Türkiye’nin büyük bir kısmında, kış aylarında ulaşım zaten yürüyerek sağlanır, ya da sağlanamaz.

İstanbul’da kapkaç terörüne kurban olduğunuzda, gazetelere manşet olursunuz. İnönü Stadı’nda Cihat Aktaş gibi manasız bir futbol terörüne kurban gittiğinizde, günlerce bütün ulusal ve yerel gazetelere sürmanşet olmakla kalmayıp, bütün köşe yazarları tefrika halinde bu konudan bahis eder, ana haber bültenleri söz etmekle kalmayıp bu konuyla ilgili açık oturumlar düzenlerler.

Ama Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki, ayakları terlikli Uğur Kaymaz ve kamyon şoförü babası, ‘terörist’ oldukları gerekçesiyle öldürüldüğünde, bırakın manşet olmayı, gazetelerin birinci sayfalarında haber olabilmeleri, ana haber bültenlerinde ilk haber olarak yer alabilmeleri için bir mucize olması gerekir.

***

İstanbullu olmayan kişilerin başına gelenlerin gazetelerde yer alabilmesi için, birilerinin hepimizi dürtüklemesi gerekir.

Demek ki, ‘İstanbul Vatandaşı’ olabilmek ayrıcalıklı bir durum. Demek ki, İstanbul’un taşı toprağı altın olmasa da, burada yaşayanların Türkiye’nin her yerinde yaşayanlardan daha fazla kıymetli, İstanbullu olmak gerçekten bir ayrıcalık ve de ayrımcılık! Oysa bıkıp usanmadan ‘Türkiye’lilikten’ söz edip duruyoruz.

MERAK KEDİYİ ÖLDÜRÜR...

Neden Türkiye’de hiçbir zaman güçlü bir Ana Muhalefet partisi olamıyor?
Yazarın Tüm Yazıları