Aydınlık Türkiye için üreyelim arkadaşlar

Burak Hakkı- Sema Şimşek çifti belki de gerçek olamayacak kadar mükemmel bir çift: Romantik, uyumlu, huzurlu, hálá aşık, güzel ve istikrarlı.

Sema Denker’e verdikleri röportajdan da anlıyoruz zaten. Basbayağı öyleler.

Tablo gibiler, hiç bozulmamışlar...

Bugüne kadar hiç kavga etmemişler mesela. Birbirlerine bağırıp çağırmamışlar.

Boşanmaların katmerlendiği, kimsenin kimseye tahammül edemediği şu Pompei’nin son günlerinde, vaziyetleri elbette imrenilecek bir durum.

Ama aynı röportajda Sema Şimşek’in şu sözleri pek imrendirici değil, hatta tuhaf:

"Bizim gibilerin çok çocuk yapması, üremesi lazım.

Bilinçli bir toplum, aydınlık bir gelecek için bunu yapmalıyız, çoğalmalıyız.

Şu anda üçüncü ya da en azından ikinci çocuğuma hamile olmayı isterdim".

Belki bir anlık heyecanla söylenmiştir bilemem, ama "bizim gibiler üresin, ki Türkiye aydınlansın" tezi tek kelimeyle irkiltici, fazlasıyla seçkinci, ayrımcı (artık aklınıza ne gelirse).

Bir kere yeterince "çoğuz", daha fazla çoğalmanın kime nasıl yararı olabilir?

İkincisi, hadi çoğalındı. O çocuklar "sizin gibi" olmak zorunda mı?

Onların kendi karakteri, düşünceleri olmayacak mı? Hepsi bir örnek kişiler mi olacak?

Sorular çoğaltılabilir. Ama yanıtları galiba aynı (en azından benim için): Nayır, nolamaz!

Umarım Sema Şimşek abarttığını kabul eder.

Yoksa korkarım yakında Facebook’ta filan, "Bu akşam saat 21.00’de ışıkları beş dakika kapatıp aydınlık Türkiye için ürüyoruz arkadaşlar; van, tuu, tirii, forroo" grubu oluşacak.

Sonrası malum, ışıklar yanınca hem aydınlanmış hem de çoğalmış olacağız.

DEREDEN TEPEDEN

n Eski borsacı/yeni meditasyon merkezi sahibi Alp Ekşioğlu’nun Madame Figaro dergisine verdiği röportajda söylediği şu sözler ilgimi çekti, sizin de ilginizi çeker umuduyla:

"Hep bir şeyler yapmaya çalışıyordum, bir farklılık vardı, ama neredeydi? Bir gün babam, ’Ne istiyorsun?’ diye sordu. Dedim ki, ne istiyorum biliyor musun, anneannem gibi uyuyabilmeyi... Anneannem iki elini göğsünde birleştirir, sırt üstü yatar ve sabah da aynı şekilde kalkardı. Böyle bir iç rahatlığı ile yatıp sabah da yine öyle uyanmayı istiyordum".

n Otto Santral’de neredeyse her gece bir organizasyon ve parti var. Çünkü şu anda şehrin en ilginç, ferah ve gözde mekanı (umarım suyu çıkmaz). Otto’daki son iyi parti ise GAP’inkiydi. Partide bir ara Didem Erol’a rastladım. Laf nereden zikzak yapıp dolaştıysa Meltem Cumbul’a geldi.

Meltem’in L.A’ye yerleşerek Hollywood’a girmesinin imkansız olduğundan filan bahsetti Didem. "İmkansız ya da imkanlı sanane/bize ne" dedim özetle. Ve Didem Erol aniden Amerikan İngilizce’siyle konuşmaya başladı. Meğer Meltem’in İngilizce’sinin o kadar iyi olmadığını ispat etmeye çalışıyormuş. Tek kelimeyle: Pöf!

n Daha önce yazmıştım, şimdi devamı geliyor, yani Seyfi Bey’in Durumu-2: Bir kere yarım peruk takarak bu iş olmaz. Yapımcı ve kanal cesaret edemiyorsa Seyfi Bey kendi inisiyatifini kullansın. "Huysuz Virjin"i korsan bir gösteri olarak sergilesin. Sonra neler oluyor görelim. Yoksa, "genç olsam ülkeyi terk ederdim" demek yetersiz kalıyor.

n Ve Alma-Ata... Bugüne sığmadı. Cumaya artık, hatta kalın, yine yeniden...
Yazarın Tüm Yazıları