Avrupa'dan açık çek mi?

Son dönemde Türkiye'yle ilişkilerde biraz mecburen de olsa kıpırdama ve farklı boyut sinyalleri veren Avrupa Birliği seçim sonuçlarına verdiği tepkilerde birlikte çalışma isteğinin bulunduğunu teyit etmekle birlikte açık çek vermeyeceğini gösterdi.

Haberin Devamı

Seçim sonrasında Avrupa kurumlarından yapılan açıklamaların hemen hepsinde temel hak ve özgürlüklere verilen önem öne çıktı. Avrupa Birliği Komisyonu’nun “suya sabuna dokunmayan” yaklaşımı ise “istisna” olarak kayıtlara geçti.

Türkiye’yle mülteci krizi bağlamında yürüttüğü “pazar diplomasisi” ile şu ana kadar taviz vermemekle övündüğü ilkeler arasına sıkışan AB Komisyonu son dönemde takındığı pasif tutumu ve sorunlara değinmekten özenle kaçınan yaklaşımıyla sıkça eleştiriliyor.

AB Komisyonu’nun son aylarda “çekimser” kalmasının mimarı olarak ise Türkiye’yle ilişkilerin odağına mülteci krizini yerleştiren ve dönüp dolaşıp her konuyu buna bağlayan AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker görülüyor. Juncker işi, “sorunlu alanlarda mesaj verip durmak şu aşamada yardımcı olmuyor” vurgusu yapmaya kadar götürdü.

Haberin Devamı

Juncker’in tavrının AB Komisyonu’nun tümünü sardığı düşünülmeye başlanmıştı ki Genişleme Komiseri Johannes Hahn durumun öyle olmadığını net şekilde ortaya koydu.

Türkiye ve Batı Balkan ülkelerinde ifade ve medya özgürlüğü alanlarında yaşanan gelişmeleri masaya yatırmak üzere üçüncüsü düzenlenen Speak Up konferansında konuşan Hahn, “AB’nin Batı Balkanlar ve Türkiye’de medya özgürlüğü konusundaki ilgisini kaybettiğinin söylendiğini” duyduğunu belirterek, “Son haftalarda seçimlere giderken gazetecilere çeşitli şekillerde gözdağı verilmesi gibi endişe verici gelişmeler gördük. Çok açık olmama izin verin: Medya özgürlüğü AB entegrasyon sürecinin odağındadır ve müzakereye tabi tutulamaz” dedi. Bu sözlerin sonrasında sıraladıkları ise Brüksel’den son dönemde gelen en köşeli açıklamalardı.

Mülteci krizinin çözülmesi için Juncker’in Türkiye’ye karşı sergilediği tavrı tam olarak benimsemeyen bir isim olan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’un seçim sonuçları için Başbakan Ahmet Davutoğlu’na gönderdiği kutlama mesajı da kutlamadan çok “yol haritası” niteliğiyle öne çıktı.

Haberin Devamı

Tusk açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Artık toplumda güven inşası, hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklerin güçlendirilmesi ve siyasi muhalefetle yapıcı şekilde çalışılması için her türlü çabanın gösterileceğine güveniyorum. Kürt barış sürecine de geçen yaza kadar sağlanan iyi ilerlemenin üzerine inşa edilerek mümkün olan en kısa zamanda kaldığı yerden devam edileceğini umuyorum.”

Bu açıklamalar bile “yeni dönemde” Brüksel’in Ankara’ya açık çek vermeyeceğinin anlaşılmasını sağlıyor. Zaten AB’nin açık çeklere kapalı bir yapıya sahip olduğunun unutulmamasında da fayda var.

AB, müzakere öncesi bu süreçle ilgilenen ülkeler üzerinde belli bir etki düzeyine sahip. Müzakere sürecinde bu etki tavan yapıyor. Üyelik gerçekleştikten sonra ise bu etki neredeyse sıfıra düşüyor. Türkiye’yle ilişkilerde ikinci aşama başından bu yana Brüksel’in beklediği ya da alıştığı gibi gitmedi. Bunda Türkiye’nin diğer aday ülkelerle karşılaştırıldığında sıra dışı olarak nitelenebilecek tavrı etkili oldu.

Haberin Devamı

Gelinen aşamada AB de müzakere sürecinde kaybedilen ivmenin Türkiye’de işlerin kötüleşmesine katkıda bulunduğunun nihayet farkına varmış gözüküyor. Bu bağlamda, mülteci krizinin “çözümü” için hazırlanan Eylem Planı’nı da müzakerelerin bir bakıma “yeniden başlatılması” için hem fırsat hem de araç olarak görüyor.

AB’nin yıllar sonra “mecburen” de olsa aklına gelen müzakere sürecini hızlandırma eğiliminin başarıya ulaşması sadece Brüksel’e değil doğal olarak Ankara’ya da bağlı. AB’nin “açık çek” olmasa da “yeni bir sayfa” beklentisinin Türkiye’de karşılık bulması ve bunun sözde kalmayıp eyleme dönüşmesi gerekiyor.

Resmi açıklamalara pek yansımasa da Brüksel’in hükümetin özellikle AB bağlantılı konuları yürütme şeklinden ve sürece bağlılığının düzeyinden memnun olmadığı bir sır değil. Sonuçları değerlendiren üst düzey bir AB diplomatı geçenlerde, “Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere yeni hükümet sayfayı çevirecek mi yoksa hukukun üstünlüğü ile temel hak ve özgürlükler konusundaki mevcut tavrını koruyacak mı ona bakılacak. İkinci opsiyonu tercih ederlerse hem bizim hem sizin için işlerin kolay olmayacağı ortada” dedi. Bu görüşün Brüksel’de genel kabul gördüğünü söylemek mümkün.

Yazarın Tüm Yazıları