Atatürk'ten palavralar ve Tarih Kurumu

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

YERİ belki burası değil ama, yazmadan geçemeyeceğim.

Atatürk'ün sözlerinin Tarih Kurumu tarafından tahrif edildiği iddiası tartışılıyor. Afet İnan'a yazdığı mektupta, "Vaziyetim şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalığım durmamış, ilerlemiştir" diyor. Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan kitapta ise bu mektubun yukarıdaki bölümü şöyle: "Vaziyetim şudur: hastalığım durmamış, ilerlemiştir". Yani aradaki kritik ara cümlecik, "Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle" kısmı atılmış!

Anlaşılan o ki, tarih Tarih Kurumu tarafından saldırıya uğramış. Hazin tecelliye bakın ki, mağdur o kurumun kurucusu olan Atatürk.

* * *

Bu arada araştırmayı yapan Dr. Eren Akçiçek, Atatürk'e atfedilen "beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözünün de bir başka palavra olduğunu söylüyor. Muhtemelen çok haklı. Çünkü bir kere böyle bir söze, "Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri"nde hiç rastlamadım. Orda yoksa nerede olacak? Sonra Atatürk ölmeden önce, şuuru yerindeyken birçok yabancı tıp otoritesine muayene oldu ve sonuna kadar da hükümet bu otoritelerin yardımına başvurdu. Atatürk yabancı hekimler yerine Türk olanları isteseydi, Celal Bayar'dan mı korkup çekinecekti?

* * *

Şimdiye kadar "halkın sesi, Hakk'ın sesi" (vox populi, vox dei) gibi Roma deyişlerinin veya eski Yunan'dan kalma "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" özdeyişlerinin Atatürk'e mal edildiğini bilir ve yanlışın gösterilmemesini yadırgardım.

Bu konuda örnek o kadar çok ki, saymakla bitmez. Bir keresinde de, "Adalet mülkün temelidir" sözünün altında Atatürk'ün imzasına rastlamıştım.

İtalyanların faşist Duçe'si Mussolini'nin "İstikbal göklerdedir" sözünün altına Atatürk'ün imzasını atıp yıllarca uçaklarımızın girişine asmıştık.

Bütün bunlara rağmen Atatürk'ün kurduğu Tarih Kurumu'nun son yaptığı affedilir gibi değil. Atatürk'e atfedilen yanlış sözleri düzelteceğine, oturmuş doğruları akıllarınca temizliyorlar. Yazıklar olsun!

Türkçe takıntısı

Yarın İstanbul'un yeni yazlık yerlerinden Laila üzerine bir yazım çıkacak.

Bugün o yazıyı yazarken bir şey aklıma takıldı. Laila ile ilgili keyifli bir yazının tadını kaçırmamak için bu bölümü oradan çıkarttım. Ama büsbütün atmaya da elim varmadı.

İşte atmaya kıyamadığım düşüncelerim...

* * *

Dil konusunda ortaokul sıralarında öğretmenim Dr. İbrahim Kutluk'un etkisinde sıkı bir Türkçeci idim. Dile özen gösterilmesi gerektiğine hala yürekten inanıyorum.

Ama hep yazarlar ve şairlerin bir dil cenderesine sokulamayacağını bilecek kadar sağduyu sahibi olmayı becerebildim.

Şimdilerde Doğan Hızlan üstadımızın Türkçe'deki yabancı kelimeler hakkındaki engin hoşgörüsüne ulaşmaya çabalıyorum. Yine de bazı takınaklardan kurtulabildiğim söylenemez.

Çizmeyi aşmamak için örneği eğlence yerlerinden ve restoranlardan vereyim. Son yıllarda bilmem dikkat ettiniz mi, özellikle magazin basınının gözdelerinin devam ettiği birçok eğlence yeri kendisine Türkçe isimler seçiyor. Hammam, Pasha, Laila bunlardan bazıları. Yani ortada Löbonlar, Degüstasyonlar, Mayerler, Markizler yok.

Ben bu tercihe karışmam. Kimseye de iyi veya kötü ediyor diyemem. Ama bu Türkçe kelimelerin ille de 'tatlısu frengi' ağzıyla yazılıp söylenmesini de anlayabildiğimi iddia edemeyeceğim. Niye "hamam" değil de "hammam", niye "paşa" değil de"pasha", niye düpedüz "Leyla" değil de "Laila"?

İyi bir sosyoloji eğitimi gördüm, dile de çok meraklıyım ve bu konuda da kendimi profesyonelce yetiştirmeye çalıştım. Buna rağmen böyle bir muammayı kolayca çözemediğimi itiraf edeceğim.

Haddini bilmek

Bugün üstüme vazife olmayan işleri yazma günüm galiba.

Önümde bir gazete kupürü duruyor. Milliyet'ten kesip saklamışım.

Doğan Heper, "Haddini bilmek" başlığı altında şöyle yazmış: "Yersiz cesaret mi, haddini bilmemek mi?

Birçoğumuz bu iki unsurdan biri nedeniyle malulüz.

Adam daha solunumun akciğerle mi, karaciğerle mi olduğunu bilmiyor, ama TV'deki "Kim 500 milyar ister?" yarışmasına katılıyor. Yarışma sanki bilgi değil, bilgisizlik yarışması...

Bunu nasıl izah edebilirsiniz? Cesaret, cüret, kendini bilmeme, haddini aşma, kendine güven, dalga geçme, hangisi?"

Heper yazısının sonunda, "Ben cevap bulamıyorum" demiş.

El cevap: "Külli cahili cessur". Arap atasözünün Türkçesi, "bütün cahiller cesurdur".

Yalan mı?

Arşiv kıyımları

ÖNCEKİ salı, Osmanlı Arşivleri ile ilgili yazımı abartı bulanlar olmuş. Bir talihsiz rastlantıyı, siyasallaştırdığım söyleniyor.

Bir de yazının girişindeki "Cumhuriyet'in çocukluk hastalığı"na takılanlar var.

Açık söyleyeyim: Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Osmanlı'ya ilişkin herşeyi reddetme yolunda bir resmi tutum vardı. Osmanlı arşivlerinin talanı, bundan cesaret alınarak gerçekleşmişti. Dolayısıyla bu uygulama aslında bizde ilk değil.

Edebiyat hocamız Tahir Alangu'nun, Bulgaristan'a satılan Osmanlı arşivlerini anlatırken ağlamaklı oluşunu hiç unutamam.

Bulgarların kurtardığı arşiv

Hikaye şu: 1931'de İstanbul Deftardarlığı Osmanlı'dan kalma önemli miktarda evrakı hurda kağıt fiyatına bir şirkete satar.

Evrak vagonlara yüklenir. Vagonlar Sirkeci'den Haydarpaşa'ya geçmeyi bekler.

Allah'tan işler o zaman fazla hızlı yürümüyor.

Bu arada durumdan haberdar olan Bulgar Elçisi kağıt hamuruna dönüşecek bu eserleri kurtarmanın peşine düşer. Hükümetini ikna eder ve evrakı hükümeti adına satın alır.

Böylece evrak Sirkeci'den Sofya'ya gider. Belgeler nispeten kurtarılır. Nispeten dememin sebebini Yeni Şafak'taki açıklamada gördüm. Meğer evrakın bir kısmı, Sirkeci İstasyonu'na doğru hareket eden kamyonlardan Sultanahmet Parkı'nda ortalığa saçılmış. Çöpçüler evrakları toplayarak Kumkapı'da denize dökmüş. Olayın duyulması üzerine meraklı vatandaşlar Kumkapı sahillerinde evrak toplamaya başlamış.

Bulgarlar tarafından özenle saklanan ve tasnif edilen belgelerin, 1980'lerde ancak mikrofilm olarak Türkiye'ye verildiği ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı'nın bu belgeleri, "Bulgaristan'da Osmanlı Evrakı" adıyla yayınladığı belirtiliyor.

Bu hikayeden sonra Bulgarlara şükran duydum. Arşivlerimizi kurtardıklarını düşündüm. Uygar davranışlarına hayran kaldım.

Bu arada hatırlatayım. Sirkeci- Sofya hikayesi tek değil. Böyle daha başka hikayeler de var.

Meraklısı çıkarsa onları da anlatırım.

Yazarın Tüm Yazıları