Asıl Türk kendini yargılıyor

Eminim farkındasınızdır, reform zorunluğu Türk adaletinin kapısına geldi ve dayandı. Hele Van ve Orhan Pamuk davaları bu reform gereğinin nasıl önem kazandığını hepimize bir kez daha gösteriyor.

Haberin Devamı

İlk defa Olli Rehn (AB Komisyonu genişlemeden sorumlu komiseri) söyledi. “Aslında Orhan Pamuk değil, Türkiye kendihi yargılayacak” dedi.

 

İster dışardan , ister içerden bakılsın Olli Rehn  doğru söylüyor. Kendi kendimizi yargılıyoruz. Aslında sadece Pamuk değil, Van’daki Aşkın davası da, aynı şekilde Türk adaletinin kendi kendini yargılaması anlamına geliyor.

 

Adalet mekanizmamız, yargıcı ve savcısıyla, değişen dünya koşulları karşısında, özellikle de Kopenhag Kriterleri çerçevesinde ya sınıf atlayacak veya sınıfta kalacak.

 

Nedense, savcılarımız ve yargıçlarımızdan bazıları, Kopenhag Kriterlerine, reform çerçevsinde gerçekleştirilen yasa değişikliklerine, Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin içtaatlarına bir türlü uyum sağlayamıyorlar. Yasaların yorumlanması dar bir çerçevede yapılıyor.

 

Haberin Devamı

Bu kısır döngüyü kırmak gerekiyor.

 

Türk adaletinin AB normlarına uyum sağlaması şart. Avrupa Türkiye’ye değil, biz Avrupa kurallarına göre hareket edeceğiz. Daha doğrusu, Uluslararası kuralları ön plana çıraktmak zorundayız.

BAYKAL TAM BİR POLEMİK USTASI OLDUĞUNU GÖSTERDİ

TBMM’de Çarşamba günü,ağır toplar sahnedeydi.

 

Mumcu ve Baykal, Başbakanı hedef alan eleştirilerde bulundular. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse, bütçenin eleştirisinden çok, siyasi bir kavgaya tanıklık ettik.

 

Kimin daha fazla ilgi çektiğini sorsanız, kuşkusuz CHP lideri  Deniz Baykal , tam bir polemik ustası olduğunu ortayakoydu. Kullandığı söylem, vücut dili ve irticalen konuşma tarzıyla kendini dinletmesini bildi.

 

Mumcu, sözlerinde daha dikkatliydi. İlginç öneriler yaptı, ancak Baykal kadar etkileyici değildi.

 

Erdoğan’ın bazı yanıtları tam hedefini buldu. Onun da, kendine özgü bir stili var.

 

Bu arada bütçeden başka herşeyi dinlemiş olduk.

KENDİNİ YENİLEYEN BİR GAZETECİ

Hasan Cemal’in örneğine bizim medya’da rastlamak çok güçtür. Herşeyin başında da. Kendi kendini yenilemesi gelir. “Ben artık ne olacaksam oldum. Neden daha fazlasını yapayım” diyenlerin başında Hasan Cemal sürekli şekilde üretir ve daha da önemlisi sürekli şekilde “gazetecilik” yapar. Gider, dolaşır ve izlenimlerini, yorumlarını aktarır. Bazı köşe yazarları gibi ahkam kesmez. Onun her yazısından mutlaka yeni bir şeyler öğrenirsiniz.

 

Türk medyasının yetiştirdiği nadir değerlerden biridir. Zaten hepsini saysanız, bir elin parmaklarını geçmez.

 

İşte bu Hasan Cemal’in yeni bir kitabı daha çıktı. Cumhuriyet gazetesini anlatıyor. Orada yaşadıklarını, hiç çekinmeden, hiç korkmadan yazıyor.

 

Bizim dışardan bildiğimiz Cumhuriyet ile meğerhiç ilgisi yokmuş. Okudukça şaşırdım.Bir gazetenin dışardan görünüşü ile içerdekiçekişmelerinin bu kadar farklı yansıyacağına inanmazdım.

 

Hasan Cemal çok doğru bir iş yaptı. Bazıları sinirlendi, gerektiği kadar dikkatli davranmadığını yazanlar oldu. Oysa, Cemal gibi deneyim kazanmış bir yazar birikimlerini tüm çıplaklığıyla yazmayacak da ne yapacak. “Ona dikkat et, diğerini kırma” yaklaşımı artık kalmadı. Hasan Cemal  karnından konuşmuyor. Satırlar arasını okutmaya zorlamıyor. Tam aksine, herşeyi olduğu gibiortaya koyuyor.

 

Hem kendini, hem Cumhuriyet’ikonuşturdu. Günlercesayfalardan ve ekranlar düşmedi.

 

Ellerine sağlık...

 

İNSANOĞLU, AĞLAMAKTAN ZEVK ALIYOR

 

Bu hastalıkbizlere özgü değil. Bütün dünya ağlamaktanhoşlanıyor. “Baba ve Oğul” gilmi bunun bizdeki en son örneği. TV röportajlarını izlemişsinizdir. “Kardeşim görmüy ve çok ağlamış. Hemen koşup geldim. Bakalım bende ağlayacak mıyım?” diyen seyircinin bu sözleri son derece ilginçti.

 

Ah bir ağladık, bir ağladık” diye birbirimize anlatırız. Hani “ne yedik, ne yedik” diye birbirimize sofra anılarımızıanlattığımız gibi, ağlatıcı filmleri gıptayla överiz.

 

Herhalde bu ağlama ihtiyagı her insanın içinde var. Belki de, “ya benim debaşımagelirse” korkusu ve onun tepkisi, belki de “Benim başıma değil, başkasının başına gelir” diyerek, uzaktan gözyaşı döktü dürtüsü...

 

Ne olursa olsunr, şu sıralarda ağlama ihtiyacağımızı bol bol tatmin edecek kadar yeterli malzeme var. Film bulamayanlar, televizyon haberlerini dahi seyretseler yeter...

 

“EL PENÇE DİVAN DURMA”

 

Başbakan’ın geçenlerde muhtarlarabir uyarısı oldu: “ Bazıları, kaymakamların, vali’nin karşısında el pençe divan durur. Sen atanmış değil, seçilmişsin. Seçilmenin gereğini yapacaksın. Çünkü gücünü halktan alıyorsun. Sen emrediler bir memur konumunda değilsin...”

 

Son derece doğru bir saptama.

 

Nedense, ister muhtar ister belediye başkanı olsunlar, özellikle Anadolu’dan seçilmiş kesim, atanmışlyar karşısında el pençe divan dururlar. Vali ve Kaymakam geldi mi, akan sular durur. Onlar, adeta mal sahibi gibidirler. Ankara hepimizin üstündedir. Devlete biat etmek alışkanlığı hala geçerli. Vali ve kaymakam da, Ankara’nın temsilcisi olduklarından dolayı, hem seçilmişler hem de vatandaş, onlara farklı bakar. Biraz korku, biraz da “üstüme sıçratmayayım” kaygosoyla önünü ilikler.

 

Başbakan işte bu garipliğe işaret etti.

 

Acaba anlayan çıktı mı?

 

ERMAN HOCA’DAN BİR ÖNERİ...

 

Dünyada yapılan yapay reef batık konusu daha geçen günlerde Yeni Zelanda devleti dalma turizmini teşvik etmekiçinkoca birsavaş gemisini batırdı.

 

Bizimülkemiz niye yapmıyor? Turizm için şart. Biz  uğraşacağımıza devlet bunu yapmalı. Ama  bunu onlara nasıl anlatmalıyız bilmiyorum.

 

Bence en onemli proje bu :

 

Bodruma 1-2 adet sac savaş gemisi ya da ucak turistlerin dalabileceği bir yere ve derinliğe devletin bakanlıkları tarafından batırılmalı. Turizm  bakanlığı yine devletin gözden çıkarttığı gemileri kontrollü batırmalı bu turizmde cok etkili olur ve balık yönünden de faydalı. Bunutüm dünya yapıyor ...

 

TAV'dan yanıt var...

 

26.11.2005 tarihli “TAV Uygulamayı Bozdu” başlıklı yazıma, TAV’dan yanıt geldi. Ben valiz taşıma arabalarının bedava kullanıma açılmasının sonuçlarından şikayetçi olmuştum. Araba bedava olunca,kimse dışarıdaki boşları toplamıyor. Sonuçta havaalanı taşıyıcılara kalıyor. Ciddiyetten uzak, bağırış çağırış içinde bir ortam doğuyor” demiştim. TAV yetkilileri, arabaların ücretsiz kullanılma talebinin yolculardan geldiğini ve hal böyle olunca bu arabaların otopark ve havalimanının dört bir köşesine dağıldığını açıklamış mektubunda ve eklemişler; “ El bagaj arabalarının toplanıp tekrar kullanıma verilmesi için 45 adet personel çalıştırılmaktadır. Ayrıca mevcut bagaj arabalarına, 1000 adet büyük ve 250 ader küçük olmak üzere 1250 araba takviyesi yapılmıştır”. Açıklamaları için TAV’a teşekkür ediyorum. Umarım artık bu sıkıntı ortadan kalkmıştır.

 

ROV TV KONUSUNDA BİR OKUYUCU GÖRÜŞÜ

 

Sizlere Nurettin Özbek adlı okuyucumdan ROJ TV ile ilgilialdığım mesajı aktarıyorum;

 

..Ben bir Kürt olarak PKK ilehiç ilgim alakam olmadığı halde hatta kullandıkları yöntemleri çok eleştirmeme rağmen ROJ TV izliyorum. Çevremde  tanıdığım hemen herkes de  izliyor. PKK onların umurunda değil. Sırf kendilerinden birşeyler buldukları için izliyorlar. Bence Türk devleti ROJ TV’yi kapatmanın yolunu arayacağına, bunu düşünsün,  çözüm bulsun. Ben ROJ TV’yi izliyorum ama yetersizbuluyorum. Örneğinizlemek istediğimiz bazı Kürt sanatçılara yer vermiyorlar. (örneğin Şivan Perwer). Taraflı davranıyorlar. Kendilerinden olmayanlara yer vermiyorlar.Bu konuda berce dikkatli davranılmalı. ROJ TVkapatılarsa sadece PKK’lılar değil dünyadaki milyonlarca Kürt üzülecek. En çok da hiçbir ideolojik yönü olmayan 18 yaşındaki oğlum üzülecek”.

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları