Asıl Reha’yı salak bulan salaktır

Güncelleme Tarihi:

Asıl Reha’yı salak bulan salaktır
Oluşturulma Tarihi: Ocak 31, 1999 00:00

Haberin Devamı

Şu anda televizyon pogramları insanın üstüne üstüne geliyor. Sabahtan akşama kadar, ‘‘Bu programda bu bunu, şu programda şu şunu yaptı’’ konuşuluyor. En çok tartışılanlardan biri de ana haber bültenleri. Bu bültenlerin haber sayılıp sayılmadığı kuşkulu. Bültenlerin sonunda ‘‘öykü’’ anlattığı için en çok eleştiri alanlardan biri de İnterstar'lı Deniz Arman. Sorduk, o da cevapladı:

Ana haber bülteninde ‘‘öykü’’ anlatmak! Bu dahiyane fikir kimden çıktı?

- Benden. Benim aklıma geldi. Gerçi ilk üçü benim değildi, adapteydi: O’Henry'den. Bunu da söyledim seyirciye. Yani o yazmış, ben adapte ediyorum. Çok zor bir şey. Millet kolay zannediyor. Ondan sonraki 50 taneyi ben kendim yazdım. Zaman, mekan, isim yok bu ‘‘öykü’’lerde. Bir çoğu zaten haberdir. Olmuş olaylardan esinlenilmiştir. Yani benim haberden doğurttuğum öyküler bunlar. Böyle bir şey yapmamın sebebine gelince de, biz çok sertiz. Türkiye çok sert bir ülke.

Siz böylelikle yumuşatıyorsunuz...

- Evet, öyle olduğunu düşündüm.

Öykü yazma kabiliyetinizin olduğunu ilk ne zaman anladınız?

- Kalemimin kuvvetli olduğuna inanıyorum ben. Hani şarkıcılar çok küçük yaşta mikrofonu eline alırlar ya, benim için de öyle. Zaten bu yüzden bu meslekteyim.

Anladım. Ortaokulda kompozisyonunuz kaçtı?

- Hatırlamıyorum ama ilkokuldayken Japonya'ya gitmişti bir kompozisyonum.

Oldum olası iyiydi yani...

- Evet, evet.

Peki haberlerden öykü yazarken zorlanıyor muydunuz; mesela giriş, gelişme, sonuç kalıbına dikkat ediyor muydunuz?

- Kolay olmuyordu. Çünkü ‘‘öykü’’nün sonunda muhakkak beklenmedik bir final olması gerekiyor. Hep, hep. Bu çok zor bir şeydir. Evet haberden bir şey alıyorsun, mesela bir cinayeti, kendince geliştiriyorsun, anlatıyorsun ama sonunda bir kafa atmak gerekiyor! Pazar gecesi, bültenden sonra makyajımı silip eve giderken başlıyordum haftaya ne olacak diye düşünmeye. Zor yani.

O öykülerin sevenleri kadar düşmanları da var. Sizce hangisi daha çok?

- Sevenleri tabii. Ve bence onlar daha önemli. Şunun için söylüyorum: Olumsuz tepkiler bir kere sınırlı sayıda ve daha çok bizim meslek grubundan. Oysa, seyirciden acayip faks, mektup, öykü, şiir geliyordu. Olumsuz tepkilerin de yapamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum.

EVET BİZ ÖNCÜYÜZ

Yani bu alanda kendinize rakip olarak gördüğünüz biri yok.

- Iıh, ııh.

Olmasını ister miydiniz? Sorunun Türkçesi: Bütün haber bültenlerinin sonunda sizce birer öykü anlatılmalı mı?

- Olmalı. Ben yaptığıma ve tuttuğuna göre düşünüyorum olmalıymış. Ama yapamadılar. Kesinlikle düşünmüşlerdir. Medyada herkes birbirinin ne yaptığına bakar. Yapmak istemişlerdir ama yapamadıkları için yapmamışlardır diye düşünüyorum.

Kimsenin yapamadığı bir şeyi yapıyor idiyseniz, neden ara verdiniz?

- Çünkü televizyon inanılmaz hızlı ve çok çabuk tüketen bir şey. Ben kendimi tüketmek niyetinde değilim ki. Yaptım oldu. Bitti. Yapabiliyorsan başka bir şey yap. Yani kendime söylüyorum. Şimdi onun peşindeyim.

Bana bile kıytırık yazılarımdan kitap yapmam söyleniyor. Kimbilir sizin haber öyküleriniz için ne kadar çok baskı vardır. Bir kitapta ya da kasette toplamayı düşünüyor musunuz?

- Kaset değil de, video ve kitap yapmayı düşündüm. Sırf kitap olsun istemedim çünkü duruşumun ve sesimin de önemli olduğunu düşünüyorum. Bir iki ciddi yayınevinden hala baskı var. Olacak galiba. Zaten seyirci de istiyor, sokakta falan söylüyorlar.

Siz Türk televizyonculuğuna yeni bir stil getirdiniz. Bu stilde eskiden haber olarak değerlendirilmeyen herşey artık ana haber bültenine konu oluyor. Kendinizi bir öncü olarak hissediyor musunuz?

- Ben demek haksızlık olur diye düşünüyorum. Ama biz. Bu biz'in içinde önemli insanlar var Ufuk'u da Reha'yı da bu bizin içine katarım.

Ama bu stile karşı olanlar da var, ki sayıları az değil, nasıl cevap veriyorsunuz onlara?

- Ana haber bültenlerine tepki duyanlara, cevap vermeye bile değer bulmuyorum! Çünkü ben diyalektiğe inanan bir insanım. Herşeyin geliştiğine ve yenilendiğine inanırım. Onlar da gelişecekler. Çünkü benim, bizim geldiğimiz noktaya bir gün gelmezlerse ölürler. Kimse bu haberdir, bu haber değildir diyemez çünkü haberin ne olduğuna ancak ben karar veririm. Bu benim genlerimde var. Ve ben hayatın haber olduğuna inanıyorum. Eleştirenlerin kendi doğruları. Ama bir gün o doğrularının hiç de doğru olmadığını görecekler. Zaten şimdiden çöküyorlar. Bundan on yıl önce gazetelerin birinci sayfalarında bugün olan haberleri görmek mümkün müydü? Hayır. Referans olarak bana gazeteciliklerini söylüyorlar ama çalıştıkları gazetelerde bile neler olduğunun farkında değiller.

Bu yeni stil haber bültenlerinden rahatsızlık duyanlar yine gazeteciler, halk değil mi demek istiyorsunuz?

- Evet. Halk bizim yanımızda. Yani hayatı, habere taşıyanlardan yana. Nereden biliyorum bunu? Reytingten. Çünkü reyting çok önemli bir şeydir. Tukaka bir şey değildir. Reyting bana, ben ona ne yapmamız gerektiğini söyleriz. ‘‘Haber yapıyorum ben, reyting almasam da olur!’’ düşüncesi bence salakça. Kime yapıyorsun o zaman haberi kardeşim! Reytingin yoksa, kimsenin izlemediği haber yapıyorsundur, o zaman niye yapıyorsun ki? Sonra diyorlar ki, sosyokültürel seviyesi düşük olan kimselerin evlerine koyuluyor reyting'leri ölçen o cihazları! Öyle değil. Çarpıtıyorlar. Başka araştırmalar da var, saklıyorlar.

Bu tür konuşmalar seni yoruyor mu?

- Evet, ama tartışılması belki de hepimize doğruları gösterir.

Sizi küçümsüyorlar mı?

- Hayır hadleri değil, küçümseyeni çok kötü küçültürüm! Televizyon denilen şey 8, 9 yaşında bir çocuk. Eskiden emekliyordu, şimdi yürüyor ama hala oraya buraya çarpıyor. Çarpacak tabii.

Yani ceza-i ehliyeti yok.

- Ee yok! Türkiye Cumhuriyeti'nin 75 yıllık geçmişi var da ne hatalar yaptı, başbakanları astı. Haber bültelerine Sibel Can'ın taşınması mı batıyor, anlamıyorum ki. Eğer böyleyse, bu ciddiyetsizlikse, ben sonuna kadar ciddiyetsizim. Ben haber görüyorsam, bu haberdir. Kriteri budur.

Peki bu haber değildir diyenleri siz küçümsüyor musunuz?

- Tabii ki, haberden senin haberin yok diyorum.

Ankaralı olmanın bir formülü vardır ya: Ağırbaşlı, ciddi, memur, düzenli, disiplinli. Ama siz şu anda İstanbul'da yaşıyorsunuz, Ankara'dan İstanbul'a gelince kişiliğinizde herhangi bir değişiklik oldu mu?

- Hayır. Ankara'da gerçekten de öyle bir şey var değil mi? Gittiğimde ben de çok şaşırıyorum: Ne çok kravatlı adam var! Yok ben değişmedim, hep böyleydim. Ankara aslında Meclis diye anlaşılıyor. Oysa sadece o kadar değildir. Meclis deyince, mesela Sibel Can'ı Meclise sokmak, haber anlamında ne kadar keyifli olurdu. Bunu yapanlar iyi gazetecidir.

Peki sonunda insana böööö getirmez mi?

- Hayır, haber bültenlerinde Kolombiya'daki deprem de var, Cezayir'deki toplu bilmem ne de, vergi yasası da, niye getirsin?

Kişiliğinizin en önemli özelliği nedir?

- Ben çok keyifle bakıyorum dünyaya.

‘‘İyimserim’’ mi demek istiyorsunuz. Açığım, samimiyim, yalancıyım, dürüstüm, hangisi?

- Kimse dürüst değil ki. Kendimi şöyle anlatayım: Yaşadığım andan keyif almaya çalışan bir insanım.

Hedonist yani! Zevklerin peşinde mi koşuyorsunuz?

- Onu da yaparım. Çünkü yaptığımız iş...

Evet hemen işe geri dönelim. Bu işi siz niye yapıyorsunuz? a)Kader sürüklediği için b) Para kazanmak için c) Yeteneklerinizi kanıtlamak için d) Kişisel menkibenizi yaşamak için e) Romancı olmak için.

- Hepsi ve hiçbiri. Benim babam da gazeteciydi. Ben öyle büyüdüm. Aileden gazeteciyim, genlerimde var hem de yetenekliyim, bu yüzden bu işi yapıyorum.

Hayatta ennnnn çok kıskandığınız kişi kim?

- Her dakika değişiyor.

Yani o gün Meclise Sibel Can'ı sokmayı becerebilen birini ertesi gün de başka birini mi kıskanıyorsunuz?

- Hayata sırf haber diye bakmasanıza...

Ama siz demiyor muydunuz hayat haberdir diye...

- Anladım ama Ronaldo'yu da kıskanıyorum, Hakan Şükür'ü de. Herkesin herşeyini her dakika kıskanabilirim. Ama yine de kendimden çok memnunum.

Asla satmayacağınız, dünya yıkılsa satmam diyeceğiniz kişi kim?

- Hiç bir zaman kimseyi satmadım.

ben daha doğruyum

Hatırlatırım demin de, hiç kimse dürüst değildir demiştiniz!

- Onu başka bir anlamda söyledim. Ben acayip hassasım bu konuda. Satmak, jurnallemek benim için feci kelimelerdir. Dostum dediğim kimseyi satmam.

Peki yalancı mısınızdır?

- Yalancı olabilirim ama bu konularda değilim. Siz hiç söylemiyor musunuz?

Çooook. Şöhrete, paraya, vesaireye kimin için ulaşmak istiyorsunuz?

- Kendim için. Ve tabii ailem için.

Peki ne kadar baştan çıkarıcı buluyorsunuz kendinizi. Dayanılmazım, idare ederim, yoksa sıradan bir insanım mı diyorsunuz.

- Fazla mütevazı olma, gerçek zannederler! Sıradan değilim. İdare eder'in ötesindeyim. Galiba ben dayanılmaz'la, idare eder'in arasındayım.

Habercilikteki bu yeni stil söz konusu olduğunda bir çok insan Reha Muhtar'ı eleştiriyor ya siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Reha'yı salak bulanları çok salak buluyorum.

Onu kendinizden daha mı akıllı buluyorsunuz?

- Zaman zaman evet. Çünkü onun doğruyu yaptığını düşünüyorum. Ama ben daha doğruyum!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!