Artık yorulduk, gelin barışalım…

Haftaya pazartesiden itibaren yepyeni bir sürece giriyoruz. Son bir kaç ay çok kavga ettik. Toplum da yoruldu. Eğer ince ayar yapmazsak, sonra ağır bir fatura öderiz. Merak ediyorsanız, anlatayım...

Artık seçim karmaşasının sonuna geldik. Herkes içini döktü. Oy yarışında başarılı olabilmek için rakipler lekelendi, suçlandı ve “en iyisi biziz” dendi. Yarından itibaren artık susulacak. Seçim yasakları başlıyor. Pazar günü de sonuç alınacak.

 

Türk toplumu son derece ilginç.

 

Hem kavgadan hoşlanıyor hem de kavga uzayınca sıkılıyor ve bir süre sonra kızıp, kavgacıları cezalandırıyor. Yakın geçmişimize bakarsak, Yılmaz-Çiller kavgalarından bıkan seçmen 2002’de, eski siyasi partileri ve liderlerini cezalandırdı. AK Parti, böyle bir konjonktürü kullanıp iktidar oldu.

 

Ancak kavgalar yine de bitmedi.

 

Bu defa da Baykal-Erdoğan boğaz boğaza gelir oldular. Seçim öncesi ve seçim süresince izlenen bu kavga toplumun cepheleşmesini sağladı. Oylar dağılmadı.Acaba kavga CHP’ye mi, yoksa AKP’ye mi yaradı? Hangisinin daha kazançlı çıkacağını Pazar akşamı göreceğiz.

 

Kavga ortamı yaratmak belki siyasi liderlerin işine yaradı, ancak kamuoyunu da yordu.

 

Seçim kampanyasının yorgunluğu şu sıralarda açıkça hissediliyor. Her ne kadar, bu seçimler Türkiye’nin yakın geleceğini çok yakından etkileyecek olsa dahi, seçmen meydanlarda gördüklerinden hiç memnun değil.

 

Yarından itibaren hepimizin arzusu, kavgaların kesilmesi ve göstermelik dahi olsa, liderlerin el sıkışarak ilişkilerinde yeni bir başlangıç yapmaları.

 

Biraz nefes alalım.

 

Liderleri birbirini boğazlayan bir görüntüden kurtulalım. Topluma örnek olan liderlerin, yarışın ardından uzlaşıya varabileceklerini görelim.

Buna çok ihtiyacımız var.

 

Unutmayalım ki, demokrasi bir uzlaşı, hoşgörü sistemidir. Böyle bir ortama ihtiyaç duyulmasının diğer bir nedeni de, seçim sonrasının gündemi. Pazartesi’den itibaren, bizleri bekleyen önemli gündem maddelerine değiniyorum. Bugün de Cumhurbaşkanlığı ve ekonomiyi ele alacağız. Bu engelleri aşabilmenin tek yolu, aramızda belirli bir uzlaşıya ulaşmak, hiç değilse kavga ortamından kurtulmaktır.

 

*                               *                               *

 

İLK UZLAŞI, ÇANKAYA OLACAK

 

Seçimlerden hemen sonra gündemimize girecek ilk konu, Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak.

 

Son gelinen noktaya bakılacak olursa, Çankaya’nın sahibi uzlaşıyla seçilecek. Herhangi bir partinin diğerine bir dayatmada bulunması imkansız görülüyor.

 

11’inci Cumhurbaşkanı, belki de son defa TBMM’den çıkacak. 12’inci Cumhurbaşkanı ise, daha ileri bir tarih ve halkoyu ile seçilecek. Ancak, o noktaya ulaşana kadar da bir dizi sürecin aşılması gerekecek. Bunların başında da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin yeniden düzenlenmesi var. Anlayacağınız, uzun bir tartışma dönemi yaşayacağız.

 

Bizim önceliğimiz 11’inci Cumhurbaşkanı.

 

Bu konuda kimin ne yapacağını hesaplamak için, her şeyden önce 23 Temmuz sabahı karşılaşacağımız manzarayı görmeliyiz.Kimin kaç milletvekili çıkaracağını görmeden güç dengesini hesaplayamayız.

 

AKP son haftalarda “367’yi bulsak dahi bir uzlaşı arayacağız” mesajları veriyordu. Bu söze ne kadar güvenmemiz gerekecek bilemeyiz. Eğer 320-340 milletvekiline sahip olursa, Erdoğan’ın yürüyüşü yine değişecektir.  Belki de, eski uzlaşı yaklaşımından vazgeçebilir.

 

Tüm partileri anlaşmaya zorlayan tek unsur,bir isim üzerinde görüş birliğine varamamaları olacaktır. Zira, anlaşmazlık durumunda, yeniden genel seçimin yolu görülecektir ki,bunu hiçbir milletvekilinin kabul etmesi düşünülemez.

 

Partiler işte bundan dolayı uzlaşmak zorundalar. İçlerinden gelmese dahi, istemeye istemeye bir isim üzerinde anlaşacaklar.

 

Bu çerçeve içinde, ben bir kriz öngörmüyorum. Daha önce de yazmıştım. Çankaya nedeniyle çıkacak bir anlaşmazlık toplumu zorlamayacak.

 

Eğer mutlaka bir kriz arıyorsanız, 12. Cumhurbaşkanı seçimlerini beklemeniz gerekecek. Bunun da, 5-6 yılı var demektir.

 

*                               *                               *

 

EKONOMİDE İNCE AYAR GEREKİYOR

 

Yine seçim sonrasının diğer bir gündem maddesi, ekonomi olacak. Belki Cumhurbaşkanlığı seçimleri kadar öncelikli değil, ancak yaklaşık yılbaşından beri ertelenen birçok dosya hükümetin önüne gelecek.

 

Türk ekonomisi içerden ve dışardan övgü alıyor, ancak büyümesine rağmen hala işsizlik oranı yüksek. Hala zenginlik alt tabakalara inebilmiş değil. İnsanlar şaşkın şekilde seyrediyorlar. Bir yandan zenginleştiğimiz söyleniyor, öte yandan bir kesimde fakirlik kol geziyor.

 

Hükümetin en önemli ince ayarının işte bu alanda gerçekleşmesi gerekiyor.  Özelleştirmeler, borsaya yağan sıcak para veya artan yabancı yatırımlar fakir adamı ilgilendirmiyor. Esnafın da yüzünü güldürmüyor. Artık mikro ekonomik kararların alınması gerekiyor.

 

Türk Lirası’nın pahalılığı ve faizlerdeki yükseklik de hükümetin başını ağrıtmaya devam ediyor. Doların düşmesi ve YTL’nin çıkışı önümüzdeki ayların en çok tartışılan ekonomik konusu olacak. Cari açığın giderek artışı ister istemez eleştirileri de beraberinde getirecek. Bundan dolayı, seçim sonrasında YTL’nin değerinde ayarlama ve cari açığın kapatılması önem kazanacak.

 

Aynı alanda diğer bir dosya, IMF ile ilişkilerin devam ettirilip ettirilmemesi konusunda önümüze gelecek.

 

Uluslararası Para Fonu ile stand-by anlaşması sürdüren tek ülke olarak biz kaldık. Borcumuzu ödeyip bu defteri kapatmamızı isteyenlerin sayısı artıyor.

 

Ancak öte yandan da, IMF ile bağlantılı olmak, yabancı bankalar ve yatırımcılar açısından bir güvence oluşturuyor. Ülkemizin aldığı dış kredilerin belirli bir düzeyde tutulmasını sağlıyor. Yani, bir yanda ekonomik çıkar, öte yanda siyasi rant var.

Haberin Devamı

Yazarın Tüm Yazıları