Arkadaşlık öldü mü?

Kapım tekme yumruk çalındığı zaman ben o gün aldığım maaşımı masanın üstünde paylaştırıyordum.

Hesap kitap özürlü olduğum için, o ay ödemem gereken paraları tek tek sayıp parti parti ayırarak çevrelerine birer ince lastik geçiriyordum. Sonra da üstlerine kira, apartman gideri, bakkal borcu, elektrik, telefon yazılı küçük etiketler iliştiriyordum.

Kapıyı açınca Yalçın, hışım gibi içeriye daldı. Önce üstüme atlayıp beni iki yanağımdan şapır şupur öptü. Sonra da,

‘Sen benim hayattaki tek arkadaşımsın, senin için canım feda olsun!’ diye inledi.

‘Hayrola, ne oldu?’

‘Sana en iyi arkadaşının hayatını kurtarma şansını tanıyorum. Yoksa beni yarın öldürecekler.’

‘Kimler?’

‘Kumar borcum olan herifler... Bana son olarak yarına kadar mühlet verdiler. Borcumu ödemezsem işimi bitireceklermiş. Yaparlar da... Hepsi belalı haydutlar. En masumu cinayetten 10 yıl yatmış.’

‘Bu adamlarla senin işin ne?’

‘Ben senden arkadaş nasihati değil, arkadaş yardımı istiyorum. Altı üstü 1200 lira!’

O yıllarda 1200 lira dehşet bir paraydı. Bir ünlü gazete, bir dergi, bir de reklam şirketinde gündüz gece çalışmama rağmen aylık kazancım 4000 lirayı geçmezdi.

‘Vallahi o para bende yok Yalçın.’

‘Peki, bunlar ne?’

‘Bunlar, bu aybaşı ödemem gereken borçlarım. Mesela bu 1000 lira bu ayki kiram’
diye masanın üzerindeki lastiklenmiş tomarı gösterdim.

‘Ya bu?’

‘Bu da bakkala olan 780 lira borcum.’

‘Tabii, yerli rakı içeceğine bakkaldan kaçak viski içersen böyle kazıklanırsın.
(O yıllarda viski satışı yasaktı.) Aç gözlü herif, biraz ekonomi yapsana!.. Senin oburluğun yüzünden yarın en eski arkadaşını vuracaklar ve sen viskini ziftlenmeye devam edeceksin!..’

‘Dur yahu, hemen kendini koyverme. Şöyle oturup bir kadeh bir şey iç.’

‘Ne oturması be, herifler gece gündüz peşimde... Şu pencereden bir bak bakalım ne görüyorsun?’

‘Duvara dayanmış iki adam.’

‘İşte o tetikçiler gece gündüz peşimde.’

Tekrar masaya oturdum, elime kalemi alıp derin hesaplara daldım.

‘Buzdolabının taksidini vermezsem, ayırttığım kitapları almazsam ve su alan pabuçlarımla bir ay daha idare edersem sana 900 lira veririm Yalçın.’

Yalçın öfkeyle,

‘Yaa, demek benden 300 káğıdı esirgiyorsun. Yazıklar olsun arkadaşlığımıza!.. Oysa ben sana yakalanmak pahasına kimya sınavında kopya vermiştim de, sayemde mezun olmuştun’ deyip 900 lirayı aldı ve bu kez beni öpmeden gitti.

*

Birkaç ay sonra İstihbarat Şefimiz İrfan Türksever,

‘Oğuz, epey sıkışığım ne zaman ödeyeceksin?’ diye sordu.

‘Neyi, ne zaman ödeyeceğim?’

‘Borcunu.’

‘Ben senden hiç borç almadım ki.’

‘Nasıl almadın?.. Hani Yalçın’la haber gönderip hayati bir konu için 500 lira istetmiştin. 1-2 gün içinde öderim demiştin. 2 ay oldu yahu!..’

Yalvar yakar muhasebeden 500 lira avans alıp İrfan’a olan borcumu ödedim. Sonra da Yalçın’ı bulup ümüğüne bindim.

‘Lan alçak, adımı kullanıp arkadaşlarımı dolandırmaya mı başladın?’

‘Sen arkadaşlıktan ne anlarsın be?.. Ben hayattaki tek arkadaşımı zengin etmek istemiştim. Seni bulamayınca, senin adına borç aldımdı. O gün yüzde yüz garanti bir tüyo bulmuştum. Parayı tek başıma kazanmayı arkadaşlığa yedirememiştim. Sen de kazan istedim.’

‘Ne tüyosu?’

‘At yarışı tüyosu!.. Tüyo doğru çıktı, bizim at birinci geldi.’

‘Paralar nerede?’

‘İkinci tüyo kofti çıktı. Hepsini kaybettik.’

*

Yalçın’la arkadaşlığımız hep böyle sürdü gitti. Bir gün aynı reklam şirketinde çalışırken Yalçın,

‘Herif beni sömürüyor. Herif beni köpek yerine koyuyor. Üç otuz paraya çalıştırıyor’ diye patrondan yakınmaya başladı. Yalçın’ın maaşı gerçekten felaketti.

‘Git zam iste.’

‘Adam yerine koyup beni odasına bile sokmuyor. Ama senin sözünü dinler, hatta senden korkar. İşte arkadaşlık böyle belli olur. Benim yerime gidip sen konuş. Bana biraz zam kopar. Yoksa evden atılıp sokakta kalacağım.’

Patronla Yalçın’ın zammını konuşurken her zamanki gibi kantarın topuzunu kaçırdım. Adam Yalçın’ın bir halta yaramadığını, defolup gitmesini küfürle karışık höykürürken, ben de patrona arkadaşım uğruna birkaç bin lira değerinde bir iki tokat attım. Tabii, o da beni işten kovdu ve yerime zam yapıp Yalçın’ı aldı.

*

Günlerden bir gün Yalçın kahırlar içinde ille de gidip içelim diye tutturdu. Karısından ayrılmıştı. Meyhanede yanımızdaki masada şen şakrak ve bol bıyıklı iki-üç delikanlı vardı. Yalçın üçüncü kadehten sonra,

‘Höst lan öğrenin artık, bundan başka İstanbul yok. Rakı edeple içilir. Karılar gibi niye kahkaha atıyorsunuz ve patırtı yapıyorsunuz kırolar?’ diye yan masaya bulaştı. Ben, dur-tut dedim ama Yalçın’ı heriflerin elinden almaya çalışırken de bir araba dayak yedim. Zaten mini minnacık biri olduğundan Yalçın’ı adam yerine koymayıp kalıbıma bakarak hep beni dövdüler.

Ihlaya tıslaya meyhaneden çıkarken Yalçın,

‘Ben de seni bir adam sandımdı. İstanbul boks ikinciliğin falan palavraymış. Arkadaşlık uğruna yine dayak yedim’ diye homurdanıyordu. Patlamış dudağımla peltek peltek,

‘.ıçmışım senin arkadaşlığına!’ dedim.

‘Sen arkadaşlıktan ne anlarsın? Senin yüzünden beş yıllık karımı boşadım.’

‘Niye lan?’

‘Çünkü seni sevmiyordu. Hakkında hababam kötü konuşuyordu.’

*

12 Mart Cuntası gelip çatmıştı. Cem Yayınevi sahibi rahmetli Oğuz Akkan fena halde arandığımı söyledi. Sabahattin Eyüboğlu haber göndermiş, yıllar önce kiracısı olduğum akrabalarının evini basmışlar. Beraat ettiğim eski bir davadan ötürü beni arıyorlarmış. Osman Arolat ve Hayri gibi ekibimdeki çocukları da tutuklamışlar. Hatta yıllar önce ayrıldığım ilk eşimi bile karakola sorguya götürmüşler.

Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi birçok arkadaşımı Selimiye’ye kapatmışlardı. Oğlum Seyit Ali daha birkaç aylıktı. Çaresiz evden tüydüm. Sığınmak için birçok eski arkadaşımı aradım. Çoğu telefona bile çıkmadı. O gece senin, bu gece benim otellerde yaşıyordum. Bir akşam Salacak’taki Arap’ın meyhanesinde geceyi beklerken Yalçın gelip yanıma oturdu.

‘Araba kapıda bekliyor, haydi gidiyoruz’ dedi. Beni nasıl bulduğunu hiç öğrenemedim. Yalçın’ın fakir evine birkaç ay sığındıktan sonra ortalık ılındı. Fırtına operasyonları kesildi.

Yalçın aylarca yiyeceğimi, içeceğimi, hatta iki kadeh rakımı bile eksik etmemişti. Parayı nereden bulduğunu da öğrenemedim. Vedalaşırken birbirimize sarıldık.

‘Seni paralayabilirlerdi. Bizi yakalasalardı, seni benden beter ederlerdi’ dedim.

‘Etsinler, arkadaşlık öldü mü be!..’ dedi.

Aradan kocaman yıllar geçti. Bu bizdeki arkadaşlığın ne olduğunu hálá öğrenemedim. Bir bileniniz varsa, lütfen bana anlatsın.
Yazarın Tüm Yazıları