Arçelik galiba bir-iki nesli defterden sildi

Niye bu reklamda Çelik Japonya'ya geldi? Niye bekçi Sırrı sınıf atladı, koruma oldu? Niye Japonlar biri robot olmak üzere sadece iki Türk'ün bulunduğu bir ortamda birbirleriyle İngilizce konuşuyorlar. Çelik ve Sırrı'ya kulaklık verip, simultane çeviri yaptırsalar olmaz mıydı? Niye Türkler'in bulduğu bir şeyin adı ‘‘Direct Drive’’? Niye Japonlar Türkler'in bulduğu bir şey için hasetlerinden çatlayacakları yerde zil takıp oynuyorlar? Koruma Sırrı niye daha önce bildiği bir şey için çıkıp Japonlar'ı tahrik ediyor? Hem de Türk Türk gidip Blues Brothers'ı taklit ediyor?

Eğer ‘‘Direct Drive’’ çamaşır makinelerinin sessiz çalışmasını sağlıyorsa niye ikna etmek için sadece ‘‘Bu salon kadar sessiz’’ benzetmesi kullanılıyor? Niye ‘‘Direct Drive’’ın ürüne yönelik faydası gösterilmiyor? Niye sadece Arçelik'in teknoloji üreten bir firma olduğu kanıtlanmaya çalışılıyor? Sessizlik artık bir çamaşır makinesinin olmazsa olmaz bir özelliği değil mi? En son olarak da sorum şu: Arçelik gerçekten ne söylemek istiyor?

Şimdi kaç yıldız? Daha bulamadınız mı?

Biraz daha yardım edeyim. Bu kez sorularım size:

Reklamı beğendiniz mi? Çelik ve koruma Sırrı ikilisinin hareketlerini sevdiniz mi? Onları tekrar tekrar izlemek hoşunuza gidiyor mu? Kaç yaşındasınız? Evde 10-18 yaşına kimse var mı? Onlar reklamı beğendiler mi? Çocuklarınız kalkıp kalkıp Çelik ve bekçi Sırrı gibi dans etmeye çalışıyorlar mı? Yıldıza karar verdiniz mi? Verdiniz. Bakalım doğru mu.

Daha önce de yazdım. Robot-Çelik; sesiyle ve hareketleriyle çok sevimli bir karakter. Eski bekçi Sırrı, yeni koruma Sırrı da öyle. Onların varlığı bu Arçelik reklamını da beğenilir kılıyor, Arçelik markasına karşı olumlu duygular beslenmesine yol açıyor. Ama sadece o kadar. Reklamdaki öykünün hiçbir nesil için inandırıcı hiçbir tarafı yok, bu öyküyle de Arçelik'in malum rakiplerine karşı ‘‘üstün teknoloji’’ algısı yaratması mümkün değil! O halde Arçelik gerçekte ne yapıyor? Arçelik ileriye yatırım yapıyor, çocuklara ve gençlere oynuyor. Onların gözünde eskiyen, hantallaşan markasını daha diri, daha enerjik hale getiriyor. Nereden mi biliyorum? Görünen köy, bizim köyümüzdür.

Ve ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Tüketicinin bu kadar ele avuca sığmaz olduğu bir çağda iki üç yıl sonra bile kimin hangi güdüyle neyi talep edeceğini kim öngörebilir bir.

Rakiplerin bugün eli armut topluyor yarın ne yapacaklarını kim öngörebilir iki.

Dayanıklı tüketim malı satın alma karar sürecinde hálá ‘‘tavsiye’’ çok önemli yer tutuyor ve bugün unutulan nesiller yarının tavsiye edicileri üç.

Eğer bugün satışa gereksinim yoksa o kadar satış kampanyasına ne gerek var dört.

Japon mühendisin unutma sahnesi çok yapmacık, dansa geçiş sahnesi de çok zorlama beş.

Arçelik logosu güme gitmiş altı.

O güzelim logo ile süper sevimli Çelik'e rağmen böyle yazılar yazıp üzülüyorum yedi.

(Reklam Ajansı: Young and Rubicam/Reklamevi, Rating: * *)


Her pazartesi CNN Türk'te saat 23.10'da buluşalım


ANLADINIZ
değil mi? Artık her pazartesi gecesi ne kadar kilo aldım, ne kadar saçlarım döküldü, elden ayaktan kesildim mi, ne kadarım himiniler tarafından törpülenerek çuvala dolduruldu, birinci elden tanık olup, öğrenebileceksiniz.

Sırf bunları öğrenebilin diye tabiiprogramda birkaç reklam analizi de yapacağım. Burada yer almayanlar ama.. Farklı analizler. Hakkında konuştuğunuz reklamlar bir bakacaksınız, pazartesi gecesi benle CNN Türk ekranlarında..

Dünyadan, Türkiye'den marka savaşlarının perde arkaları, reklamların kamera arkaları, ünlü ve ünsüz konuklar. Yarın gece konuk olarak kim var biliyor musunuz? Tofita'nın Ayça'sı.. Ona ‘‘Sen mi meşhur oldun Tofita mı?’’ diye sordum, bir de ‘‘Bu degaje ne demek’’ dedim. ..

Hişşt.. Okuyucu, ne cevap verdi biliyor musunuz? Söylemem, gelin izleyin. Programa ekip olarak çok emek verdik... CNN üst yöneticileriFerhat Boratav ve Efe Önbilgin program fikrinin mimarları. Onların desteği olmasa işim çok zordu. Program müdürü Başar Başarır, yapımcı-yönetmen Sinem Küçükgörmez, executive producer Ahmet Sönmez, stüdyo yönetmeni Özcan Maviş projeye hem beyinlerini hem kalplerini koydular. Yine CNN Türk teknik servisi ve grafik servisi yemediler içmediler, her şeyi oya gibi işlediler, mükemmel işler çıkardılar. HTP'den Vural Çakır ve Millward Brown'dan Betül Khan reklam araştırması desteği ile programı renklendirdiler.

Dört tane de İletişim Fakültelerinden öğrenci çırağımız var: Ezgi Arıduru, Gonca Görgün, Mine Işıklar, Özgür Can Akbaş. Bir yandan da eğitim görevini unutmuyoruz. Kısa sürede Voltranı oluşturduk, hem eğleniyoruz, hem bir şeyler üretmenin keyfini yaşıyoruz.

Programın logosunu sevgili dostum Emre Senan yaptı. Bakalım ne ifade ettiğini çözebilecek misiniz. Sonra yarın akşam bir maniniz yoksa Atıf Hoca ile Reklam ve Rekabet'e bekliyorum.. Çok mu ‘‘reklam’’ oldu? Öyle olması gerekmiyor mu? Aksi takdirde ‘‘Terzi kendi söküğünü lafını’’ yapıştırmaz mısınız? Yapıştırırsınız.


Alfemo bir de gençle orta yaşlıyı birbirinden ayırsa


ALFEMO
reklamında bir Robinson'umuz (Kerim Afşar) var. Adanın kıyısına bir takım sandıklar vuruyor. Robinson onları açıp, içindeki Alfemo'ları bir güzel evine yerleştiriyor ve papağanı Cuma ile birlikte mutlu mutlu yaşamaya başlıyor. Sonra Robinson'u almak için bir gemi gelip evin önünde korna çalıyor, Robinson'un umurunda değil! Çünkü onun mobilyaları Alfemo. Neymiş? ‘‘Bazı erkekleri evlerinden ayırmak zorlaşmış!’’ Ne diyor bu cümle? ‘‘Erkeğin evi’’ tamlaması daha çok evli erkekler için kullanılmaz mı? Adam dırdır nedeniyle evinden ayrılıp, Robinson olmuş gibi durmuyor mu? E ne demeye Alfemo ‘‘Erkekleri evinden ayırmak zorlaştı’’ diyor? Eğer evli erkek çağrıştırılmak istenmiyorsa niye daha genç biri kullanılmamış.. Özeti ben bu reklamın söylediğini anlamadım. Üstelik Alfemo'yu aradık, reklamı hangi ajansın yaptığını bile söyleyemediler. Özür dileriz ama puan veremiyoruz puan da alamıyoruz!


GEÇEN hafta Ankara'da, Başbakan Abdullah Gül'ün himayelerinde, Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın gözetiminde RTÜK'ün öncülüğünde iki gün süren İletişim Şurası düzenlendi. Açılış konuşmasını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yaptı. Daha sonra Basın Komisyonu, Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Komisyonu, Kamu Yayıncılığı ve TRT komisyonu, İnternet Komisyonu ayrı ayrı çalışmalarına başladı. İki gün boyunca, akademisyen kimliğimle, Radyo ve Televizyon yayıncılığı komisyonunda görev yaptım. Bu komisyonun amacı yeni hazırlanacak Radyo ve Televizyon Yasası için hükümete bir ‘‘altyapı raporu’’ hazırlamaktı. Diğer komisyonların görevleri de kendi çalışma alanları kapsamında aynı idi. Raporlar hazırlandı, sunuldu. Yasa taslakları hazırlanana kadar Şûra'ya ‘‘Art Niyetli Şûra’’ demek mümkün değil. Şu ana kadar iyi niyet hakim. Bu nedenle de Şûra ilgili gözlemlerimi yasa taslakları hazırlanana kadar kendime saklamaya kararlıyım. Taslaklar bir ortaya çıksın, kel varsa görünsün, sizleri Şûra raporlarının yasa taslaklarını yansıtıp yansıtmadığı konusunda aydınlatmak ilk görevim. (Tabii Şura raporlarının komisyonlarda olan biteni ne kadar yansıttığı konusunda da..)


Amerika'nın adı Abbas mı olmalı Cabbar mı?


GEÇENLERDE
‘‘Türk Kültüründe Argo’’ isimli kitap ilgimi çekti, dayanamadım aldım. Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali ve Doç.Dr. Gülden Sağol'un hazırladıkları kitabın girişinde Naskali söyle diyor: ‘‘...Medyanın kötü örnek olduğunu ve yasaklayıcı önlemlerin alınması gerektiğini savunanlar var... Ancak dilin insanın iç ve dış dünyasını yansıttığını, bu dünyaların da tek kalıp olmadığını, başka dünyaları kavrayabilmenin de bir zevk olabileceğini düşünebiliriz. Argo, sanki, insanın karşısına geçip, ‘benim gibi olman gerekmiyor, ama seveceksen, beni olduğum gibi sev!' diyor.’’

Galiba niye argo sözcük öğrenmekten hoşlandığımı anladım. Çünkü argo sayesinde farklı dünyalarla iletişim kurabiliyorum. Bu kitapta bunu daha çok fark ettim. Kitabın içinde neler var neler. At yarışı argosu var, argoda kadın var, Beyoğlu argosu var (Beyoğlu dolaylarından sorumlu köşe yazarımız Kanat Atkaya'ya soracağım bakalım oralarda Haraşo ne demekmiş. Bilemezse korkarım, Beyoğlu yazılarıyla da karşınızdayım! Yoksa korkan siz mi olsanız?), tiyatroda, şiirde argo var, medyada argo var, anlayacağınız kitapta var oğlu var.

Bir de bizi yakından ilgilendiren satıcı argosu var. Pazar esnafı argosunda fort sürtünme, fortçu müşteri olmadığı halde sırf kadınlara sarkıntılık edebilmek için pazara gelen erkek, ayazlamak işlerin kötü gitmesi, gasgallamak çürük mal şokuşturmakmış. Bit pazarı argosunda ise çay içmek bir alışverişten caymak, bitlemek yeni alınmış bir malı karıştırmak, Anadolu aptal, taşralı demekmiş.

Daha bitmedi. Bir de döviz satıcıları argosu var:

Çekik: Yen, Çukulata: İsviçre Frangı, Hacı: Riyal, Makarna: Liret demekmiş, Türk parasının ise, belki çoğunu biliyorsunuz, Memet, mangiz, mangır, pul, tıngır, Turgut, köprülü, Konyalı, kayme, gibi adları varmış.

‘‘Askeri okul argosu’’ na ne dersiniz? Tuzla Deniz Harp Okulu Öğrencileri'nin üstleri için Abbas ve Cabbar sözcüklerini kullandıklarını biliyor muydunuz? Abbas döven, söven hiç acımayan üstler için Cabbar ise kötünün iyisi için üstler için söylenirmiş. Şöyle diyor kitap: ‘‘Abbas kelimesinin karşılığı; ‘arar bulur, bulduğu anda ...', Cabbar kelimesinin karşılığı ise 'coflatır (korkutur), arar bulur; bulduğu anda rapor eder'dir.’’

Acaba Amerika'yı 11 Eylül'den sonraki tavrı nedeniyle Abbas diye mi tanımlamak doğru yoksa Cabbar diye mi? Bence Abbas diye. Peki Amerika'nın argodaki adı ‘‘Abbas’’ olursa Saddam'ın adı ne olur? Bildiniz ‘‘Abbas Yolcu’’...


Çekirgelik


Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür, düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür, duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür, davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür, alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür, değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür, karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür.

(Mahatma Ghandi)
Yazarın Tüm Yazıları