Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Ocak 28, 2006 00:00

Sporculara kahve yaramıyor

Kahve, sporun kalp üzerindeki olumlu etkisini önemli ölçüde azaltmakta. Zürich Üniversitesi’nden Philipp Kaufmann’a göre iki fincan kahvenin içindeki kafein oranı bile beden hareketleri sırasında kalp kasındaki kan dolaşımını zayıflatmakta. Bu etki özellikle de mesela yorucu hareketlerde veya kalp-dolaşım sorunlarında olduğu gibi oksijenin yetersiz olması halinde güçlenmekte.

Kaufmann’ın araştırmasına birkaç gün önce kahve ve diğer kafein içerikli içecekleri kesen 21-33 yaş arası kişiler katılmış. Kondisyon bisikletiyle çalışan 18 denekten onu, 4500m yükseklikteki oksijen oranını içeren bir ortamda çalışmış. Bilim adamları bu şekilde koroner kalp hastalığı ve arteryoskleroz ile çalışmak zorunda kalan kalpteki (yetersiz) oksijen oranına ulaşmışlar ve antrenmandan hemen önce ve sonra kalp kasındaki kan dolaşımını kontrol etmişler.

Testin ikinci aşamasında her iki gruptaki deneklere antrenmandan önce iki fincan kahvenin kafein oranına eşit kafein tabletleri verilmiş. Böylece kafeinin antrenman sırasında kalbe daha fazla kan gitmesini engellediği ortaya çıkmış. Bu etki oksijen yetersizliğinde iki katına çıkıyor.

Çölde yaşam var

Duke Üniversitesi çevrebilimcileri Noah Fierer ve Robert Jackson, Güney ve Kuzey Amerikan kıtasındaki ekosistemleri karşılaştırdıktan sonra bakteri çeşitliliği için önemli olan iklim değil topraktaki pH oranı diyorlar.

Araştırma çerçevesinde Güney ve Kuzey Amerika’nın farklı bölgelerinden topladıkları 98 toprak örneği içindeki bakteri türlerini DNA yardımı ile saptadıktan sonra şaşırtıcı sonuçlara ulaşan araştırmacıların açıklamalarına göre canlıların gelişimi için önemli olan sıcaklık ve enlem derecesi bakteri dünyasında hiçbir rol oynamakta. Bunun yerine toprağın asit derecesi hakkında bilgi veren pH değeri çok önemli.

Güney Amerika’daki yağmur ormanlarındaki düşük pH değerine sahip topraklar, nötr pH değerine sahip çöller ve ormanlardan çok daha kötü yaşam koşulları sunuyor bakterilere. İki bilim adamının araştırması bölgedeki tüm örneklerin incelendiği bir çalışma olması nedeniyle önem taşımakta.

Topraktaki mikroorganizmalar, karbondioksit veya azot gibi metabolizma çevrimleri gibi önemli bir rol oynamakta. Bilim adamları yeni sonuçların bu süreçlerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabileceğini bildirdiler.

Yumurtlama dönemindeki kadının kokusu en çekicisi

Hayvanlar dünyasında birçok dişi yumurtlama günlerini gözden kaçmayan şişkinliklerle belli eder. İnsanda bu tür optik sinyaller bulunmadığı için bilim adamları kadınlardaki yumurtlama döneminin hiçbir belirti göstermediğine inanıyorlardı. Fakat son araştırmalar bu kanının hiç de doğru olmadığını gösterdi.

Örneğin kadınların yüzleri yumurtlama döneminde çok daha çekici görünmekte, ayrıca karşı cinse olan davranışları da değişmekte. Ve Çek bilim adamlarının son araştırmasıyla da erkeklerin, yumurtlama döneminde olan kadının kokusunu daha çekici bulduklarını gösterdi. Araştırmaya katılan 12 kadından yumurtlama döneminde, regl sırasında ve sonrasında 24 saat süreyle koltuk altlarında pamuk taşımaları istenmiş.

Kadınların beden kokusu üzerinde etkili olacak aşırı baharatlı yemekler yemelerine, hormon ilaçları almalarına, parfüm kullanmalarına ve cinsel ilişkiye girmelerine ve eşleriyle yatmalarına izin verilmemiş. Pamuklar daha sonra 42 erkeğe koklatılınca ortaya şu sonuçlar çıkmış.

Bir kokunun çekiciliği en başta hangi kadına ait olduğuna bağlı. Ancak yumurtlama dönemi de önemli ölçüde etkili olmuştu. Buna göre erkekler, kadının en çok yumurtlama dönemindeki yedinci ve on dördüncü günler arasındaki kokusunu çekici bulmuşlar. Bilim adamları bu dönemde koku maddelerindeki bileşimlerin değiştiğini sanıyorlar.

Ayrılığımız 5-7 milyon yıl önce gerçekleşmiş

İnsan, şempanze ve makak maymununun 167 genini karşılaştıran bilim adamları birbirine yakın canlıların yol ayrımları konusunda ipuçları elde edildi. Önce Eski Dünyadaki şebek ve makak gibi maymunların, şempanze ve insana giden yoldan ayrıldıkları tarih saptanmış, bu tarih fosil analizlerine göre 24 Ğ 35 milyon yıl önce olarak kabul edildi. O tarihten bu yana meydana gelen genetik farklılıkları bulan bilim adamlarına göre, bu aralık, şempanze ve insan arasındakinden beş misli büyük. Ve buna göre de insan ve şempanzenin son ortak atası beş ila yedi milyon yıl önce yaşamış olmalı.

Bilim adamlarına göre, şempanzelere ait yeni fosil kalıntıları ve kapsamlı gen analizleri sayesinde, şempanze ve insanın yol ayrımının daha kesin bir şekilde belirlenebilecek.

Birbirine yakın türlerin belli başlı DNA sekanslarında ne kadar çok farklılık varsa, yol ayrımından bu yana daha uzun bir süre geçtiği anlamına gelmekte. Bu göreli tarih tahmini bilinen verilerli karşılaştırılmakta. Araştırma, Arizona Eyalet Üniversitesi’nden Sudhir Kumar tarafından yapıldı ve Proceedings dergisinde yayımlandı.

Müzik zevkimiz kişiliğimizi ele veriyor

Yabancı bir insanı tanımaya çalışanlar onunla müzik hakkında konuşabilirler. Çünkü müzik zevki karakter hakkında bilgi veriyor. Cambridge Üniversitesi bilim adamları Peter Rentfrow ve Samuel Gosling’in amacı birbirini tanımaya çalışan iki insanın en iyi sohbet konusunun ne olabileceğini bulmaktı.

Bir ön araştırma çerçevesinde iki araştırmacı genç Amerikalıların giyim, kitap, film, televizyon şovu ve spordan çok müzik hakkında konuşmayı sevdiklerini fark etmişler. Bunun üzerine 74 üniversite öğrencisinden en sevdikleri on müzik parçasını yazmalarını istedikten sonra bu verilere göre her deneğin kişilik profilini çıkarmışlar.

Bu on parça ayrıca sekiz deneğe de dinletildikten sonra deneklerden öğrencilerin kişilikleri hakkında tahminlerde bulunmaları istenmiş. Samimiyet, vicdan sahibi olmak ve dışadönüklük gibi karakter tahminlerinde müzik zevki gayet etkili olmakta. Değerlendirmeler bilim adamları tarafından çıkarılan kişilik profilleriyle de örtüşmekte. Buna göre dışadönük, enerji dolu ve coşkulu Amerikan gençliğinin en sevdiği parçalar Country müziği ve Hip-hop tarzına ait.

Yumurtalık kanserine karşı antikor terapisi

Alman Kanser Araştırmaları Merkezi bilim adamları, yumurtalık kanserini iyileştirecek yeni bir tedavi türü geliştirdiler. Antikorlar, tümörlerin gelişimini teşvik eden L1 adezyon molekülüyle birleşerek, tümörün büyümesini durdurmakta. Başarılı sonuçların açıklandığı araştırma yazısı Canser Research dergisinde yayımlandı. L1 molekülü normalde diğer moleküllerle reaksiyona girerek, kanserli hücrelere sızıyor ve tümörler bu şekilde yayılmakta.

Bilim adamları tümörlerin aşırı miktarda L1 ürettiklerini ve L1’inde de tümör gelişimini tetiklediğini saptamışlar. Yeni terapi yönteminde L1 antikorları moleküle yapışarak tümörün gelişimini, dolayısıyla da diğer bölgelere sıçramasını önlüyorlar.

Farelerle yapılan deneylerde, tümörlerin %63,5 oranında azaldığı görülmüş. L1 antikoru şimdi insan organizmasına uyumlu hale getirilecek. İnsanlar üzerinde yapılacak ilk deneylerin 2007’de gerçekleşmesi beklense de bilim adamları, antikorun insanlarda kesin olarak etkili olup olmadığının ancak üç yıl içinde belli olacağını söylüyorlar. Yeni terapinin daha etkili olabilmesi için diğer tedavi yöntemleriyle birlikte uygulanması planlanmakta.

4400 yıl sonra babalık testi

2005 yılında Eulau’da bulunan ve 14 iskeletten oluşan dört aile mezarlığındaki kalıntıları analiz eden bilim adamları, insanların nereden geldiklerini öğrenmek istiyorlar. Ayrıcı insanların beslenme alışkanlıkları, geçirdikleri hastalıklar, yaşları ve ölüm nedenleri de saptanmaya çalışılacak. İncelemelerle ilgili ilk sonuçların yılın ortalarına doğru elde edileceği bildirildi.

Araştırmacılar öte yandan taş devrindeki sosyal yapılarla da yakından ilgileniyorlar ve her şeyden önce evlilik bağlarının ne şekilde işlediğini ve çocukların gerçekte kime ait oldukların bulmak istiyorlar. DNA testi ile iskeletlerin cinsiyeti ve akrabalık bağları saptanmaya çalışılacak. Bilim adamları bunun bir tür babalık testi olacağını söylediler.

İskeletlerin genetik profillerine paralel olarak İngiltere’de stronsiyum izotopu yardımıyla diş mineleri de incelenecek. Halihazırdaki bilgilere göre bilim adamları dört ailenin de aynı anda gömüldüğünü biliyorlar. Yakın akrabalık ilişkileri ise iskeletlerin el ele tutuşur ve birbirine bakar vaziyette bulunmalarıyla açıklanmakta. 30 yaşındaki bir kadın iskeletinde ise şiddettin izleri açıkça görülmekte.

Bedeninde bir ok ucu bulanan kadın şiddete uğrayan tek kişi de değil. Diğer bir kadının kafatasında da bir darbe izi bulunmakta ve kurban üç çocuğuyla birlikte aynı mezara gömülmüş. Bilim adamları Eulau’daki iskeletlerin, ip bezekli çanak çömlek kültürünün geleneklerine göre gömüldüklerini söylüyorlar. Bacakları bedene doğru çekilerek yana doğru yatırılmış. Tüm ölüler başları güneye bakacak şekilde yerleştirilmiş mezarlara. Arkeologlar, ip bezekli çanak çömlek kültürü insanlarının, ölümden sonra yaşamın var olduğuna inandıklarını sanıyorlar.

Uyku mahmurluğu uykusuzluktan beter

Yeni uyandığımızda reaksiyon süresi ve zihinsel faaliyetler, uykusuz halimizdekinden çok daha zayıf. Bu durum, gece çok iyi uyuduğumuz zaman bile geçerli. Amerikalı bilim adamlarının bu sonucu sekiz gönüllüyle yapılan deneylerle elde edilmiş. Denekler özellikle de uyandıktan sonraki ilk on dakika içinde en basit hesapları bile yapmakta zorlanmışlar. Sonuç, sık sık uykularından uyandırılan ve anında zorlu girişimlerde bulunmak zorunda kalan doktorlar için önem taşımakta. Bilim adamları araştırmadan önce deneklerden üç hafta her gün düzenli olarak sekiz saat uyumalarını istemişler. Bundan sonra bir haftalığına uyku laboratuvarına taşınmışlar. Laboratuvarda da bir hafta her gece sekiz saat uyumuşlar. Deneklerin uyandıktan hemen sonra yaptıkları hesaplara göre elde edilen sonuçlar şöyle: Uyandıktan bir dakika sonra denekler sadece %65 oranında başarılı olurken, 26 saat uykusuz kaldıktan sonra bile %85 başarılı olmuşlar. Bilim adamları bu değerlerin çok önemli olduğunu belirttiler. Sonuçta değerler sadece doktorları değil, tıp personelini, pilotları, uzak yol şoförlerini vb meslek gruplarını da ilgilendirmekte.

Gerçi uyku mahmurluğu 20-30 dakika içinde yok oluyor ama bazı araştırmalarla bu sürenin bir saat kadar devam ettiği de ortaya çıkmış. Bilim adamları bu nedenle uyku mahmurluğunun en az uykusuzluk kadar tehlikeli olabileceğini konusunda uyarıyorlar.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!