Anlamsızlığın ötesine geçtim!

Şu an aldığım bir telefon, bütün anlamların ötesine sıçramama neden oldu. Bildiğim bütün kavramlar, atomlarına ayrışan bir madde misali gözümün önünde çözülmeye başladı. Zihinsel fonksiyonlarımın tümü iptal olmuş durumda. Sadece seyrediyorum. Maddelerin bilinen şekilleri değişiyor ve bilinen başka biçimlere dönüşüyor. Sanki, çok başarılı bir animasyon sanatı yapılıyor ve ben pür dikkat başka hiçbir şey düşünmeden bunu izliyorum. Sürekli değişen ve dönüşen bu biçimler daha sonra bilinmeyen şekiller alıyor. Ve, biçimler, gözlerimin önünde öylesine başarılı geçişlerle değişiyor ki, tarifi mümkün değil. Zaten, tarif edebilmem için önce anlamam gerek ve ben, anlamıyorum. Sadece izliyorum. Ve, izlediklerimi dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum.Biçimlerle birlikte kavramlar da gözümün önünde sanki dans ediyorlar. Fakat, bu dans bilinen hiçbir dansa benzemiyor. Ben ve bütün evren bu dansı hep birlikte izliyormuşuz, duygusuna kapılıyorum. Evet, evet, bütün kainatla birlikte bu gösteriyi izliyoruz. Sessiz, renksiz ve hareketsiz bir dans bu... Fakat, sessizliğin sesini duyuyor, bilinmeyen bir ezginin, duyulmayan ritminin eşliğinde, hareketsizliğin çılgın gösterisine tanık oluyorum. Ve, renksizlik, zihnimin içinde binlerce renk olarak patlıyor. Bütün bildiğiniz ve bildiğinizi sandığınız ne varsa, öyle bir gösteri yapıyorlar ki, bildiklerinizin ötesine kendiliğinden bir geçiş yapıyorsunuz. Anlamsızlığın anlamı uyanıyor içinizde. Fakat, düşünmüyorsunuz. Sanki, düşlerinizde zaman zaman karşılaştığınız, anlamadığınız için üzerinde durmadığınız, bir çeşit ara sahneye geçmiş gibi hissediyorsunuz, kendinizi... Size çok bildik, geliyor. Geliyor da, işin içinden çıkamıyorsunuz. Ne telefonmuş ama... İşte, insan, nerede, ne zaman ve hangi koşullarda nelerle karşılaşacağını pek bilemiyor. Zaten bilmemesi de gerekiyor. İşin püf noktası burada gizli. Bilmemek... Bilirseniz, o zaman böyle bir hali yakalayamaz, böylesi muhteşem bir tecrübe yaşayamazdınız. İnsanı uyandıran, genellikle beklemediği durumlardır. Sürprizler... Hele bu sürpriz, duygularınızı alt üst edecek boyuttaysa, farklı bir boyuta sıçramanız işten bile değil. Tıpkı, şimdi bana olduğu gibi. Tabii, bu boyutta kalmak da var, işin ucunda... Ve, bu durum hiç de istenilen bir durum değil. Bildiklerinizin dışında bilgiler olduğunun, öğrendiklerinizin dışında gerçekler bulunduğunun ayırdına varmak istenilen bir durum. Ancak, insan, bir çok yeteneklerle donanmış olduğu için, güçlü bir varlık olsa bile, nihayetinde dünyanın çevrelediği zayıf bir varlık. İstekleri, duyguları ve öğrendikleriyle yaşayan, yaşadıklarının tek realite olduğunu varsayan, bunlarla üzülüp, sevinen bir varlık. Ve, tabii ki, zayıf... Bu nedenle, yakaladığı farklı bir hali kabul göstermeye, hatta orada kalmaya büyük bir istekle hazır olması, yadırganacak bir durum değil. Değil de, pek istenen bir durum da değil, bu... Gerçekçi olmalı, yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle, edindiğimiz bilgiyi birleştirmeliyiz. Böylece sağlıklı ve mutlu bir hayat sürebiliriz. Edindiğimiz bilgilerle gelişerek, büyüyerek, yaşamaya devam edebiliriz. Peki, gerçek, dediğimiz nedir? Bir kuşun kanadındaki rüzgar mı? Yoksa, sevdiğimizin yüreğimizde yaktığı ateş mi? Evde, seni bekleyen karın ve çocukların mı, gerçek? Ya da yolunu gözleyen kedin ve annen mi? Senden iş bekleyen potronun mu, ya da terfi bekleyen işçin mi, gerçek? Rüyaların mı, ya da anlattığım hale benzeyenler mi, gerçek?Nerede duracağız? Hangi anlamın peşinden koşacağız? Aslında hiçbir yerde durmuyor ve hiçbir şeyin peşinden koşmuyoruz. Düşündüğümüz sanal gerçeklerle karşılaşıyoruz. Ve, bunlar için kendimizi heba ediyor, üzüntüden yiyip bitiriyoruz.Peki, ne yapmalıyız? Aslında, bunun tam tersini yapıp, anlamsızlığın ötesinde, neşe ve mutluluk içinde yaşayabiliyoruz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları