Anayasa konusundaki kaygılarım

ANAYASA değişikliği paketi içindeki maddelerin büyük çoğunluğunu benimsiyorum. Ancak özellikle ikisi ile ilgili ciddi çekincelerim var. Bunlar, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısıyla ilgili değişiklikler.

Haberin Devamı

12 Eylül Anayasası’nın tasarladığı her iki yapının da değişmesi gerektiğini, bu yapıların çoğulculuğun gerekleriyle ve Avrupa’nın bu alanlardaki ileri normlarıyla uyumlu bir şekilde yeni baştan düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak mevcut düzenlemeler bu beklentilerimi karşılamıyor.

YÜRÜTME AYM’DE DAHA ÇOK SÖZ SAHİBİ

Gerek AYM gerek HSYK’nın işlevlerinin, daha doğrusu yürütme ile yargı arasındaki ilişkinin nasıl tanımlanacağı, demokrasinin temel zeminlerinden birini oluşturan güçler ayrılığının da ana çerçevesini çiziyor. Bu çerçevenin koordinatlarındaki meydana gelecek değişiklikler, Türkiye’de demokrasinin kalitesini ve geleceğini yaşamsal bir şekilde etkileyecektir. 12 Eylül Anayasası’nda AYM’nin kompozisyonunda Cumhurbaşkanlığı makamına belirleyici bir rol tanınmıştı. Bu rolün hükümetin anayasa değişikliği paketinde daha da güçlü hale getirildiğini, ayrıca hükümete de mahkeme üzerinde etkili olma imkanının verildiğini görüyorum.
AYM’nin üye sayısı 11’den 17’ye çıkarken, Cumhurbaşkanı’nın atadığı üye sayısı 11’den 14’e çıkıyor, bu arada TBMM’de çoğunluğa sahip olan partiye de Barolar Birliği’nin (1) ve Sayıştay’ın (2) göstereceği adaylar toplam 3 üyeyi seçme yetkisi tanınıyor. TBMM’deki seçimde “nitelikli oy” değil basit çoğunluk aranacağı için, iktidar partisi bu seçimlerde belirleyici olacak, kaçınılmaz olarak uzmanlık ve ehliyetten çok siyasi yakınlık ön plana çıkacaktır.

HSYK’DAKİ TABLO GÜÇ YOĞUNLAŞMASI GETİRİR


HSYK’ya getirilen düzenlemede üye sayısının artması, üyelerin geldikleri kaynakların çeşitlenmesi, daire sistemine geçilmesi gibi yenilikleri genelde olumlu buluyorum. Ancak buradaki itirazım, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın HSYK’daki varlığının devam edecek olmasıdır. Bu durum Başbakan’a da kurul üzerinde önemli bir siyasi güç tanıyor.

Kurulun başkanı yine Adalet Bakanı olacaktır. Anayasa Değişikliği, “Kurulun yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir” diyerek kendisine prensip olarak geniş bir yetki alanı açıyor. Bakan’ın dairelerin toplantılarına katılmayacak olması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, kurulun çalışma esasları, bu çerçevede bakan ile üyeler arasındaki ilişkilerin sınırları daha sonra çıkartılacak bir yasayla belirlenecektir. Dolayısıyla HSYK’nın iç işleyiş kuralları ancak Meclis’teki iktidar çoğunluğunun damgasını vuracağı yasa çıktıktan sonra netlik kazanacaktır. Burada ciddi bir belirsizlik söz konusudur.

Ayrıca hem HSYK’nın savcı ve hakimler üzerinde teftiş yetkisine sahip olması hem de Adalet Bakanı’nın adalet müfettişleri eliyle belli bir denetim yetkisini elinde tutması muhtemel bir ikiliğe işaret ediyor.

Nitekim AB’nin de yaptığı son açıklamada anayasa değişikliklerini genel olarak olumlu karşılamakla birlikte, HSYK’da Adalet Bakanı’nın üyeliği ve kurulun soruşturma yetkisinde son sözün Bakan’a ait olması gibi düzenlemelerde “uygulamayı” görmek gerektiğini belirtme ihtiyacını duymuş olması manidardır.

Sonuçta AYM ve HSYK’daki değişiklikler, yürütmenin yargı üzerindeki nüfuzunun artmasıyla sonuçlanabilir. Bunun en önemli tehlikesi “güç yoğunlaşması”na yol açmasıdır. Bu durum, yargının siyasal iktidar üzerindeki kontrol ve dengeleme işlevlerinin tümüyle sakatlanmasına yol açabilir. Sınırsız iktidar kullanımı, bir demokrasinin başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden biridir.

YÖNTEM VE ÜSLUBUN ANLATTIĞI


Ayrıca Türkiye gibi demokrasi kültürünün tam olarak kurumsallaşmadığı ülkelerde, bir anayasa değişikliğinin nasıl yapıldığı ve bunu gerçekleştiren kadroların gidişatı da değişikliğin kendisi kadar öneme taşıyabiliyor.

Bu değişikliğin “Ben yaptım oldu” anlayışıyla dayatmacı bir şekilde getirilmiş olması, aynı zamanda kampanyaya hakim olan çatışmacı, aşağılayıcı ve yer yer tehditkar üslup ve zihniyet, beni Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından ciddi bir şekilde kaygılandırıyor.

Anayasa gibi temel metinlerin toplumsal uzlaşıyla gerçekleştirilmesini ve arkasındaki büyük konsensüsten güç alması gerektiğine inanıyorum. Girdiğimiz sürecin Türkiye’yi kendi içinde ayrıştırmaya başlamasından tedirginlik duyuyorum, bu süreçte Alevi vatandaşlarımızın rencide edilmiş olmasını üzüntüyle karşılıyorum.
Bu haliyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 18 Şubat tarihinde yaptığı “Yargı reformu yapılırken bu kısırdöngü daha çok derinleştirici bir şekilde olmamalıdır. Daha çok politize olucu, daha çok tartışıcı ve daha çok kutuplaşıcı bir şekilde asla olmamalıdır. Buna kesinlikle fırsat verilmemelidir” şeklindeki uyarıda haksız olmadığını görüyorum.

Yazarın Tüm Yazıları