GeriSeyahat Anadolu'ya adanan hayat...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Anadolu'ya adanan hayat...

Anadolu'ya adanan hayat...

Keşif ve fotoğrafla geçen bir hayat: Cüneyt Oğuztüzün bir bankanın teftiş kurulu başkanlığını bırakıp 1994 yılında Atlas’a geldi ve ondan sonraki hayatını Anadolu’ya adadı. 20 yıl boyunca 500 bin kilometre yol kat ederek Asya’dan Akdeniz’e uzanan bu yarımadayı karış karış keşfedip okurlarına 150’ye yakın benzersiz konu sundu. Anadolu'da öyle bir fotoğraf çekti ki...

Bolkar Dağları’nın yamaçlarda yedi saattir yürüyorduk. Rehberimiz Gözneli Mustafa önde, Cüneyt Oğuztüzün ardında, ben de en arkadaydım. Bazen kayalara sarılarak, bazen sıçrayarak, bazen de yere yapışarak iki tepe aşmıştık. Hava kararmak üzereyken 'Kaplan Suyu' denilen, avuç içi kadar bulanık bir birikintinin başında kamp attık. Neden böylesine yorucu ve yıpratıcı bir yolculuğa çıkmıştık? Tabii ki, keşif ve fotoğraf için!

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün için fotoğrafçılık olağanüstü derece önemli bir işti. 1999 yılında Rize’de, Hemşin ile Cimil tepeleri arasında, 3 bin 200 metrelik gedikte, Fırtına Deresi’nin gözelerini fotoğraflamak için saatlerce uygun ışığı ve anı beklemişti. 

 

 

Bankacılığı 1993 yılında bırakan Cüneyt Oğuztüzün’ün 1994’te dergiye gidip geldiğini hayal meyal hatırlıyorum; yıl ortasına doğru da tümüyle Atlas için çalışmaya başlamıştı. Duyunca hepimiz hem şaşırmış hem de takdir etmiştik. Ayrıntıları bilmiyorduk tabii ki, hiçbir zaman da söz etmedi zaten. Ama işi bıraktığında bir bankanın teftiş kurulu başkanı olduğunu, Bağdat Caddesi’nde oturduğunu ve altında bankanın tahsis ettiği son model bir araba bulunduğunu öğrendiğim bugünlerde beni yine şaşırttı. Çünkü böylesine varlıklı bir hayatı hayalleri için bir yana itip alçak gönüllü, mütevazı bir yaşantıyı tercih etmek herkesin yapabileceği bir iş değildi. Ancak olağandışı özelliklere sahip kişiler böyle kararlar alabilirdi ki, onlar da zaten hep örnek insanlar olmuşlardır.

 

Anadoluya adanan hayat...

Ulaşımı zor ve çoğu zaman sisler altında kalsa da Gümüşhane’nin en çarpıcı köşelerinden biri Dumanlı köyü yakınlarında Santa harabeleri. Cüneyt Oğuztüzün onların güzelliğini yansıtabilmek için tepeler arasında mekik dokuyup durmuştu. Ve onlar Atlas’ın Eylül 2005, sayı 150’de çift sayfa olarak yayımlandı.

 

Cüneyt’in böyle bir seçim yapmasına yol açan nedenlerinden biri Anadolu olmalı. Bankacıyken fırsat buldukça geziye çıktığını, fotoğraf çekmek için çeşitli faaliyetlere katıldığını öğrendim. Sanırım bu sıralarda Anadolu’ya tutuldu. Çünkü onunla birçok coğrafyayı çalışmış biri olarak iyi biliyorum ki, Anadolu’nun kolları arasındayken sonsuz huzur buluyor, müthiş keyif duyuyordu. Mart 2015’te –hastalığının şiddetlendiği bir evredeydi- ziyaretimiz sırasında çalışmayı planladığı Bakır Çayı’ndan, Menderes Deltası’ndan dem vurmuş, “Anadolu yollarında olmayı öyle özledim ki!” demişti.

 

Anadoluya adanan hayat...

Bolkar Dağları’nın güneyinde yer alan Cehennemdere el değmemiş vadilerden biri. Akarsuyun ana gözelerinden biri bu kilometrelerce uzunluktaki kaya bloğunun ortasındaki devasa delik ve buradan fışkıran muazzam su kütlesi. Cüneyt Oğuztüzün buraya ulaşabilmek için bir rehber eşliğinde bir gün boyunca vadinin yamacında yürüdü.

 

 

Dergide masa başında çalışanlar -ki bunların çoğu kalem erbabıdır- fırsat buldukça fotoğrafçılarla alana çıkarlar. Ben de birçok fotoğrafçıyla çeşitli coğrafyalara gitmişimdir. Her fotoğrafçının kendine özgü çalışma şekli vardır. Cüneyt Oğuztüzün’ü ayrı bir yere koymak gerekir, çünkü yöntemi farklıydı. Örneğin gittiği yerde fotoğraf çekmeye girişmeden önce coğrafyayı soruşturur, öncelikle keşif sayılabilecek duyulmamış, bilinmeyen yerler üzerinde durur; o göl, bu kanyon, ya da şu orman nerede, nasıl gidilir ya da o aşiret hangi güzergâhı izleyecek, nerelerden geçecek gibi türlü türlü sorular sorardı… Bu bilgiler doğrultusunda keşfe çıkar, neyin ne kadar yerinde olduğuna bakar, fotoğraf durumunu, ışığı, rüzgârı vb. inceler, sonra fotoğraf çekmeye başlardı. Bu çabalarının sonunda yöreyi iyi bilir hale gelir ve bilgisiyle herkesi şaşırtırdı. Bunları afaki söylemiyorum, bire bir tanık oldum.

 

Anadoluya adanan hayat...

Anadolu’yu her yanıyla belgeleyen Oğuztüzün, son göçer Yörük aşireti Sarıkeçililere de konuk oldu. Konunun yazarı Çağlar İnce, Yörük kızı fotoğrafının öyküsünü anlatıyor: “Sarıkeçili Yörükleri konusu için vadilerde, nehirlerde, ormanlarda çalıştık. Keçilerle, develerle yol aldık, çadırlarda kaldık. Onu bekleyen başka bir sürpriz vardı: Gözleri boncuk boncuk parlayan Yörük çocukları. Çok etkilenmişti. Çektiği en güzel çocuk fotoğrafları olduğunu söylemişti.”  Kasım 2010, Sayı: 212.

 

 

Bolkarlar’ın eteğindeki, Mersin’e bağlı Çamlıyayla’ya (Namrun) gittiğimde de araştırmalarını çoktan bitirmişti. “Hüseyin, mucizevi bir olay var, onun peşine düşeceğiz. Tam bir keşif yapacağız” demiş ve eklemişti, “ama bir gün yürümemiz gerekecek!” Efsanevi şekilde anlatılan her olay riskler içerir. En başta geleni de yörelerindeki oluşumları abarttıkları için anlatılanların “fos” çıkmasıdır. Ama Cüneyt anlatılanların “sağlama”larını alarak hayal kırıklığına neden olmasına fırsat vermezdi.

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün, “Karakışın Doğusu” için Tevfik Taş’la düştü yollara. Taş, bu zorlu çalışmayı anlatıyor: “Cüneyt, Ağrı Dağı’nın etrafında günlerce dolaştıktan sonra dağın portresini çekmeye karar verdi ve bunun için birkaç nokta saptadı. Ağrı’nın portresini çekmek! Bu onun için bir tutku gibi oldu. İşte, Cüneyt’in Ağrı Dağı.” Mart 200, Sayı: 84.

 

Bir diğer önemli nokta da bu tür keşiflerde izleyeceğiniz rehberdir. Yürüyüş, Cehennemdere Vadisi’nde ve onun ormanlarla kaplı yamaçlarında geçeceği ve bir gün süreceği için rehberin yolu iyi bilmesi gerekiyordu. Yanlış patikaya sapmak bizi alakasız yerlere çıkartabilirdi. Cüneyt bunu da sorup soruşturmuş ve adaylar arasında –yörenin orman işletmelerinin de onayladığı- Gözneli’de karar kılmıştı. Anlayacağınız hazırlıklar yapılmış, bana sadece çantamı omuzlayıp yürümek kalmıştı.

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün’ün “Muş Ovası” konusu, Atlas’ın 118. sayısının kapağını süslemişti. Yazar Gürsel Korat, Oğuztüzün’ün bu çalışmadaki karesini şöyle anlatıyor: “Nemrut Dağı eteklerindeki köylere yakın yerlerde sıcak su göletleri olduğunu işitmiştik. Cüneyt’le buraya gelmiş ve bu göletlere gitmiştik. Saatlerce süren bekleyişten sonra göletlere getirilen mandaların, atlarıyla suya dalan insanların ve yüzen çocukların fotoğraflarını çekti Cüneyt. Ortalık ayazdı, fakat havuza girenler sanki hamama girmiş gibi şenleniyor, kışın donukluğu yazın cıvıltısıyla iç içe geçiyordu.” Ocak 2003, Sayı: 118.

 

 

Hava kararana, Kaplan Suyu’na varana dek yürümüştük. Ne kadar yorgun olsak da Gözneli, “Bizi yaban hayvanlardan koruyacak bir ateş yakmamız gerek” demişti. Bunun üzerine devrik bir sedir ağacının bir bölümünü kesip sürüklemiş, kamp alanına getirip tutuşturmuştuk. Alevler ormanın ve gecenin karanlığını biraz ışıtıp içimize güven salmıştı. Kısa sürede de konservelerimizi yemiş, Kaplan Suyu’ndan içip uyku tulumlarına girmiş ve ateşin başında uykuya dalmıştık.

 

Anadoluya adanan hayat...

Kuşlar, Cüneyt Oğuztüzün’ün bir fotoğrafçı olarak başlıca çalışma konusuydu, doğanın sessiz kanatları onu her zaman cezbetti. Tuz Gölü’nün flamingolarını birçok kez ziyaret etti. Yaşam alanlarındaki ve nüfuslarındaki değişimi inceledi. Güven Eken’le imza attığı 'Son Kuşlar', Konya Ovası’nın doğal değerlerini ve karşı karşıya olduğu tehditleri gözler önüne seren ayrıntılı bir dosyaydı. Eylül 2007, Sayı: 174.

 

 

Düşünüyorum da bütün bunları o zamanlar ne kadar normal bulmuştum. Başında bir kasket, üzerinde gri bir gömlek, fotoğraf çantası belinde, sırt çantası sırtında, uzun adımlarla hızlı hızlı yürüyen senin benim gibi biri…

O sabah saat kaçta kalktığımızı, kahvaltı yapıp yapmadığımızı o zaman dahi hatırlayamamıştım, çünkü yarı uykulu halimi üzerimden atıp kendime geldiğimde sabah saat 7'ydi ve biz yine art arda sıralanmış bir yamacı tırmanıyorduk. Neden diyeceksiniz, çünkü önemli olan tek şey ışıktı; onu kaçırdık mı bunca yolu boşuna gelmiş olacaktık!

 

Anadoluya adanan hayat...

“Kayıp Vadi” konusunun yazarı İbrahim Baştuğ da Cüneyt Oğuztüzün’ün ardından şunları söylüyor: “Üçayağın dengesini sağladıktan sonra kadrajı ve poz değerlerini ayarlayıp yine çok sıradan bir işmiş gibi çektiği birkaç pozun ardından toparlanıp yola koyuldu. Sinop’un Erfelek ilçesinde, Karasu üzerine kurulan baraj çalışmaları sırasında rastlanan vadiyi ilk keşfedenlerdendi Cüneyt. Burada Cüneyt’le bir hafta geçirdim. O benden önce gelip benden sonra da kaldı. Çünkü sonbahar renklerinin oturması gerekiyordu. Ve Cüneyt bütün koşullar hazır olduğunda, kafasındaki fotoğraf için üçayağın dengesini sağladıktan sonra, kadrajı ve poz değerlerini ayarlayıp yine çok sıradan bir işmiş gibi çektiği birkaç pozun ardından toparlanıp yola koyulacaktır. Yolun açık olsun Cüneyt.” Eylül 2001, Sayı: 102.

 

 

Elimde olmadan arada oflayıp pufluyordum, yürümekten ve tırmanmaktan bunalmıştım. Oysa Cüneyt? Makineler ve tripottan dolayı taşıdığı onca kilo yüke karşın gayet keyifli ve heyecanlıydı; yer yer çevreyi kolaçan ediyor, zaman zaman Gözneli’ye soru soruyordu. Doğayı fotoğraflamaktan bu denli keyif alan ikinci bir kişi tanımamışımdır.

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün, Artvin’in Barhal Çayı kıyılarına baharda gitti. Doğanın ve hayatın nasıl ısınıp renklendiğine şahit oldu, bu kez yazıyı da kendisi hazırladı ve hepimizi dağların baharına götürdü. Kelebekler açısından da zengin bir görünüm sergiliyordu yörenin vadileri. Bazı sulak yerlerde insanı şaşkınlığa düşürecek kadar kalabalık sayılarda bir araya geliyor, kanatları benzersiz bir doku oluşturuyordu… Mayıs 1997, Sayı: 50.

 

 

“İşte burası” demişti Gözneli. İlk bakışta gördüğümün gerçek olduğuna inanamadım. Ayaklarımızın ucunda tahminen 300-400 metre derinliğinde ama dibi görünmeyen bir uçurum vardı. Karşı yakada ise 700-800 metre boyunda ve kilometrelerce uzunluğunda müthiş bir kaya bloğu yükseliyordu ki, işte onun da ortasındaki devasa bir delikten büyük bir gürültüyle muazzam bir su kütlesi fışkırıyor ve yerçekimine boyun eğip yine büyük bir gürültüyle aşağıya düşüyordu. Gerçekten mucizeydi gördüğümüz! Cehennemdere’nin gözüydü işte orasıydı.

 

Anadoluya adanan hayat...

Burdur sınırlarındaki Salda Gölü, mavinin bu tonunu belki de sadece Oğuztüzün’e gösterdi. Konuyu Atlas için kaleme alan Leyla İsmier Özcengiz, ayrıca Oğuztüzün’ün fotoğraf kitabı Anadolu’ya Güzelleme’nin metin yazarı. İsmier, yaptıkları bu çalışma için şunları söylüyor: “Gölün nerede bittiğini, göğün nerede başladığını bulamazsınız. O orada, Cüneyt’in gözünün mavisinde bir yerde saklıdır ve artık dokunamazsınız. Fotoğrafın bana hediye ettiği bir kopyası evimde asılı...” Ekim 1999, Sayı: 79.

 

 

Cüneyt bu oluşumu aradaki muazzam uçurum nedeniyle istediği gibi fotoğraflayamamıştı, ama en azından kapı gibi belgelemişti. Bu kare Atlas’ın Kasım 1997, Sayı 56’da, Namrun konusunda yayımlanmıştır.

Oğuztüzün bir şekilde Anadolu mucizelerinin kokusunu alır ve onların peşinde koşmaktan yorulmazdı. Böyle olaylardan birine de 2000 yılının ortalarında Erzurum-İspir’de tanık oldum. Moryayla köyünde bir evde muhtarın konuğu olmuştuk. İklimin değiştiğinden, yağışların şaşırdığından, kar yağmadığından, suların azaldığından söz etmişti muhtar. Eşi yemek hazırlamış, sonra da bizim için yere döşek serilmişti. 

 

Anadoluya adanan hayat...

Gürsel Korat, Oğuztüzün’le Muş Güney Dağları’nda köylülerin ağaç kesme çalışmalarına şahit oldu: “Köylüler kızakları yüklendi, baltaları, ipleri kuşandı ve hep birlikte 2 bin 200 metre yükseklikteki meşe ormanına tırmandık. Meşe ormanı balta vuruşlarıyla inlerken beyazlıklar altında dinlenen doğayı gözledik. Odunlar kesildi, kızaklara yüklendi. 3 saatte tırmandığımız dağdan, kayarak, odun yüklü kızaklarla 10 dakikada inmenin beklentisi köylüleri çocuklaştırmıştı. Gerçi Cüneyt’le ben kızaklara binmedik, iyi ki böyle yapmışız çünkü binseydik, bitmek bilmeyen bağrışlarla kızak üstünde yol alan, gökteki kırlangıç neşesiyle kayıp giden o insanları görmeyecektik.” Ocak 2003, Sayı: 118.

 

Yedigöller’e de işte o köyden, Moryayla’dan gitmiştik. Her ne kadar adı Yedigöller olsa da etrafında büyüklü küçüklü pek çok göl vardı. Sayıları yağış miktarına ve mevsime göre değişiyordu. Kimine göre bu sayı 25’e kadar çıkıyordu. Biz doğal mücevherlerle dolu bu çanağı 3 bin 250 metreden seyrettik.

Yani ben seyrettim. Cüneyt bir o tepeye, bir bu tepeye çıkıp iniyordu. Ya ışığın bütün gölleri aydınlatmasını bekliyor ya da bulutların fotoğrafa zenginlik katmasını. O sırada ben de çimenlere uzanmış böceklerin vızıltısını, kuşların şakımasını dinliyor, ya da olmadı bir taraflara doğru yürüyor, sonra geri dönüyordum. İyi bir kare yakalayabilmesi, o oluşumları gerçek güzelliğiyle yansıtabilmesi için saatlerce bekledik. Ama bütün bunlara değmiş, Erzincan Yedigöller ilk kez Atlas’ta yayımlanmıştı.

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün’ün Çamlıhemşin’deki çalışma konusu bu kez, Fırtına Vadisi’nin sarp yamaçlarını süsleyen konaklardı. Ona yazar olarak Uğur Biryol eşlik ediyordu. Biryol bu proje için şunları söylüyor: “Fotoğraflarını çekerken duygularını ön plana çıkarır ve bundan heyecan duyardı Cüneyt. Fırtına Vadisi’nin konaklarının peşinden koşarken Çinçiva köyünün karşı mahallesinde kümelenen evleri gördü ve ‘bundan iyi bir kapak fotoğrafı çıkabilir’ dedi. Nitekim öyle de oldu, o konu Atlas’ın kapağını süsledi; bunu birlikte dergiye gittiğimiz gün öğrenmiş, ikimiz de çok mutlu olmuştuk.” Şubat 2011, Sayı: 215.

 

Onunla çıktığım bütün foto röportajlarda benzer olaylar yaşardım. Hatta bu bekleyişlerden birinde onun fotoğrafını çektim. Rize’de 1999’da, Hemşin ile Cimil arasındaki bir gedikte pusuya yatmış, tripotun başında saatlerdir uygun ışık ve bulut bekliyordu. Halinden memnundu, çünkü Fırtına Deresi’nin gözeleri o noktadan daha önce hiç fotoğraflanmamıştı. Ama ben beklemekten sıkılmış, vakit geçirmeye yönelik eylemleri denedikten sonra bir de onun fotoğrafını çekmiştim. “Görev Başında” sayfasında yayımlanan bu fotoğrafın altında bile, “Cüneyt Oğuztüzün… Fırtına Vadisi’nin ‘gözlerini’ fotoğraflayabilmek için uzun bir süre uygun ışığı ve anı bekledi…” yazılmıştı.

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün, Göreme Tarihi Milli Parkı’nda peribacalarının büyülü dünyasındaydı. Kılıçlar Vadisi’nde objektifine yörenin ziyaretçilerini gezdiren atlar da takıldı. Bu çalışmanın yazarı Feridun Andaç, Oğuztüzün’ün ardından şunları söylüyor: “İze ve ışığa yürüyen biriydi o. Sizi buluşturduğu renklerin gölgesinde zamanın o an durduğunu, bambaşka bir evrene geçişe hazırladığınızı hissedersiniz. Duru bir bakış, gezindiren bir görme yetisi evrenin dilini okumada hep ataktı. Cüneyt’in doğaya bakışında genişlik, derinlik duygusuyla birlikte taşıyıcılık vardı hep. Bize sunduğu bellek insanlığın tarihinde kayda değer bir birikimi içeriyor. Görüntünün saflaşmış hali ise ondaki duygunun dilini anlatmaktadır bana.” Mart 2012, Sayı: 228.

 

 

Zigana Dağları konusunda da böyle bir olay yaşamıştım. 2005 yılıydı. Kâh Ziganalar’ın doruklarında gezinmiş, kâh derin vadilerine dalıp çıkmış, gelenekler ve çiçeklerle bezeli yaylalarda konaklamış, çeşit çeşit olayla karşılaşmıştık. Fakat Gümüşhane’nin Dumanlı köyü sınırları içinde kalan Santa harabelerini görünce küçük dilimizi yutmuştuk. Birkaç mahalle ve 300’ü aşkın binadan oluşan harabelerin görünüşü büyüleyiciydi. Ama Cüneyt için bulunduğumuz açı yetersizdi ve daha iyisini bulabilmek için harabeleri çeviren her yamaç ve tepelerde dolaşıp durmuş, bir noktadan diğerine koşturmuştuk. Tabii ki sonuçta ortaya harika bir fotoğraf çıkmış ve dergide çift sayfa açılmıştı. (Sayı 150, Eylül 2005’te.)

 

Anadoluya adanan hayat...

Cüneyt Oğuztüzün’ün çalışmalarında Anadolu’nun büyük ağırlığı vardı ama yurtdışına gittiğinde de ustalıklı işlere imza attı. Özbekistan’daki yol arkadaşı Kemal Tayfur şunları söylüyor: “Sovyetler Birliği’nin dağılmasından birkaç yıl sonra gitmiştik Özbekistan’a. Şartlar ağırdı. Cüneyt, istediği fotoğrafları çekememenin sıkıntısını yaşıyordu. Işık iyi değilse fotoğraf da yoktu onun için. Deklanşöre bile basmıyordu. Ama bir çözüm bulması da gerekiyordu. Fergana Vadisi’nin kadim kentlerinde, Buhara’da, Semerkant’ta, Hive’de her biri şaheser anıtsal yapıları saatlerce inceliyor, açılar arıyordu. Fark ettim ki, aradığı aslında güneş değildi; fotoğrafını çektiği şey neyse, onun ışıkla olan bağıydı. Yani o yapıların ya da bütün bir şehrin doğasıydı, doğayla ilişkisiydi.” Ocak 1997, Sayı: 46.

 

Demek istemem o ki, Cüneyt fotoğrafçılığı ciddiye alır, titizlenirdi. Fotoğrafçılığın önem ve etkisini böylesine derinden kavramasında ne denli etkili olmuştur bilemiyorum ama hem çok kitap okur, hem de fotoğraf konusunu dünya ölçeğinde takip ederdi. Özellikle ABD’den her ay birkaç kitap ve fotoğraf dergisi gelirdi.

 

 

 

Cüneyt sadece bir kâşif fotoğrafçı değil, yılmaz bir doğa korumacıydı da. Sanırım sulak alanları böylesine çarpıcı karelerle dergi sayfalarına ilk taşıyan da oydu. Türkiye’nin tüm deltaları, nehirleri, kuşları, böcekleri, kelebekleri onun fotoğrafları sayesinde eşsiz ve benzersiz olduklarını göstermişlerdi. Aynı zamanda o fotoğraflarıyla, Karadeniz’den Akdeniz’e, Lazlardan Yörüklere kadar Anadolu’nun kültürel çeşitliliğinin hem belgelenmesi, hem de korunmasına fotoğraflarıyla katkılarda bulunmuştur. Sarıkeçililer onun vefatı üzerine duydukları üzüntüyü şöyle dile getirdiler:

 

Anadoluya adanan hayat...

Agara köyünün yaşlıları, geleneksel kıyafetlerini giymiş şekilde Gandagana dansını sergilemek için meydana çıkıyor… Cüneyt Oğuztüzün bu kez karış karış gezdiği Karadeniz’in ötesine geçip Gürcistan’ın Acara Bölgesi’ne uzanmıştı. Bu coğrafyada Özcan Yüksek’le bir aradaydı. Oğuztüzün, bir bankanın teftiş kurulu başkanlığından ayrılmayı düşündüğü 1994 yılı başlarında Atlas’a gelmiş ve ilk olarak Yüksek ile görüşmüştü. Bir görüşmesinde de yüzlerce diapozitif getirmiş ve göstermişti. Yüksek, “sonraki yıllarda Cüneyt Oğuztüzün’le pek çok yolculuğa çıkma şansım oldu” diyor. “Bunlardan biri de, Acaristan’daki Aşağı Macaheli idi. Cüneyt, fotoğrafı sabırla çekerdi, uzun zaman alırdı her fotoğrafı, ben de bu sabırlı bekleyişten büyük haz alırdım…” Haziran 2009, Sayı: 195.

 

 

“Toroslar’da yalnız yaşayan biz Sarıkeçilileri gün yüzüne çıkaran, yürekli, duygusal, hassas bir kişiliği olan, fotoğraf sanatçısı değerli abimiz Cüneyt Oğuztüzün’ün aramızdan ayrıldığı haberini almamız bizleri çok üzdü... Dağları birlikte adımladık. Birlikte konakladık. Biz var oldukça yüreklerimizde yaşayacak... Bizlere katkıların için teşekkürler Cüneyt Oğuztüzün…”

Sevgili Cüneyt… Her türlü olumsuzluğu göğüsleyerek var gücünü Anadolu’nun doğasının, biyolojik ve kültürel çeşitliliğinin korunması ve belgelenmesi için harcadın. Senin gibi birini tanıdığımız için kendimizi şanslı sayıyor ve sana sonsuz bir minnettarlık duyuyoruz. Deneyimsiz olarak bu dünyaya geldin ama usta olarak gittin. Yüreğimizdeki yerin daim olacak, ışıklar içinde yat! 

 

www.atlasdergisi.com TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR.

 

False