Zaten 6 kişi içmiyor peki ne demeye koyuyorsun o pahalı şarabı masaya

G20 sofrasının panoramasına bakınca pahalı olduğu için eleştirilen şarabın aslında lüzumsuz olduğu derhal dikkati çekiyor. Ev sahibi George W. Bush dahil, masadaki 7 lider ağzına içki sürmedi.

Sofrada bir Fransız varsa, ona caka satmak için en iyi şarabını ortaya sürebilirsin. Kimbilir belki beğenir de zafer duygusuna kapılırsın. O sofrada da bir Fransız vardı ama, şarapçı cinsinden değil. Alkol kullanmıyor, çay içiyor.

G-20 sofrasından söz ediyorum. ABD Başkanı Bush’un küresel mali krizi görüşmek üzere Beyaz Saray’da kurduğu sofradan.

Malum, zirve öncesi yemek davetinde ikram edilen Shafer Cabernet "Hillside Select" 2003, sorun oldu. Ekonomik krizi konuşmak için oturduğun masaya, şişesi 500 dolarlık California şarabı konulur mu diye tartışıldı. Ortama göre fazla lüks bulundu.

Aslına bakılırsa Amerika’daki bazı yayın organları yemekte ikram edilen patlıcan fondüyü bile lüks buldu. Sanırım İsviçre usulü bir yemek diye.

Sofranın panoramasına şöyle bir bakınca, medyanın gözüne batan şarabın aslında lüzumsuz olduğu derhal dikkat çekiyor.

Bir kere masadaki Fransız, has Fransız değil. Etnik köken bakımından değil, şarap sevmemesi açısından. Macar göçmeni babanın oğlu Cumhurbaşkanı Sarkozy, nice zaman önce şarapçı olmadığını, daha doğrusu ağzına alkol sürmediğini ilan etti.

Geçen yıl zenginler zirvesindeki basın toplantısına sarhoş bir edayla çıktığı için, "O gün alkollü müydünüz?" diye soruldu. O da "Asla, ağzıma içki koymam, sevmem" dedi.

YEMEYİ, İÇMEYİ SEVMEYEN FRANSIZ OLUR MU

Hatta bu yüzden şarap üreticileri ifrit oldu. "Ne zaman TV’yi açsak, adam jogging yapıyor. Yemeyi sevmiyor, içmeyi sevmiyor, bu adam Fransız kültürünü temsil etmiyor" diyen üreticiler çıktı. Eski Cumhurbaşkanı Chirac’ın şarabı nasıl da zevkle yudumladığına göndermeler yapıldı.

Nitekim Sarkozy, G-20 yemeğinde de şarap içmedi.

Yanında oturan Suudi Arabistan Kralı Abdullah’a da uyum sağladı böylelikle.

Shafer Cabernet "Hillside Select" 2003, ya da yemekte ikram edilen diğer şarabın, 2006 mahsulü Landmark Chardonnay "Damaris Reserve"in tadına bakmayan ikinci kişi tabii ki Suudi Kralı’ydı.

Başbakan Erdoğan’ın, kadeh kaldırmayı bile sevmediğini biliyoruz. Etti üç.

Masadaki diğer bir Müslüman lider Endonezya Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’ydu ki, şerefe kadeh kaldırılırken elinde su vardı.

Endonezya dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi ama, şarap üretmiyor tüketmiyor değil. Daha düne kadar sadece yabancılarla turistler ve üst tabaka şarap içiyordu. Şimdi ise özellikle başkent Cakarta’da orta sınıf arasında da yayılıyor. Hatta bu kesime hitap eden şarap kursları da var bol miktarda.

HİNDİSTAN BAŞBAKANISUYLA KADEH KALDIRDI

Dönelim sofraya. Masada şarap içmeyen beşinci konuk, Hindistan Başbakanı Manmohan Singh’ti. O bir Sih ve inancının gereklerini yerine getiren bir Sih’in şarap, sigara ya da herhangi bir ot içmemesi, vejetaryen olması gerekiyor.

Manmohan Singh kibar bir Hintli olarak su ya da meyve suyuyla şerefe kadeh kaldırıyor.

Altıncı kişi Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez. Arjantin’in güzel içimli şarapları var, Fernandez’in o şarapları içtiği de vaki. Ama G-20 sofrasında önünde sadece su kadehi doluydu. Neden, bilmiyorum.

Topluluğun adı G-20. Ama masadakilerin sayısı 20 değildi. BM Genel Sekreteri, AB Komisyonu Başkanı, Dünya Bankası ve IMF’nin de başkanlarıyla sayıları 26’yı buluyordu.

Ve aslında ev sahibi de içmiyordu. Bush yemeklerde şarap kadehini şerefe kaldırıyor ama, suyla devam ediyor. 40’ında dine dönüp alkolizmden kurtulduğu için.

Ev sahibiyle birlikte etti mi yedi!

Helen Mirren’in tecavüz lafı İngiltere’yi gerdi

Kadın ya da erkekler, bir tecavüz mağdurunun provokatif davrandığını düşünüyor olabilir mi? Kurbanın kılık kıyafet, ya da davranışlarıyla cinsel saldırıyı davet ettiğini?

Helen Mirren öyle bir laf etti ki, İngiltere bir haftadır bu soruları tartışıyor.

Mirren bir süre önce, gençliğinde iki kez tecavüze uğradığını açıklamıştı. Çıktığı kişiler tarafından. Ancak şikayette bulunmamıştı. Geçen pazar The Sunday Times’ta yayınlanan röportajında ise o patlayıcı lafı etti. Kadınlar, bir şekilde tecavüz kurbanlarının "kaşındığını" düşünüyor dedi. Cümlesi tam olarak şöyleydi: "Tecavüz davalarında saldırganlar önemli cezalar almıyor, çünkü jürideki kadınlar, tecavüz mağdurunun aslında bunu istediğini düşünüyor. Mahkemeler de erkekleri korumak adına jüri heyetine mümkün olduğunca çok kadın seçiyor. Kadınların neden böyle düşündüğünü bilmiyorum, aklıma gelen tek neden cinsel kıskançlık."

Bu laflar kamuoyunda bomba gibi patladı. Başsavcı Vera Baird köpürdü. Tecavüz mağdurlarının adalete başvurması için gösterdikleri onca çabaya, Helen Mirren’in darbe indirdiğini, bu lafların caydırıcı etki yapacağını, jüri seçimiyle ilgili sözlerinin tamamen asılsız, abes olduğunu söyledi. Mahkemelerde tecavüz kurbanlarına yönelik muameleyi iyileştirmek için kampanya yürüten Jill Saward da, Helen Mirren’i mücadeleye zarar vermekle suçladı.

Ancak oyuncuya destek çıkanlar, Mirren’in gerçeğe parmak bastığını söyleyenler de oldu.

Birçok davada tecavüzcülerin avukatlığını üstlenmiş bulunan Kirsty Brimelow, Mirren’i şöyle doğruladı: "Jürideki kadınların, mağdurlara sert davrandığı doğrudur. Özellikle de kurban olay sırasında içkiliyse, ya da saldırgan mağdurun tanıdığı biri veya eski erkek arkadaşıysa."

Helen Mirren benim idolüm. Mahkemelerle ilgili sözleri doğru olabilir. Ancak "cinsel kıskançlık" konusunda bazı tereddütlerim var.
Yazarın Tüm Yazıları