Bu motelde huzur yok

Tekinsiz bir motel ve kimin doğruyu söylediği belli olmayan bir grup müşteri... ‘Film-noir’ tatlara sahip ‘El Royale’de Zor Zamanlar’, arkaplanında 60’lar sonuyla 70’ler başı Amerika’sının sosyopolitik panoramasına göndermelerde bulunuyor.

Haberin Devamı

malum, Hitchcock’un ‘Sapık’ından bu yana, Amerika coğrafyasında moteller pek de tekin yerler değildir... Haftanın yenilerinden ‘El Royale’de Zor Zamanlar’ (‘Bad Times at the El Royale’), bu tekinsizliğin izini süren yapımlardan. Drew Goddard’ın yazıp yönettiği film, 60’lar sonuyla 70’ler başında gezinen bir öykü anlatırken dönem panoramasına da soyunuyor ve kimi sosyopolitik göndermeler eşliğinde ilerliyor.
Önce kısaca özet diyelim: Bir grup insanın (yaşlı bir rahip / ismi Daniel Flynn, bir seyyar satıcı / ismi Seymour Sullivan ve genç bir şarkıcı / adı Darlene Sweet) yolu, tam ortasından Nevada ve Kaliforniya eyaletlerini ayıran çizginin geçtiği, Tahoe Gölü yakınlarındaki El Royale Moteli’nde kesişir. Miles adlı bir gencin her türlü hizmeti üstlendiği bu ıssız mekâna çok geçmeden gizemli bir genç kadın (onun ismi de Emily Summer-
sping) damlar ve böylece müşteri sayısı dörde çıkar. Bu topluluğun suyun altında gezinen çok farklı hikâyeleri ve dertleri vardır. Nihayetinde daha ilk geceden kartlar yeniden dağıtılır...
Bu motelde huzur yok

Sistemin aynası adeta...
‘El Royale’de Zor Zamanlar’da Drew Goddard, ‘film-noir’ tadında bir dünya kurarken seyircisini kat kat açılan bir anlatımın peşine takıyor. Öykü, motelin farklı odalarından ilerlerken bu, bir anlamda her bir karakterin epizodik manada serüvenlerinin ifadesine dönüşüyor. Önde ‘pulp’ romanların havası eserken arkaplanda dönemin Amerika’sının alegorik bir tarifi var. Yani ‘Başkanlık’ koltuğunda Richard Nixon’ın oturduğu, Vietnam bataklığında sürüklenen bir ülke: Motel ise sistemin bir aynası adeta... Geçmiş konukları arasında iş insanları, politikacılar, kalburüstü simalar var ve bu artık demodeleşmiş mekân, uzun süre onların ‘gizli kapaklı’ kaçamaklarına şahitlik etmiş. Ucu FBI’ın, J. Edgar Hoover usulü ‘gözetleme ve dinleme’ tekniklerine uzanan göndermeler de cabası... Filmde bu dönemin panoramasından kimi unsurlar filizlenirken öyküye sonradan eklemlenen Billy Lee karakteri de Charles Manson’vari bir tipleme sunuyor. Müzikleri ve kostüm tasarımıyla da dönem ruhu başarıyla yansıtılıyor.
Bu motelde huzur yok
Filmde gizemli genç kadını, ‘Grinin Elli Tonu’yla hatırlanan Dakota Johnson canlandırıyor.
‘El Royale’de Zor Zamanlar’ kayda değer bir yapım, lakin yönetmen Goddard’ın fazla stilistik anlatımı ve zamana yayılma hevesi, bence bir genel toplamda albeninin belli noktalardan sonra yitirilmesine neden oluyor. Bu anlamda 141 dakikalık süre uzun; yaklaşık yarım saatlik bir kesinti daha dinamik ve seyircisini daha kolay kavrayan bir filme geçit sağlayabilirmiş. Keza ‘afili’ diyalogların çokluğu ve benzer şekilde bunları zamana yayma isteği de, uzunluk hissiyatının baskın bir şekilde hissedilmesine neden oluyor.
Xavier Dolan da oynuyor
Oyunculuklara gelince: Jeff Bridges rahip Daniel Flynn’da hem ustalığını konuşturuyor hem de güzel yaşlandığını hatırlatıyor. Şarkıcı Darlene Sweet’te Cynthia Erivo, kadronun en parıltılı ismi. Lewis Pullman, sinik motel görevlisi Miles’ta, Dakota Johnson gizemli Emily’de ortalamayı tutturuyor; seyyar satıcı Seymour Sullivan’da da Jon Hamm gayet iyi, Billy Lee’de Chris Hemsworth ise durumu idare ediyor. Öte yandan ‘aykırı yönetmen’ Xavier Dolan da kibirli müzik menajeri rolünde karşımıza
çıkıyor.
Sonuç olarak kimi eksiklerine rağmen izlenmesi keyifli bir film ‘El Royale’de Zor Zamanlar’. ‘Film-noir’ın politik takılma halini tarif etmesi bakımından da az bulunur bir örnek.
Bu motelde huzur yok

Bir çöküşün anatomisi
Uzun yıllar birlikte yaşamış bir çift: Chela ve Chiquita... Aralarındaki rol dağılımı belli... Aileden kalma miras, onların hem maddi problemlerini çözmüş hem de hayat tercihlerinin bir sır olarak kalmasına yarayan bir örtüye dönüşmüş. Lakin biriken borçlar ödenemiyor; evdeki antika eşyaların satışı sistemi ayakta tutamıyor. Chiquita hapse giriyor, Chela ise yaşlı zengin tanıdığı Pituca’yı ‘konken partileri’ne götürürken kendine yeni bir meslek ediniyor: Şoförlük... Bu esnada tanıştığı Angy ise ona yeni hayat aşısı oluyor.
Paraguaylı yönetmen Marcelo Martinessi, ilk uzun metrajlı filmi ‘Mirasçılar’da (‘Las herederas’), başkent Asunción burjuvazisinden aldığı kesitte müthiş hüzünlü ve eskilerin deyişiyle dantel gibi örülmüş bir hikâye anlatıyor. İki kadın arasındaki, bıraksalar sonsuza kadar kendi rutini içinde sürecek ama artık eskimiş bir ilişkinin, sınıfsal zırhlarla korunmuş mahremiyetinin ortadan kalkması; ardından Chela’nın kırılganlığını bertaraf ederek adeta sokağı ve başka hayat modellerini keşfetmesi, Chiquita’nın hapis sonrası dönecek olmasının yarattığı gerilim vs. derken ‘Mirasçılar’, unutulmaz bir sinemasal serüvene dönüşüyor.
Bu motelde huzur yok

Berlin’den iki ödülle dönmüştü
Chela’da Ana Brun’un, Chiquita’da Margarita Irun’un (ikisi de tiyatro kökenli) zarif ve ayrıntılı performansları, Angy’de Ana Ivanova’nın dinamizmi, yaşlı Pituca’da Maria Martins’in etkileyici kompozisyonu derken film aynı zamanda özel bir oyunculuk gösterisine dönüşüyor.
Bir zamanlar (özellikle 60’lar sonu ve 70’lerde) sınıfsal dekadans (çöküş), çok sağlam öyküler eşliğinde sinema perdesinde hayat bulurdu. ‘Mirasçılar’ bu geleneğin günümüzdeki uzantısı gibi duruyor. Bu yılki Berlin’de ‘Gümüş Ayı’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ (Ana Brun) ödüllerine uzanan ve bir noktadan sonra ‘Driving Miss Daisy’ türü hava da sunan bu güzelim yapıtı kesinlikle kaçırmayın derim... Kimi Batılı eleştirmenlerin ‘Mirasçılar’da, Sebastian Lelio’nun ‘Gloria’sından ve Lucrecia Martel’in erken dönem filmlerinden tatlar bulduklarını da belirtelim...
Bu motelde huzur yok

Diğer seçenekler...
‘Mustang’le tanınan Deniz Gamze Ergüven imzalı ‘Kings’te Halle Berry, Daniel Craig, Lamar Johnson, Rachel Hilson gibi isimler başrollerde. Yerli komedi ‘Yol Arkadaşım 2’yi , Bedran Güzel yönetmiş, filmin kadrosunda İbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç, Ezgi Eyüboğlu, Olgun Toker ve Bahar Şahin gibi oyuncular yer alıyor. Sylvian White’ın yönettiği ‘Uzun Kâbus’ta (‘Slender Man’) ise Joey King, Julia Goldani ve Annalise Basso gibi oyuncular rol alıyor.

Haberin Devamı

Bu motelde huzur yok

 

 

Yazarın Tüm Yazıları