Yoda’mıza elveda...

Benden, yaklaşık bir yıl önce bu köşede; gülen, gülümseten yazılar yazmam istendiğinde, ne kadar çok mutlu oldum!

Haberin Devamı

Meslek icabı da mizah yazan ve yapmaya çalışan biri olarak; bu köşeden sizlere ulaşabilecek olmanın mutluluğu, gururu, kelimelerle ifade edilebilecek bir şey değildi benim için.

 

Sonuçta burası Hürriyet’ti, hala da öyle!

 

*

 

İlk zamanlarda, kulaklarımı her şeye tıkayarak, mizahta gaza basmaya çalıştım.

 

İnanın, gazete okumayı, televizyonda haber izlemeyi kesmek zorunda kaldığım günler çok oldu.

 

Olandan bitenden haberdar olmamak için, kendimi Survivor’a bile verdim bir ara!

 

Haberin Devamı

Memleketimin freni patlamış magazini dışında; her bir haber bir mutsuzluk, her bir haber umutsuzluktu.

 

*

 

Yaklaşık bir yıllık köşe yazarlığımda, ülkenin gündeminden hep uzak kalmaya çalıştım, çünkü gündem her daim çok fenaydı.

 

‘Bizim memlekette mizahçılar için hayat çok kolay’ deniyordu ama o kadar da kolay değildi. Mizah eleştirmekti, köşelere ittirebilmekti. Ne kadar uçları gösterebilsen, o kadar komikti. Köşelere ittiremiyordun fazla; ya birileri anında inciniyordu, ya da seni inciteceğini biliyordun.

 

Benim bu köşede kendime biçtiğim görevim; sizleri bir nebze gülümsetebilmek, bir anlık da olsa, her zaman daha güzel bir duyguya götürebilmekti.

 

*

 

İlk bir kaç yazımda, tespitlere abandım ben de. Mizahçılık bunu gerektiriyordu. Her Allah’ın günü metroda gördüğüm tiplemeleri anlattım mesela buradan sizlere. Yok uyuyor taklidi yapan ergen, aman kırmızı saçlı asi kız, efendim bacakları açık oturan denyo...

 

Haberin Devamı

Bir diğer hafta, beyaz yakalı arkadaşlarımın kendilerine has dillerinden bahsettim. ‘Deadline yaklaştıysa, client’la konuyu manage edelim’ dedim.

 

Anlaşılamadım, Ekşi Sözlük’te acımasızca eleştirildim.  

 

Karaköy gediklisi, ekşi mayalı ekmek, kinoalı salata, ızgara somon takılan tiplemelerden bahsettim bir ara.

 

Bazen Etiler’de gördüğüm ‘siyah ve köşeli Mercedes cipli, baba naaber? şekilli’ siyah ceketli, beyaz gömlekli, sert bakışlı abileri eleştirdim. İnceden de tırstım tabi, ya karşılaşırsak?

 

*

 

Her gün bindiğim metrobüsü de anlattım size, eskiden beri bildiğim, bizim eski mahalle Bebek’in Lucca’sını da.

 

*

 

Yine kendi dilimi, mizahi bakış açımı korumaya çalışsam da, bir baktım ki bir gün; hiç anlamadığım ama sinir olduğum Amerikan Dolar’ını yazıyorum!

 

Haberin Devamı

Taha Akyol üstadın sık sık sorduğu gibi ‘Dolar Nereye?’ diye yazım var yahu!

 

(Tabi benim cahilce farkım, ben gerçekten dolar nereye gidiyor diye merak ediyordum!)

 

*

 

Başka niyetlerle girişmiş olsam da bu yollara;‘küçük çocuklara musallat olan sapıklara bilenir, kazanç uğruna değerleri yok edenlere delirir, medyatik yalakalara horozlanır, yancılara babalanır, insanlıktan nasibini almayanlara saldırır, her hafta yitip giden şehitlere ağlaşır’ buldum kendimi buralarda!

 

*

 

Durumumuzdan rahatsız olan ve durumu olduğu(!) için memleketten gitmeye çalışan, vizesi bol, dünya vatandaşı bir kesim dostlara, ‘Durun gitmeyin, siz kardeşsiniz!’ diye seslendim bir hafta köşemde.

 

Haberin Devamı

Belki de okudunuz, çok meşhur oldum be ya!

 

WhatsApp gruplarında şöhret peşinde koştum, Boyner Holding koridorlarında kayboldum...

 

*

 

Mizah yazacağım diye başladım Hürriyet’teki bu köşeye, esas düşüncelerimi mizahla, iki yaptığım gıdıkla gizleyemedim.

 

*

 

Bu yazı, 90’ıncı yazım dostlar.

 

Okuyanlar, değerlendirip mailler atanlar, eleştirenler, beğenenler, beğenmeyenler sağ olsun. Her bir klavye tıklaması emektir, hayatınızdan bana ayrılan bir parçadır. İçeriği ne olursa olsun mesajlarınızın, elleriniz dert görmesin!

 

*

 

Bu hafta yine çok şey oluyor memlekette ve dünyada biliyorum.

 

Biliyorsunuz.

 

Yine bir çok ateş düşüyor evlere, çocukları askerde analar sabahı zor ediyor. Kim bilir, ne zor!

 

Haberin Devamı

Üçüncü sayfalar boş durmuyor gazetelerde; amcalar yeğenlerini sokak ortasında silahla vuruyor.

 

Bir kadına omuz atıyor bir ayı, sonra dönüp yumruk atabiliyor.

 

Bir dayıoğlu, teyze kızına tecavüz edebiliyor!

 

Yoğun trafikte insanlar cinnet geçiriyor. Kazalarda, bir savaştan fazla hayatlar kayboluyor.

 

Sadece bir dönem eş olduğu için bir hayvan-adam, eski karısını cadde ortasında dakikalarca dövebiliyor. ‘Ailedir, karışılmaz’ diye kimse müdahale etmeyebiliyor.

 

Bunların hepsi ya bir haftada oluyor, ya da her hafta bir tanesi mutlaka oluyor.

 

*

 

Mafya hortluyor, adalet zortluyor, insanların birbirine güveni cortluyor!

 

*

 

Dostlar...

 

Başlık “Yoda’mıza elveda” ya?

 

‘Nedir bu?’ diyorsunuzdur.

 

Yanlış anlaşılmamak için, çok dibe daldım.

 

Bu yazı, bu köşeden sizlere en derinden seslenmeye çalışan bir adamın, Anlatanadam’ın samimi duygularıdır...

 

*

 

Benim, yazılarımdan tanıdığınız Nünü’mün, hayatımın anlamı bebişlerimin gözyaşları, evimizdeki bir miniğin yokluğu için akıyor bu aralar...

 

Ne olur kusuruma bakmayın, sizlerden rica ederim acıları yarıştırmayın.

 

*

 

Bu Ağustos ayında, annesi yavrularını bir yerden bir yere taşırken sanırım, bir taneciğini bizim evimize girip bırakmıştı. Henüz gözleri kapalıydı, galiba ‘bir günlük’tü. İnanın, bir kahve fincanının tabağından daha küçüktü!

 

Sesi çıkmıyor, zor nefes alıyordu. Annesini çok aradık ama bulamadık. Miniciği de orta yere koyup, bırakamadık.

 

Kulakları bile olmadığı için, adını ‘Yoda’ koyduk. Hiç niyetimiz yokken bir kedicik sahibi olduk!

 

*

 

Ne çabuk evimizin bir parçası oldu, anlatamam size.

 

Her gün sabah ‘acaba iyi mi?’ diye uyandık. Biberonla besledik, vitaminlerini zorla yedirmeye çalıştık, her dakika kendimizi ‘Yoda’ konuşur bulduk.

 

Babaanne iki saatlik süt içme döngüsünü bozmamak için mahalle pazarına bile gidemez oldu ama hayatından çok memnundu.

 

Hayvanlardan uzak durmayı tercih eden dedemiz, Yoda’yı kucağından indirmemeyi bırakın, onun sayesinde kapısında sevgi bekleyen on tane minik kediciğe babalık etmeye başlamıştı.

 

*

 

Nünü’yle zaten hayatımızın büyük bir bölümünde kendi bebişlerimizi konuşurduk. Minik Yoda, iki günde, bu diyalogların bir parçası olmuştu.

 

*

 

Çocuklar evde bir kat daha şendi, Yoda evi tırmık tırmık parçalıyordu, ne güzeldi!

 

*

 

İnsanların sürekli kedilerini, köpeklerini paylaştıklarını görüyordum sosyal medyada, anlayamıyordum öncesinde. Birden, kendimizi minik Yoda’nın yüzlerce resmini çekerken buluvermiştik!

 

*

 

Sokak kedisiydi bildiğiniz, her gün sokakta yüzlercesini gördüğünüz. Ama o kadar güzeldi ki bize göre, dünyanın en özel kediciğiydi!

 

*

 

Bir gece, bu hafta içinde; küçük bir kaza geçirdi evimizde minik Yoda’cık işte! O küçük kazayı, küçücük bedeni kaldıramadı...

 

İki aylık kısacık hayatında, hiç bitmeyen enerjisiyle, sonsuz neşesiyle, meğer ne kadar çok şey katmıştı bize!

 

*

 

Saflığın, çocukluğun, bidikliğin önemini anlattı ailemize. Her hayatın kendi içinde bir değeri olduğunu öğretti.

 

Sert esen rüzgara rağmen, dimdik durmaya çalıştığımız hayatta; zırıl zırıl ağlattı bizi, öyle gitti.

 

*

 

Evdeki pıtır pıtır ayak seslerini duyuyoruz hepimiz hala. Dışarıdan gelen küçük bir miyavlamayı evin içinden, bir yerlerden geliyor sanıyoruz, anlık bile olsa.

 

Her sabah uyandığımızda, ‘gece gördüğümüz kötü bir rüyaymış’ gibi geliyor yaşadıklarımız önce, sonra tekrar vuruyor acısı yüreğimize.

 

Ailecek hepimiz ağlamaya başlıyoruz, birimiz açıp bir resmini gösterince.

 

*

 

Her yazımda yaptığım gibi, bu yazıyı toplumsal bir genellemeye bağlamayacağım bu sefer dostlar.

 

Buradan, özgürce yazabildiğim bu satırlardan, minik Yoda’ya veda etmek istedim sadece...

 

*

 

Bu coğrafyada ayakta durabilmek bile bir başarıyken, o kadar katılaşmışız ki biz, hepimiz; bizi sağlam bir silktin, adamakıllı dirilttin Yoda!

 

*

 

Erken ölümünle, bize ‘varlığı ve yokluğu’ hatırlattığın, bir kediciğin bedeninde, bize ‘insan’ olmayı anımsattığın için teşekkür ederiz sana.

 

Her gün, ardı ardına gelen haberlere duyarsızlaşmıştık.

 

Senin kedicik bedeninde toparlandık. İnsan içinde, utanmadan, ağlamayı başardık!

 

*

 

Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam

 

 

Yazarın Tüm Yazıları