Venedik Bienali’nden sanat manzaraları

Bienal için Venedik’teydim. Dönüşü ötelemek istedim, şehirde tek boş yatak yoktu. İyi ki de yoktu, destan yazılan eylemlerin tek bir saniyesini kaçırsaydım kahrolurdum.

Haberin Devamı

Nasıl da hayıflanmıştım oysa dönüyoruz diye..Her yeri kıyı bucak gezip görmek ne kelime, tuğla gibi kılavuzdan ince eleyip sık dokuyarak seçtiğim on küsur mekânı bile doya doya gezememiştim daha..
Kursağımda kalacaktı, hissediyordum. Dönüşü ötelemek  için ne yaptıysam olmadı.  Şehirde tek boş yatak yoktu.
Ne kuzinin odasında üstüne kıvrılabileceğim bir kanape ne de rutubetli bir pansiyonda bir kambur döşek. Dönüş bileti için çabalamak da cabası. Şehir insan kaynıyor ve benim gibi son dakikacılara “Bunu iki yıl önce düşünecek ve yerini ayırtacaktın” dercesine nanik yapıyordu....
Kös kös döndüm mecburen. Ne bileyim ertesi günden
itibaren eğer dönmeyip de kalsaydım son yıllarda
içimden kuşlar havalandıran tek etkinliği kaçırmış olacağımı? İyi ki şansım yaver gitmemiş. İyi ki basiretim bağlanmış. İyi ki sokakta yatarım diye arada yoklayan deli damarım tutmamış da dönmüşüm.
Kahrolurdum bir anını kaçırsaydım ağaç dibinde yeşerttikleri, suyla gazla besledikleri, çoğalıp çoğalttıkları ve kim ne derse desin -ister klişe, ister çiğnenmiş sakız-cesaretleriyle destan yazdıkları eylemlerin tek bir saniyesini kaçırsaydım eğer. Sağ olun var olun çocuklar.

Haberin Devamı

ANSİKLOPEDİ SARAYI ÜTOPYASI

Sadede geleyim:
Murat Ülker’in davetlisi olarak dört gazeteci, dört akademisyen ve dört hocanın seçtiği başarılı dört öğrenciden mürekkep küçük bir grup olarak bienalin resmi açılışından az önce Venedik’e gittik. Şehir yukarıda da söylediğim gibi iğne atsan yere düşmez halde.
Şehirde sadece bir gece konaklayacağımız için süremiz o kadar kısıtlı ki otele uğramadan kendimizi bieanalin iki büyük alanından ilkine, içinde farklı ülkelerin pavyonlarının bulunduğu Giardini’ye atıyoruz.
Saat sabahın onu olmasına karşın bahçeler kalabalık. Birkaç pavyon dışında pavyonların önünde henüz uzayıp giden kuyruklar oluşmamış. Kanala açılan demir kapıdan girmemizle üryan bir faniyle burun buruna gelmemiz bir oluyor.
Seninki siyah slipinin önüne bir tuvalet fırçası, başına şapka yerine üzerinde ‘şimdilerde her b.k sanat’ yazan bir klozet kapağı takmış. Brezilyalı bir protestocu... Adama bakıp gülümsüyor ve böyle olur çağdaş sanat protestosu diye düşünüyorum.
55’incisi düzenlenen 88 ülkenin katıldığı bienalin bu yılki küratörü Massimilliano Gioni. Gioni, Marino Auriti adlı sanatçının taa 1955 yılında Babil Kulesi misali bir Ansiklopedi Sarayı yapma ütopyasından yola çıkarak oluşturmuş bienali....
Yapıttan çok yapıtın ortaya çıkış serüvenine ayna tutan, sanatçının bilinçaltını, yaratma güdüsünü, hayal gücünü sorgulayıp görünenden çok görünmeyene odaklanan daha da önemlisi sadece profesyonel sanatçılara değil bir o kadar adı sanı bilinmez yaratıcılara da açık hazırlamış.

Haberin Devamı

JUNG’UN KIRMIZI KİTABI

Giardini’deki ana sergide benim en çok ilgimi çeken bölüm meşhur psikanalist Jung’un gençken geçirdiği bir ruhsal çöküntü sırasında iri papirüsler üzerine yaptığı ve ailesinin uzun yıllar kasada sakladığı Red Book adı verilen kitabının sayfaları oldu. Bir tür delirium tremens günlüğü. Ama sadece o değil şimdi sıralamaya yerimin yetmediği birçok çarpıcı çalışmanın bulunduğu sergi bundan önceki iki bienali düşündüğümde, onlardan çok daha iyi hazırlanmış ve etkileyiciydi. O gün ayaklara su inene kadar bahçeleri ve bahçeye kurulu ülke pavyonlarını gezdik..
Ertesi sabah, kendimizi bu kez bieanalin ikinci dev alanına, Arsenale’e attık ..
Türk pavyonunun da bulunduğu Arsenale, Giardini’de segilenen işlerden daha uç işlerin sergilendiği alan olarak bilinir. Ana sergi gene çok çok iyiydi. Yüksel Arslan’ın resimlerinin önünde kalabalıklar görmek koltuğumuzu kabarttı.
Ama ne zaman ki Ali Kazma’nın, bedeni odağa alıp bedeni biçimleyen, çürüten, hünerli kılan öğeleri üzerine video çalışmalarının yer aldığı Türk Pavyonu’nu gezdik, kabaran koltuklara tüyümüz de eklendi yüreğimiz de...
Ben sanat üzerine ahkâm kesemem, yakışık almaz ama Hüsamettin Koçan’ın bizimkini bienalin en çarpıcı pavyonu bulduğu da bilinsin isterim.
Bienalin en güzel yanı genç öğrencilerin orada oluşuydu. Biliyor musunuz aradan zaman geçsin ne benim ne birlikte gittiklerimin aklında bir iki eser dışında bir şey kalmaz o gençler dışında.
O heyecanları unutulmaz. Diyorum ya ne varsa gençlerde var.
Helal.

Yazarın Tüm Yazıları