Sakıp Sabancı ile bir Şamsa anısı...

Yazmaya bayılıyorum, ne zamandır kitap yazmak istiyorum. Herhalde onun da zamanı var.Ama ne yazık ki kalemle yazmayı seviyorum. Çok zevkli, hele o güzel mürekkep kokusu, yani utanmasam divit ve mürekkeple yazacağım. Divit deyince aklıma rahmetli Sevgi Gönül geldi. Sürekli yazılarını okurdum, nasıl da gerekli insanların çoğu aramızdan erken gidiyorlar. Bunun en son örneğini geçen hafta gördük. Sakıp Sabancı ne acı ki önüne sayın değil de ‘rahmetli Sabancı’ yazmam gerekiyor. Nur içinde yat Sakıp Sabancı. Renkli kişilik değil, bence gökkuşağı gibi... Zekásı, alçakgönlü ve yapıcı kişiliği bence önemli üç noktası. Mütevazılığını Dilek’e, Sevil’e de vermiş, kaç yıldır tanıyorum hep aynı düzgünlükte gidiyorlar. Sakıp Bey’e 2000 yılındaki röportajında bir soru yöneltilmişti üniversiteli bir çocuktan, ‘Hayatta vicdan azabı duyacağınız bir hata yaptınız mı?’Cevap tam Sabancı’ya yakışan dürüstlükteydi. ‘Tabii ki var. Türkán’la akraba evliliğimizin sonucu ortada, oğlum Metin Sabancı!’ Bir de benim anılarım var Sabancı ile. Bir tanesini anlatayım. Olay 90’lı yıllarda Yeniköy’deki Sabancı Korusu’nda Şamsa’da geçiyor. Şamsa bugünün Laila’sının (ki o zaman Alarko’nun Pasha’sıydı), Renia’sının ve birçok mekánın babasıydı. Celal Çapa’nın Şamsa’sına girmek, eğlenmek cidden önemliydi. Herkes birbirini tanırdı. Kaliteli bir mekándı. Bu koru Sabancı’lara ait çok yaşlı ağaçların bulunduğu ve içinde mütevazı bir köşkün yer aldığı Sakıp Bey’in annesinin yazları yaşadığı muhteşem bir araziydi. Anne vefat edince yıllarca boş kalmış ve Celal Çapa burayı kiralayıp dünyada eşi benzeri olmayan bir mekán yaratmıştı. Ve buranın da işletmecisi bendeniz Dodo kuşuydum. Bir gün Sakıp Sabancı gündüz uğrayacağını söyledi. Biz de oradaydık. Celal Çapa ile geldi ve bize neşe getirdi. Espri üstüne espri yapıyordu. Yanında da Amerikalı bir adam vardı. ‘Ne içersiniz’ dedim, ‘Yooo siz yorulmuşsunuzdur ben şimdi size hazırlarım’ dedi ve bara girdi. Kendisi bize sordu ve servis yaptı. Tabii anlatacağım bu değil. Sakıp Bey’in yanındaki Amerikalı bakın kimmiş; doğa bilimcisi. Derken asırlık ağaçları incelemeye başladılar. Ben şoklarda tabii! Profesörümüzün sonucu ürkütücüydü. Bazı ağaçlar yüksek sesli müzikten rahatsız olmuşlardı ve dinlenmeleri gerekiyordu. Çünkü önlerinde çok uzun yıllar vardı. Düşünün, bundan 15 yıl önce Sakıp Sabancı bunlarla uğraşıyorsa, kimbilir 2000’li yıllarda ne faydaları dokundu ve daha dokunacaktı bu yaşlı dünyaya...Acaba yine sünnet mi olsam? Babam gazeteci olduğu için evimize İstanbul’da basılan tüm gazete ve dergiler gelirdi. O kadar gazete içinden Hürriyet’i seçerdim. Köşesindeki Atatürk ve bayrak beni duygulandırırdı. Hálá da Hürriyet gazetesini okumasam kendimde bir boşluk hissediyorum. (Hayatta hürriyet gibi var mı?)Şimdi düşünüyorum da, Hürriyet gazetesi sevgim sünnetime Erol Simavi’nin bana getirdiği bisikletle daha da artmıştı. Herhalde Erol Simavi ‘Ne hediye istersin’ diye sorduğunda, ‘Arka selesi yüksek, RK 1000’ (nasıl hálá markasını hatırlıyorum inanamıyorum, galiba bu erken bunama başlangıcı) cevabını vermiştim. ‘Ne renk istersin?’ sorusuna pişkin pişkin ‘Renk renk’ cevabını vermiştim.Sünnet günü 18 Ağustos akşamı kimi karadan, kimileri de tekne ile geliyordu. (Tabii aklınıza acaba Laila’da mı sünnet oldu sorusu gelebilir) Tabii ki değil. Yeşilköy Çınar Hotel’de. Erol Bey tekne ile geldi ve her renginden bisiklet getirmişti. Benim ruh halimi tahmin edersiniz. O devirde yabancı malların Türkiye’ye girmesi yasaktı. Çok lüks sayılırdı, bisiklet, viski, blue-jean, ketçap bile yoktu. Pilavcı Pasajı’ndan alınırdı bu tür kaçak mallar.Neyse konu bisikletti. Onları görünce çok sevinmiştim. Kısacası Hürriyet sevgim beni mahçup etmemişti. Acaba yine sünnet mi olsam? Bu sefer de renk renk Mini Cooper’lar istesem ama kimden? Sonra kesildiğinle kalmasın!!! MUTLAKA DENEYİNSıkılaştırıcı maskeYarım salatalık1 adet domates1 bardak yoğurtİyice karıştırın.Yüze ve boyna sürün.15 dakika bekletin.l Haftada bir yapın. Bir fal bakmışım ki... Haftasonu evimde yemek daveti verdim. Hazır Paris’te yaşayan Mine Kırıkkanat ve siyah-beyaz fotoğraf sanatçısı Daniel Colagrossi İstanbul’a gelmişken... Çünkü kutlamamız gereken olaylar vardı. Mart’ın başında Mine Kırıkkanat’a, evimde bir fal bakmıştım. Üç (kutlanması imkánsız olan) olayı bilmiştim ve kutlanacağını söylemiştim, inandıramamıştım. Ama Paris’teki olaylar dediğim gibi çıktı ve kutladık. Onlara Türk mutfağı yapmıştım. Daniel hep merak ederdi benim yemeklerimi, cumartesi akşamı da o bize İtalyan yemekleri yaptı. Mine’nin evinde o gece gazeteci Yazgülü (Aldoğan) ve muhteşem kadın Donatella (Piatti) ve 3 arkadaşı daha vardı. Çok yazdım mürekkeplerim bitecek. Sonra haftaya yazamayacağım. Kelebek’te yazmak bana inanılmaz bir mutluluk verdi. Evimizde gazete yere düşer ve yanlışlıkla üstüne basarsak babamın tepkisi şu olurdu: ‘Orada kaç kişinin alın teri var biliyor musunuz?’ Sizi seviyorum, siz de insanları ve tüm canlıları sevin.Moda size uysunArtık markaların arkasına saklanmayın. Yoksa bu duruma düşersiniz. Ön plana, giydiklerinizle değil kişiliğinizle çıkın. Parayla herkes, her şeyi satın alır. Siz modaya uymayın, moda size uysun.
Yazarın Tüm Yazıları