Para kokan marina

Yalıkavak Palmarina çirkin olmak bir yana gösterişli, yağ dök yala misali pırıl pırıl, ışıl ışıl ve devasa... Ancak dünya marinalarının aksine, daha Dubai stili “Monte Carlo’da bile böylesi yok.” Yeni açılan Yalıkavak Marina için kuzey yarımkürenin hemen tüm marinalarını görmüş, hemen hepsinde uzun süre yaşamış denizci arkadaşımın yargısı böyle.

Haberin Devamı

Monte Carlo derken sesine sinen istihzayı fark etmesem “Beğendi” diyeceğim. Ama son sözünü söylemediğini bilecek kadar uzun süredir tanıyorum onu...  Rıhtımı dolduran kalabalığı yara yara birkaç adım daha attıktan sonra nihai kararını bildiriyor: “Tam Dubailik olmuş burası” diyor. Nokta.
Bitti… Sevmedi.
Ben onun kadar kestirip atmacı değilim. İki yıl önce Mübariz Mansimov tarafından satın alındıktan sonra baştan ayağa yıkılıp Mimar Emre Arolat’a yaptırılan Yalıkavak Palmarina kim ne dersin çirkin bir marina değil. Çirkin olmak bir yana gösterişli, cafcaflı, yağ dök yala misali mis, pırıl pırıl, ışıl ışıl ve devasa.. Boy sırasına göre ponktona dizili duran yatlar da öyle. Görücüye çıkmış gibi salınan teknelerin çoğunluğunu ya lüks ötesi motor yatlar ya da direkleri gökyüzüne saplanan teknoloji harikası yelkenliler oluşturuyor..
“Aralarında tek bir klasik gulet ya da triandil var mı acaba?” diye bakınıyorum, göremiyorum.
 “Peki sen nasıl buldun” diye soruyor arkadaşım...
“Bilemedim” diyorum, ortadaki su kanalları, dükkânların cam cepheleri, travertenin serinliği, bu yıl ekildiği için tam serpilmemiş olsalar da bir yıla kalmaz devleşecekleri belli palmiyeler ve egzotik ağaçlarla yapılmış çevre düzenlemesi filan iyi de... “Gene de beni rahatsız eden bir şey var” diye geveliyorum. “Kokusunu sevmemişsindir” diyor arkadaşım, yarım kalan cümlemi tamamlamak istercesine. Anlamadan yüzüne baktığımı görünce   “Canım marina dediğin iyot kokar, yosun kokar, hangi denizle kucaklaşmışsa o denizin tadı kokar, oysa burası para kokuyor.” Dubai benzetmesinin nedeni belli oldu...
Bizimki yatları gösteriyor ve “İçlerinde  sence teknesiyle bütünleşmiş bir yat sahibi var mıdır ?” diye soruyor. ‘Yat sahibi’ derken ağzının sol köşesine müstehzi bir gülücük iliştirmeyi ihmal etmeden...
“Teknesiyle yatan kalkan, dünya denizlerine yelken açan ya da açacağı günlerin hayaliyle yaşayan bir denizci var mı diye mi soruyorsun? Yani uzun saçlı,kayış derili, soluk şortlu bir dünya vatandaşı?”
“Evet” diyor.
“Belki vardır” diyorum.
“Ben milyon dolarlık yüzlerce teknenin olup da tek denizcinin olmadığı yere marina değil boat show derim” diyor.
Hoppa..
“Servet düşmanlığı yapma” diyecekken söylediğim şeyin saçmalığını fark ediyorum.. İkimiz de kahkahayı basıyoruz.

Haberin Devamı

GEZİ SİNEN YAZ

Haberin Devamı

Çıkışa doğru seğirtiyoruz. Ortalık kalabalık. Çocuklu ailelerin büyük çoğunluğu gezinip, seyretmeye gelmiş gibiler. Yerli yazlıkçılar kadar yabancılar da var, çoğunluğu sanki Ruslar oluşturuyor. Zaten büyük markaların şık ve ferah dükkânlarından alışveriş yapan müşteriler de onlar. Cipriani ve Billionnaire dışında (onlar mal sahibinin) yeme içme mekânlarının büyük bölümü Ferit Şahenk’in...Ve yılın bu mevsimi için hayli boş. Mezzaluna’da iki, Nusret’de birkaç dolu masa var..
“Burası Ege, günler uzun, saat daha yemeği vurmamıştır” diye düşünüyorum. Ama Ramazana ramak kala buraları dolar taşardı” diye geçiyor içimden. Sonra Naim Dilmener’in attığı bir tweet düşüyor aklıma: “Gezi sinen yaz” diye başlayan... Bir kafedeki boş tabureleri gösterip “Gezi etkisi” diyorum.  “Ben de tam onu soracaktım” diye lafa atlıyor... Neyse, gece uzun, gece lafa gebe.

Yazarın Tüm Yazıları