İstanbul gaflet uykusundan uyan

Avrupa Kültür Başkenti İstanbul resmen uyuyorsun! Elinde öyle bir malzeme var ve sen onu öyle kenara köşeye tıkıştırmışsın ki buna aymazlık mı denir, basiretsizlik mi bilmiyorum

Haberin Devamı

Hadi iyi niyetle niyetini okuyayım: Unuttun sen onu.
Elinde dünyanın en değerli eserlerinden birini tuttuğunu, Kültür Başkenti tanıtımları için harcadığın paranın onda birini harcayarak bu müthiş eseri pazarlayabileceğini unuttun.
Divan-ı Lügati’t Türk nedir?
Kaşgarlı Mahmut’un meşhur eseri.
Hani ortaokulda bize Türklüğün tarihi anlatılırken referans gösterilen 11’inci yüzyıldan kalma elyazması kitap.
İslamiyet’i kabul eden ilk Türklerden Oğuzların 24 boyunun isimleri ve simgeleri var içinde.
Dünyada tek nüshadır bu kitap ve gerçek anlamıyla pahalar üstüdür.
Hakikaten eşsiz olduğu için değeri şudur denemiyor, sigortalanamıyor bile.
Peki nerede bu kitap?
İstanbul’da!
Fatih’te Macar Kardeşler Caddesi üstündeki Millet Kütüphanesi’nde.
Hangi Kültür Başkenti afişinde veya tanıtımında bu bilgiye rastladınız?
TÜRK OLMAK NEDİR
Millet Kütüphanesi’nin kapısında bir liste var, içeri girerken adınızı ve mesleğinizi yazıyorsunuz. Baktım benden önce 15 kişi gelmiş. Hepsi akademisyen.
Hiç turist gelmez mi buraya? Yok.
Peki nerede şu meşhur Divan-ı Lügati’t Türk?
Soldaki küçük odada.
Kütüphanenin iyi niyetli, tek güvenlik görevlisi ışığı açtı da küçük cam bir küpün içine tek sayfası açık şekilde konulmuş meşhur eseri gözlerim seçebildi.
Paha biçilemeyen böyle bir kitap Londra’daki British Museum’un, St. Petersburg’daki Hermitage’ın ya da New York’taki Metropolitan Müzesi’nin elinde olsaydı nasıl sergilenirdi?
Türk olmak nedir diye arada bir soruyoruz ya kendimize...
Tartışıyoruz ya bazen, bizi birleştiren dil midir, kan mıdır, din midir diye...
Türklükle ilgili bu en temel elyazması kitabın kötü havalandırılmış, yetersiz ışıklandırılmış, korunaksız, güvensiz durumuna, içimi titreten hal-i pür melaline bakarken kendime göre bir cevap daha buluyorum:
Türk olmak elindekinin kıymetini bilmemektir.
Türk olmak değerlerini iyi pazarlayamamaktır.
Türk olmak sonsuz bir gaflet uykusundan bir türlü uyanmamaktır.
Ne diyeyim, Allah rahatlık versin Kültür Başkenti!

Haberin Devamı

MASALCI TEYZE CİNSEL AYRIMCILIĞA MI UĞRADI

Radyoda kendi yazdığı masalları anlatıyordu bir zamanlar. O yüzden Müzeyyen Yılmaz’ı ‘Masalcı Teyze’ olarak bilenler vardır. Bilinmeyen, Masalcı Teyze’nin aslında cinayetlere meraklı olması. 4-5 yıl önce ‘Kod Adı Ceyda’ başlıklı bir polisiye roman yazdı. Bu roman beş ciltlik maceranın ilk bölümüydü ve neredeyse hiç satmadı. Sonradan kapanan Bir Harf Yayınevi, sebep olarak Müzeyyen Hanım’a “E çünkü kadınsınız, hikaye de bir kadın üstüne kurulmuş” demiş o yıllarda. Hayda!
Müzeyyen Hanım beş ciltlik polisiyesini birkaç ay önce Hiperlink Yayınları’na götürdü. Hikayeyi çok sevdiler, yalnız küçük bir sorun vardı ama düzeltilebilirdi...
Romanın ana karakterinin kabına sığmayan genç bir kadın komiser olması iyi güzeldi de polisiye roman yazarlarının çoğu erkekti, polis teşkilatının çoğu erkekti, en önemlisi polisiye okurlarının çoğu erkekti.
Kural tanımayan genç bir kadının cinayet masasında oturup her şeyi adım adım çözmesi erkek zihniyete ters düşüyordu.
Müzeyyen Hanım’a önce, gelin adınızı saklayalım, M. Yılmaz yapalım ki bu romanı yazanın bir kadın olduğu anlaşılmasın dediler.
Yılmaz kabul etmedi. Sonra romanın adını ‘Kod Adı Ceyda’dan ‘Fırtına’ya çevirelim ki ana karakterin bir kadın olduğu anlaşılmasın dediler.
Yılmaz bunu kabul etti. Roman birkaç gün sonra ‘Fırtına’ adıyla piyasaya çıkıyor, hikayenin kalan dört cildi de ‘Tufan’, ‘Kasırga’, ‘Girdap’ ve ‘Hortum’ başlıklarıyla.
Bunun iş hayatında kadınların inceden inceye karşılaştığı travmatik cinsel ayrımcılığa iyi bir örnek olmasını geçiyorum... Çünkü üstüne söylenecek laf yok.
Peki bu devirde kadını saklamak iyi bir satış stratejisi mi onu düşünelim:
İsveçli yazar Stieg Larsson’un ‘Ejderha Dövmeli Kız’ ve ‘Ateşle Oynayan Kız’ adlı polisiye romanlarının dünyanın her yerinde yok satmasını, evrensel bir fenomene dönüşmesini neye bağlıyorlar biliyor musunuz?
Larsson’un polisiye gibi erkeklere özgü varsayılan edebi janr’ı dişileştirmesine.
Aklı Sherlock Holmes gibi çalışan, Lara Croft gibi dövüşebilen, dövmeli, piercingli Lisbeth Salander adlı kadını ana karakter yapmasına.
Kitabın isminde ve kapağında onu kullanmasına.
Kadını saklamayacaksın, dişilikten korkmayacaksın.
Bunu bilir, bunu söylerim.

Yazarın Tüm Yazıları