Amisos’tan Samsun’a

Geçen hafta rotamı Akdeniz’den Karadeniz’e çevirdim. Samsun’da hem geçmişin izini sürdüm, hem bugünün görüntüleri arasında dolaştım. Bu arada yemeklerin tadına bakmayı da ihmal etmedim. Yazımda kuzey kıyılarındaki gezintimi sizinle paylaşacağım.

Bu sefer kuzeydeydim. Akdeniz’in turkuvaz şıkırtısından sonra Karadeniz’in koyu lacivert sularının üstünde oynaşan beyaz yanaklı dalgaları seyrettim. Açıklarda korkutan, öfkesini kıyıdaki kayalardan salya köpük çıkartan kuzucuklardı onlar. Ben Karadeniz’i seyrederken avlanma yasağı sona ermişti. Onun için tekneleri, nafaka peşinde süzülürken izledim. Ağlarını yusyuvarlak çevirmiş, ha patladı ha patlayacak fırtınanın griliğinde bekleşiyorlardı. Çığlık çığlığa pike yapan martılara bakılırsa ağlarda kısmet boldu. Karadeniz ile balıkçı teknelerinin birbirlerine ne kadar da yakıştıklarını düşündüm. Tıpkı balıkçı kayıklarının Boğaz’a yakıştığı gibi.

Kayıkları görünce aklıma nasıl lüfer, sarıkanat, çingene palamudu, istavrit, kıraça üşüşüyorsa, Karadeniz’in dev tekneleri de nedense hep hamsiyi çağrıştırıyordu. Halbuki o ağların, Boğaz’a doğru göç hazırlığı yapan çingene palamutlarını, lüferleri, uskumruları çevirdiğini çok iyi biliyordum. Ama yine de beynimdeki fotoğrafta ağlar dolusu hamsi görüntüsü vardı hep.

Haksız da değildim. Karadeniz deyince herkesin aklına hamsi düşmez miydi? Koca denizin küçük kutsal balığıydı o!..

BİR KENTİN GEÇMİŞİ

Samsun’a gidiyordum. Karadeniz’in tam ortasındaki kente. Yıllar önce yine yolum düşmüştü buralara. Neden gelmiştim, nereleri görmüştüm, ne yiyip içmiştim? Hiçbirinin yanıtını net olarak hatırlamıyordum. Bölük pörçük görüntüler gelip gidiyordu aklıma. Tek net görüntü, sahildeki Bandırma Vapuru’ydu.

Zaten bir kentten geriye insanın aklında ne kalırdı ki? Bir köprü, birkaç tarihi eser, han hamam, çirkin evler, gökdelenler, dar sokaklar, kalabalıklar, lokantalar, belki de birkaç kap lezzetli yemek!.. Bir kentin sadece bugününde gezinip durmak çok keyiflendirmiyordu beni.

İşte Samsun... Kentin kılcallarına dalmadan önce, her yerin kuşbakışı göründüğü Toptepe’den etrafı seyrettim. Aşağıda sanayi mahallesinin derme çatma çatıları görünüyordu. Sonra da evler. Apartmanlar tepelere tırmanmaya başlamıştı. Sahil kıvrım kıvrım Karadeniz’le kol kola gidiyordu.

Limanda bandırasını göremediğim koca bir gemi vardı. Tepeden indim, kentin yüreğinde dolaşmaya başladım. İlk anımsadığım tarihi belediye binası oldu. Atatürk’ün Samsun’la ilgili izlenimlerini o binanın duvarında okumuştum çünkü: "Ben Samsun’u ve Samsun halkını gördüğüm zaman memlekete ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararlarımın yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve durumlarında gördüğüm, gözlerinden okuduğum vatan severlik, fedakarlık, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca götürmeye yeterli olmuştu."

SAMSUN AMİSOS’KEN

Ben kentlerin bugünkü görüntülerini anlatmakta hep beceriksiz oldum nedense. Kalabalıklar bildiğim kalabalıklardı. Herhangi bir mimari kaygı duyulmadan yapılmış binaları sadece eleştirebilirdim. Belki biraz arka sokaklar için birkaç cümle kurabilirdim. O cümlelerde de ağırlık, geçmişe övgü, geçmişin nasıl kaybolduğu olurdu. Bence bir kenti anlatmaya geçmişinden başlanmalıydı. Belki de taa doğuşundan. Bu uzun yolculuk insanın kenti tanımasına, sevmesine, saygı duymasına yardımcı oluyordu.

Örneğin Samsun. Gezintiye adının Amisos olduğu günlerden başlasaydık neler görürdük acaba? Önce iki muhteşem ırmağın, Kızılırmak ile Yeşilırmak nehirlerinin deltasındaki bereketli topraklar üstünde köy iricesi bir yerleşim gözümüze çarpardı. O dönemde Kızılırmak’ın adı Halys Nehri idi ve Paflagonya ile Pontus arasındaki sınırı oluşturuyordu. Yeşilırmak ise İris diye anılıyordu. Bu yeşillikler arasındaki kenti İ.Ö 564’te Miletos ve Foça’dan gelen İyonyalıların kurduğu rivayet ediliyordu.

Burası antik dönemde refahın doruğunda yaşıyordu ve her yer tapınaklar ve görkemli yapılarla bezenmişti. İ.Ö 71’de buralarda olsaydık, Amisos’un üstündeki koyu dumanları görür, kılıç sesleri ve çığlıkları duyup dehşete düşerdik mutlaka. Çünkü Roma ordusu o sırada tüm kenti yakıp yıkıyor, taş taş üstünde bırakmıyordu. İmparator Lucullus, bir antik Yunan kentini yıkmış olmanın pişmanlığını duyduğunda iş işten çoktan geçmişti. Vicdan azabını dindirmek için kenti yeniden inşa ettirdi, evsizlere ev verdi ama Amisos artık eski görüntüsüne kavuşamadı.

REFAH TRENLE GELDİ

1194 yılına gelindiğinde kentin sokaklarında dolaşsaydık Selçukluların nal seslerini duyardık. Sonra Trabzon Komnenos hanedanı, İlhanlı Moğolları, İsfenderiyaroğullarını, 1425’te de Osmanlı yeniçerilerinin sökün ettiğini görürdük. Kente son darbenin işte bu sırada vurulduğuna şahit olup kahrolurduk.

Çünkü Osmanlı’dan korkan Cenevizlilerin kendilerine ait yerleri ateşe verip denize açıldıklarını seyretmek bizi dehşete düşürürdü. Kentin harabeye dönüşmesi ve Osmanlı döneminin büyük bir bölümünde köhne bir görünüm sergilemesi canımızı sıkardı. Fazla uzaklara değil 1860 yılında buraya gelseydik, kıyıda, biri Türklerin diğeri de Rumların yaşadığı iki köyden oluşan, toplam nüfusu 5 bin civarında küçük bir yerleşim görürdük. İşte burası Samsun’du. Kentin kaderini İstanbul-Bağdat demiryoluna bağlanan tren yolu değiştirmişti. Tütün ihracatı başlamış, nüfus artmış, 1910’da burayı kendine yurt edinenlerin sayısı 40 bini bulmuştu.

Atatürk, 19 Mayıs 1919’da gelip, Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemeye başladığında Samsun’da olsaydık, kentin öneminin iyice artığına şahit olurduk. Eğer bu uzun yolculuğu yapmadan kentin sokaklarını gezersek, karşımıza çıkan Samsun’un pek bir şey ifade etmediğini görürüz. Ama geçmişin içinden geçip gelirsek, başka türlü bakıp, başka şeyler görürüz. İşte gerçek Samsun o zaman karşımıza çıkıverir. Sevdiğimiz, saydığımız bir Samsun.

DENİZLE KUCAKLAŞMA

İkinci Samsun gezimde beni en çok sahil etkiledi. İlk gelişimde kent, çirkin binalarla kaplı liman ve demiryolu yüzünden denize hasret kalmıştı. Şimdi Samsunlular Karadeniz’le yeniden buluşup, hasret gideriyorlardı. Sahilde, kilometrelerce uzanan gezinti yolu, spor alanları, parklar, çay bahçeleri, balıklara olta sallayanlar, bisiklete binenler, yürüyenler, koşanlar, gençler, yaşlılar yani tüm Samsunlular, kentin yeni görüntüsünün keyfini çıkarıyordu.

Bugünkü Samsun’u gezerken sizi etkileyen yine geçmişten kalan miraslar olacaktır. Örneğin Reji Caddesi, Fransızların yaptığı Reji Sigara Fabrikası, 1890 yıllarda tütün tüccarlarını ağırlayan Polihron Oteli’nin Kültür Müdürlüğü’ne dönüştürülen muhteşem binası, Gazi Müzesi olan Mantika Palas Oteli, Tekel Başmüdürlük Binası, Samsun’un bir zamanlar ne kadar etkileyici bir kent olduğunun kanıtlarından bazılarıydı.

Sabahları Türkçe, öğleden sonra ise Fransızca öğretim yapan İstiklal Numune Mektebi de kentin tarihinde önemli bir bölüm oluşturuyordu. Atatürk, 22 Eylül 1924’te bu okulda onuruna düzenlenen çay partisine katılmış ve belleklere kazınan şu sözleri söylemişti: "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir, fendir. İlim ve fenin dışında rehber aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır."

Bugünün Samsun’u, duvarlarında en çok Atatürk fotoğrafı bulunan, modern, temiz, sıcakkanlı, kendini sevdiren güzel bir Karadeniz kenti. Oradan başlayan sahil yolu, soluna Karadeniz’i alıp Gürcistan sınırına kadar gidiyor. Böylesine güzel bir yolculuğa niyetlenirseniz, Samsun’a bir iki gününüzü ayırmayı ihmal etmeyin.

Samsun’un lezzet durakları

Samsun’a yolunuz düşerse önereceğim restoranlarda lezzetli yemek yiyebilirsiniz. Bunlardan biri, Belediye Meydanı’ndaki OSKAR Restoran (362-4312040). Restoranın bulunduğu yerde eskiden

altında kahve olan bir otel bulunuyormuş. Samsun’a alışverişe gelenler bu kahvede buluşur, geceyi de bu otelde geçirirmiş. Restoran yarım asırdan beri gerek Samsunlulara gerekse Samsun’u ziyaret edenlere çok lezzetli yemekler sunuyor. Mönüsü Türk mutfağı ağırlıklı. Karadeniz yöresine ait tüm tencere yemeklerini bulmak mümkün. Ankara Tava’yı yemenizi öneririm. Damakta unutulmaz tatlar bırakıyor.

Samsun’a gitmişken balık yiyeyim diyorsanız, Balık Hali Müdürlüğü’nün hemen yanındaki FEVZİ’NİN YERİ’ne (362-4451575) gitmeniz gerekir. Baştan aşağı kurutulmuş balıklarla süslenmiş restoranda en taze balıkları bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Meze çeşidi pek fazla değil. Fevzi Güler, mezelerin müşterileri çabuk doyurduğunu, balık yemeğe yer kalmadığını onun için çeşidi az tuttuklarını belirtiyor. İnce mısır ekmeğiyle ev yapımı turşular çok lezzetli. Mevsiminde giderseniz tam 14 saatte pişen kabak tatlısını öneririm.

Samsun yöresinin ünlü pidelerini tatmak isterseniz, Bafra karayolundaki GÜLHAN TESİSLERİ (362-4576464) tam aradığınız adres. Açık ve kapalı pideler gerçekten de damak çatlatan cinsten. Gülhan’ın mönüsü sadece pideyle kısıtlı değil. Tandır, yoğurtlu biftek, yoğurtlu et şiş, sebze yemekleri, çoban kavurma gibi çeşitleri de tadabilirsiniz. Pazar günü yolunuz düşerse rezervasyon yaptırmayı ihmal etmeyin. Çünkü o gün tüm Samsun pide yemeden duramıyor. Yer bulmak zor oluyor.
Yazarın Tüm Yazıları