Altona’dan, çok kültürlü merkez Altınova’ya

Altona’nın bugün asıl özelliği çok kültürlü merkez oluşunda. Her kültürden, her ulustan gelenlerin burada kendilerine özgü barları, lokantaları, dans kulüpleri, tiyatroları, ev döşeme biçimleri, kendilerine göre yaşam üslupları Altona’yı bugün rengarenk kılıyor.

Her ırk, her ulus, kendi yetiştiği gibi yaşıyor. Her ulus kendi adet ve geleneklerini sürdürüyor. Hintilerin ulusal günü de hep birlikte kutlanıyor, Kandil de diğerlerince saygı görüyor. Din, dil, ırk farkı var, ama yok. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Türkler açısından asıl eğlenceli yanı çok başka. Altona’nın Türklere özgü benimseniş biçimi. Türkler, Altona’ya Altınova diyor.

VEBA salgını ve İsveç işgali aynı anda. 1713, Hamburg’un hemen yanı başında yer alan, bugün artık onun bir banliyösü niteliğindeki Altona için kara yıllardan biri. Veba yetmiyor, bir de İsveç işgali. Vebayı önlemek üzere, o yıllarda her yerde olduğu gibi, Altona da, talihsiz kaderinden kendini kurtaramıyor. İsveçliler veba mikrobunu defetmek amacıyla, Altona’da taş üstünde taş bırakmıyor. Bütün evleri yakıyor.

Oysa, ondan 69 yıl önce, Altona 1644’te tarihe iyi bir başlangıç yapıyor. Danimarka Kralı III. Frederik, o tarihte bu küçük kasabaya çok önem veriyor. Hamburg’un hemen denize açılan bu bölgesinde, tüm Avrupa’nın denize açılan limanlarından birini, şirin bir kasabayı inşa etmek üzere kolları sıvıyor. Danimarka egemenliğinde Altona, liman olmasıyla birlikte, herkesin gözünü diktiği ender yerlerden biri haline geliyor.

1664’te aynı kral bu kez, gönderdiği açık bir mektupla Altona’yı armağanlara boğuyor. Altona halkına hak, adalet ve özgürlük bağışlıyor. Altona’yı gözü gibi koruyor.

Limanından kiliselerine, gemiciler için barlarından ve genelevlerinden, okullarına, tiyatro salonlarına, süslü püslü balkonlu evlerine kadar, dönemin en yüksek tekniği kullanılarak, Altona pırıl pırıl bir kasabaya dönüşüyor.

*

GEL gör ki, bulunduğu coğrafya... İsveç’in gözü orada, Fransızların gece gündüz rüyalarını süsleyen kentlerden biri yine Altona. Danimarka kimseye yedirmeye niyetli değil. Eh, Prusya hemen yanı başındaki bu limana sahip olmayacak da kim olacak?.. Rusya’nın iştahı yabana atılır gibi değil.

Altona tam bir savaş alanı. Gelen işgal ediyor, giden yeniden ele geçirmek ateşiyle yanıyor.

Aynı ateşle tutuşan ünlü biri daha var: Napolyon. 1806’da İngilizlere karşı açtığı savaş sonrasında, Napolyon hedefe ulaşıyor. 1810’da Altona artık bir Fransız kasabası.

1867’de Altona günümüze kadar uzanan kimliğine kavuşuyor. Prusya egemenliğine geçiyor. Altona artık Almanya’nın.

Napolyon yapar da, Hitler ondan geri kalır mı?.. Nazi döneminde Altona SA’ların üslerinden biri. Tek tek binalarından limanına kadar tüm kent, nasyonal sosyalist mimari tarzına yenik düşüyor. Avrupa’nın denize açılan küçük ama en ünlü limanlarından biri. Avrupa’nın deniz ticaretinin en canlı olduğu yerlerin başına geliyor.

*

BEN, Altona ile iki kez tanışıyorum. Altona’yı bana ilk tanıştıran Jean Paul Sartre. Lise yıllarında Sartre’ın okuduğum bir tiyatro yapıtı, beni en çok etkileyen kitaplardan biri: Altona Mahkumları.

İkinci Dünya Savaşı sırasında cepheden kaçan bir Nazi subayının öyküsünü anlatıyor Sartre. Subay Altona’da bir evin çatısına saklanıyor. Çok güzel bir kız kardeşi var. Subayla kız kardeşi arasında ensest bir ilişki yaşanıyor. İki kardeş birbirine aşık. Subayın sığındığı çatı katı, iki öz kardeşin yaşadığı ateşli aşkın yuvası.

Altona Mahkumları daha sonra filme alınıyor. Yanılmıyorsam, subayı Maximilian Schell, kız kardeşi Sophia Loren oynuyor. Filmi de izliyorum. Belleğimde canlılığını hálá koruyor.

Altona ile ikinci tanışmam iki hafta önce. Alman seçimleri için Hamburg ve çevresinde tur atarken, aklıma Altona geliyor. Hamburg’a arabayla on beş-yirmi dakika uzaklıkta.

Şimdiki Altona, kendi tarihiyle özdeş gibi. Tarihte arka arkaya yığınla işgal. Bugün ise, o tarihin uzantısı. Çok kültürlü bir merkez.

Hintlisi, Pakistanlısı, Türkü, Arnavutu, Kürdü, İsveçlisi, Danimarkalısı, Almanı, Rusu Altona’yı mesken tutuyor. 250 bin kişiye varan nüfusunda, her altı kişiden biri yabancı. Seçmenlerin yarısı sosyal demokratlara ve Yeşillere, diğer yarısı sağ partilere oy veriyor.

*

AMA, Altona’nın bugün asıl özelliği çok kültürlü merkez oluşunda. Her kültürden, her ulustan gelenlerin burada kendilerine özgü barları, lokantaları, dans kulüpleri, tiyatroları, ev döşeme biçimleri, kendilerine göre yaşam üslupları Altona’yı bugün rengarenk kılıyor. Her ırk, her ulus, kendi yetiştiği gibi yaşıyor. Her ulus kendi adet ve geleneklerini sürdürüyor. Hintilerin ulusal günü de hep birlikte kutlanıyor, Kandil de diğerlerince saygı görüyor. Din, dil, ırk farkı var, ama yok. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor.

Türkler açısından asıl eğlenceli yanı çok başka. Altona’nın Türklere özgü benimseniş biçimi. Türkler, Altona’ya Altınova diyor.

Bu fırsatı kaçırmıyorum. Altınova’da bir kebapçı dükkanı. Halis Adana kebabı, yanında ayran ve acılı ezme. Ayran kısa sürede yerini rakıya bırakıyor. Sohbetin keyfine diyecek yok. Duyan geliyor, ‘Ne olacak bu Türkiye’nin hali’ muhabbeti başlıyor. Birbirinden renkli binbir kişisel öykü, Almanya’da yaşanan maceralar ilk ağızdan.

Altona, pardon Altınova’da sizi rakı içmeye davet ediyorum. Rakıdan fırsat bulursanız, sosyolojik açıdan, çok kültürlü bir merkezin manzarayı umumiyesini incelemeyi ihmal ederseniz, yazık olur. Çok kültürlü bir merkezde yaşamın renklerini kaçırmış olursunuz. Bunu öğrenmek için, en iyi yerlerden biri Altınova.
Yazarın Tüm Yazıları