Almanya temennisi

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Ben Sıraselviler'deki Alman Hastahanesi'nde doğdum. Kardeşim de öyle... Annem çok temiz ve çok titiz birisinden olumlu biçimde söz ederken, hala, hemşirelerin loğusalık bakımına atfen ‘‘schwester gibi’’ tanımını kullanır.

Donanma-ı Hümayün bahriyelisi büyükbabam değer kıstaslarını daima Britanya dretnotlarındaki namlu ölçeklerine göre belirlediği için ‘‘asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl’’ diyerek ölmüş olsa bile, babam yine de Yüksekkaldırım karaborsasından bulabildiği fırçaların, boyaların, füzenlerin, te çetvellerin üzerinde ‘‘Made in Germany’’ ibaresi olmasına itina gösterirdi.

Çocukluğumu seslendiren beş lambalı ‘‘Telefunken’’ radyoyu geçtim, evimize giren ilk buzdolabı ve çamaşır makinası da aynı alamet-i farikayı taşımıştı.

Zaten erişilmez ‘‘hususi’’ otomobilde, henüz yeni zengin damgası yememiş bir ‘‘Mercedes’’in nikelajlı yıldızını parlatmak hayalini kurardık.

En azından mütevazi ‘‘vos-vos’’un Cermen sağlamlığını arzulardık.

* * *

Oysa biz ‘‘Almancı’’ bir aile değildik. Tötonlara özel sempatimiz yoktu.

Tam tersine, Hitler hezimetini Nazi sürgünü Musevi arkadaşlarıyla birlikte Tünel'deki Fischer Birahanesi'nde kutlamış olan babam, Goethe'den Erich Maria Remarque'ye uzanan insancıl edebiyat geleneği dışında Cermenlerden hazetmezdi.

Nitekim, Alman ve Avusturya liseleri sınavlarını da kazanmış olmama rağmen buralara gönderilmedim. Zıt kültürü temsil eden Fransız kolejine yazdırıldım.

Ama ne var ki, yukarıda belirttiğim gibi, ailemizde ve çevremizde Almanya'ya ve Almanlara karşı tedirgin bir hayranlık sezilirdi. Sağlıksızlık kokardı.

Sözkonusu hayranlık manevi planda disiplin ve itaat ahlakının onaylaması; maddi çerçevede de mal ve hizmetteki kalitenin beğebilmesiyle özdeşleşirdi.

Tedirginlik ise o zamanlar henüz açıklayamadığım şeylerden kaynaklanırdı.

* * *

Sonraları farkettim ki, bizim familyamız aslında Türkiye toplumunun kollektif bilinçaltında mevcut olan genel ‘‘Alman algılaması’’nı yansıtıyor.

Bu kollektif bilinçaltının kökenleri de 3. Selim çağrılısı Albay von Goetze'nin topçu mektebinde verdiği hendese derslerine; hiç bozulmayan Krupp lokomotiflerin arşınladığı Bağdat şimendiferlerine; Wilhelm bıyık Enver'in von der Goltz Paşa komutasında Kanal cephesine sürdüğü zabitlere uzanıyor.

Başka bir deyişle, şükür ki gerçek anlamda efendi-köle ilişkisini hiç yaşamamış olan biz Türklerin Cermenlere karşı duyduğu ‘‘tedirgin hayranlık’’ ikileminin arkasında, izafi oranda da olsa, Almanların yine bizlere karşı, böylesine bir ‘‘efendi’’ye en yakın ulus olarak ortaya çıkmış olması yatıyor.

İtiraf etmekte zorlandığımız bir ezilmişlik hissiyatı devreye giriyor.

İki milyon insanımızın ekmek parası kazanmak için halen Federal Cumhuriyet'te yaşaması da bu ezilmişlik hissiyatını muhtaciyet travmasıyla pekiştiriyor.

Bizim Almanya'ya ve Almanlarla olan ilişkimizde, diğer hiçbir Batı devlet ve halkıyla olmadığı oranda aşk-nefret duygusallığı devreye giriyor.

* * *

Ne kadar akılcı yaklaşırsak yaklaşalım, negatif veya pozitif duygusallığın uluslararası ilişkilerdeki payı tamamen bertaraf edilemez. Bu bir vakıa...

Ancak aynı akılcılık, hiç olmazsa sözkonusu duygusallığı asgari ölçeklere indirmeyi gerektiririyor. Devlet ve ülke çıkarları bunu kaçınılmaz kılıyor.

Dileyelim ki, Başbakan Mesut Yılmaz'ın dün başlayan Bonn temasları Türkiye ile Almanya arasındaki duygusallığı en alt seviyeye çekebilsin.

Dileyelim ki tarafların kollektif bilinçaltı psikanaliz terapisinden geçsin ve ilişkilerimizi artık aşk-nefret fırtınaları belirlemesin.

Yazarın Tüm Yazıları