Alkış...

DAHA filmin başında ‘‘oğlan’’ gözükür gözükmez seyirci basardı alkışı. Hele düşmanı yenip de kızı aldığında...

Bilmiyorum, sinemaya gidip filmdeki oğlanı alkışlayan yeryüzünde başka bir kültür var mıydı, yok muydu?

Politikada alkış ise her zaman vazgeçilmezdi.

Kendisini durmadan alkışlayan ama oy vermeyen seçmene kızan politikacı, ‘‘Beni alkışlıyorsunuz, gidip oyları başkasına veriyorsunuz’’ diye kızdığında...

Kalabalık basmıştı alkışı...

*

Sözlüğe göre alkış:

‘‘İki elin iç kısmını birbirine vurarak çıkartılan ve coşku ifade eden ses.’’

O zaman en kolay ses çıkarma şekli bu.

Misal; biyolojik olarak alkış için kollardaki kasların çalışması yeterli gelirken, ağızdan çıkartılacak ses beynin çalışmasını gerektirir ki, bu zor iştir.

Onun için alkış kolay.

Avuç içlerini birbirine vuracaksınız, o kadar... Başkaca bir yerin çalışması gerekmiyor.

Parlamento tarihi, milletvekili olup da sadece alkış sesi çıkarıp başkaca hiç ses çıkarmadan gidenlerle dolu.

Alkışlama, zamanla alışkanlık da yaratır.

Bulaşıcıdır.

Ki gazeteciliğimin ilk yıllarında, eve misafir geldiğinde muhterem eşim her zaman kulağıma eğilip uyarmıştı:

‘‘Misafirler konuştukça alkışlamaktan vazgeçmelisin...’’

‘‘.......!’’

‘‘Alkışlarken ayağa kalkman da hiç hoş değil...’’

*

Elbette alkışın yeri ve zamanı olmalı.

Diyelim ki daha dün CHP'liler Cumhurbaşkanı Sezer'in konuşmasının bir yarısını, AKP'liler öbür yarısını alkışladılar.

Oysa biz medya olarak yarım yarım yerine, kim gelirse bütününü alkışlarız.

Halkımız ise hem geleni, hem gideni...

Bakın gazetelerde-televizyonlarda ‘‘Başbakan her yerde alkışlanıyor’’ haberleri var.

Alkışlanmaz mı?..

Kömür veriyor alkış, belki turşu verir alkış...

Tony Curtis gözüktüğünde az mı alkışladık biz?..
Yazarın Tüm Yazıları