AİHM’de 60 yılda nereye geldik?

Geçen salı günü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yürürlüğe girişinin 60’ıncı yıldönümüydü.

Haberin Devamı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Lüksemburglu Başkanı Dean Spielman, yaptığı açıklamada 3 Eylül 1953’te “demokratik Avrupa’nın temelini oluşturduğu” düşüncesiyle yola çıkıldığını belirterek, “Altmış yıl geçtikten sonra da bu yolda devam ediyoruz” dedi.
Sözleşme, kurduğu AİHM mekanizması üzerinden vatandaşların kendi devletlerini şikâyet edebilmelerini mümkün kılarak yalnızca Avrupa’nın değil insanlığın bugüne dek geliştirdiği en ileri uluslararası hak arama sistemini temsil ediyor.
Türkiye AİHS’yi yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra 1954’te onayladı. Ancak vatandaşlarının sözleşmenin tanıdığı en önemli imkan olan bireysel başvuru hakkından yararlanabilmelerinin kapısı ancak rahmetli Turgut Özal’ın 1987’de attığı tarihi adımla açılabildi.
Sözleşme’nin 60’ıncı yıldönümünün kutlandığı geçen salı günü, AİHM de rutin bir şekilde önüne gelen şikâyetlerin bir bölümü daha sonuçlandırdı, web sitesinde aldığı en son 9 kararı açıkladı. İlginçtir ki, bu dokuz karardan altısı Türkiye’den gelen başvuruları konu alıyordu. Ve artık şaşırtıcı olmayan bir şekilde her birinde de en az bir kez “ihlal” verilmiş, yani Türkiye mahkûm edilmişti.

***

Bu kararları başlıklar halinde şöyle aktarabiliriz:

Meydin Athan, 2006’da PKK üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra poliste işkence gördüğü şikâyetiyle Türkiye’yi AİHM’de dava etmiş. AİHM kötü muameleden ihlal vermemekle birlikte, vatandaşın şikâyeti ilgili makamlarca etkin bir şekilde soruşturulmadığı için Türkiye’yi mahkûm etti.

Şadır Çadıroğlu, Van’da seyyar sokak satıcısı olarak gözlük satarak hayatını kazanmaya çalışıyordu. 1999 yılında iki polisin sokak satıcılarını kovalaması sırasında hayatını kaybetti. 16 yaşındaydı. Ailesi, polisin vurması soncu düşerek öldüğünü ileri sürerek AİHM’ye başvurdu. Mahkeme, Çadıroğlu’nun ölümü etkin bir şekilde soruşturulmadığı için Türkiye’ye ihlal verdi.

Halil Durdu: Silahlı Kuvvetler’de uzman çavuş olarak görev yaparken Ekim 2008’de ölü olarak bulundu. Hazırlanan resmi raporun silahın “orta menzilden” ateşlendiğine işaret etmesine karşılık, askeri savcılık olayın intihar olduğuna hükmederek dosyayı kapattı. Ailenin başvurusu üzerine AİHM bu olayda devletin Durdu’nun ölüm nedenini etkin bir şekilde soruşturmadığına hükmetti.

Nihat Konak: TKP/ML-TİKKO yöneticisi olmak suçlamasıyla yargılandığı davada 2004 yılında mahkûm oldu. Konak, 1998’de gözaltına alındığı sırada avukatıyla görüşmesine izin verilmediği için savunma hakkının kısıtlandığını belirterek AİHM’ye başvurdu. AİHM, Konak’ın savunma hakkının kısıtlandığına kanaat getirerek Türkiye’ye ihlal verdi.

Gülizar Tuncer Güneş: 2005 yılında evlendikten sonra kızlık soyadını korumak için yaptığı başvuru mahkeme tarafından reddedildi. Bunun üzerine AİHM’ye gitti. Mahkeme, AİHS’nin özel hayat ve aile hayatına ilişkin sekizinci maddesiyle bağlantılı olarak ayrımcılığın yasaklanmasına ilişkin 14’üncü maddesinden ihlal verdi.

Ümit Bilgiç: 2003 yılında Adana’da zorla akıl hastanesine kapatıldığı ve ayrıca mahkemeye hakaret ettiği iddiasıyla hakkında açılan davada haklarının çiğnendiğini belirterek AİHM’ye başvurdu. AİHM, şikâyet sahibini haklı buldu, hastaneye kapatma kararının yasal dayanağının olmadığına, ayrıca ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti.

***

AİHM’nin bir gün içinde 6 ihlal vermesi Türkiye’nin mahkemedeki olumsuz sicilini teyit eden rutin bir durumdur aslında. 60’ıncı yıldönümü kutlanan sözleşmeyi geçen süre içinde en çok hangi ülke ihlal etti diye baktığımızda, Türkiye’nin 2012 sonuna kadar verilen yaklaşık 16 bin karar içinde 2 bin 521 ihlal kararıyla Avrupa birincisi olduğunu görüyoruz.
Bir günde çıkan altı ihlalden üçünün etkin soruşturma yapılmadığı için verilmesi, meselenin en düşündürücü boyutudur. Bir başka anlatımla, sorun yalnızca vatandaşın hak ihlaline uğraması -örneğin polis tarafından dövülmesi- ile sınırlı değildir. Sorunun bir bu kadar ciddi olan boyutu, devletin bu hak ihlalini etkin bir şekilde soruşturmaması, sorumluları adaletin önüne çıkarmak için yeterince çaba sarf etmemesidir.
Şu tesadüfe bakın ki, 3 Eylül günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Uluslararası Kamu Denetçiliği Konferansı’nda yaptığı konuşmada, devlet-vatandaş ilişkilerini yeni bir temel üzerinden inşa ettiklerini belirterek, “Türkiye’de artık devlet vatandaşına tepeden bakan, kibirle bakan ceberut bir devlet değil, vatandaşının hizmetkârı bir devlettir” diye konuşmuştur.
Ne yazık ki AİHM’den çıkmaya devam eden ihlal kararları, Başbakan’ın bu gibi açıklamalarının kubbede hoş bir seda olarak çınlamakla kaldığını gösteriyor.

Yazarın Tüm Yazıları