Adresi yanlış vereceğimi biliyordum

BİR şeyde yanlış yapmayayım diye aşırı dikkat edince o şey mutlaka ama mutlaka sonunda neden yanlış olur acaba?

Ben eminim ki bu konuda kafa yormuş filozoflar da vardır.

Bildiğiniz isim veya metin varsa bu konuya değinen, lütfen bana bir e-mail atın.

Evet, dün iki internet adresi verdim yazımda.

Ama bir yanlışlık olmasın diye çok titizlendim ve gayet tabii ki ikisini birden yanlış yazmayı başardım.

Sitelerin doğru adresi şöyle olmalıydı:

http://groups. yahoo.com/group/ maddi-tarih

http://groups.yahoo.com/group/tunel-heidegger

Miyop ve aşırı astigmattan sonra bende yıldırım hızıyla ilerleyen hipermetrop da başladı, haberiniz olsun.

* * *

Nietzsche, düşünmeye başladığı ilk dönemde Schopenhauer'a hayrandı.

Hayata son derece kötümser bakıyordu aynen onun gibi.

Sonra bir gün arkadaşlarının davetini kabul etti ve İtalya'ya gitti.

Yaşama tüm bakışı iki gün içinde değişti.

Orta Avrupa'nın o insanı basan ve her insanı kendi çapında bir Kafka'ya dönüştüren griliğinden kurtulduğu an içi ferahladı adamcağızın.

İtalya'da sağlıklı yemeğe başladı, gülen, eğlenen insanlarla birlikte oldu.

Ve ülkesine döner dönmez de hayatın güçlüklerinin, darbelerinin insanı mutluluktan alıkoymayacağını, bilakis bunların mutluluğa giden yolda zorunlu kilometre taşları olduğunu anlatan yazılar yazmaya başladı.

Demek istediğim şu ki İtalya'yı, güneşi göremeden yazı yazmaya girişmeseydi aklınıza gelen en büyük filozoflardan bazıları, o zaman şimdi bizim elimizde şu anki darbeleri daha sağlam karşılamamıza yarayacak kitapların sayısı da daha fazla olurdu.

* * *

Filozofların hayatlarını mutlaka okumak gerek. Okuyunca yaşamları, içinize büyük bir rahatlama geliyor.

Almanların meşhur ‘‘schadenfreude’’si bu. Biliyorsunuz değil mi, başkalarının başına gelen felaketlerden mutluluk duymak hissini tek kelimeyle ifade edebilen tek ulustur Almanlar. Başka hiçbir dilde bu hissi tek kelimeyle ifade edemezsiniz.

O dev eserleri yazan insanların yaşamlarında son derece basit, sıradan ve bunalımlı olduklarını görmek iyi oluyor açıkçası. Biraz olsun insanın içini rahatlatıyor bu, ne olmuş yani onlar bile öyle şeyler yaşadıktan sonra ben bugün olanları haydi haydi aşarım diyorsunuz içinizden.

Örneğin alın Schopenhauer'ı. Dört-beş yaşından itibaren o somurtur otururmuş evinde. Ölünceye kadar da öyle oturdu zaten.

O yaşta bile neden kötümser olduğunu ben onun anne ve babasının resimlerini görünce anladım sonunda.

Siz görmeyin o resimleri ne olur, böylesine bir çirkinlik olamaz yani!

Çocukçağız onları her gün evde göre göre depresyona girmiş olmalı.

Yani tabii ki onun bütün felsefesini anne ve babasından duymuş olduğu hayal kırıklığına da bağlamak istemiyorum.

Kadınlarla da önemli problemler yaşadı Schopenhauer. Hemen bütün filozoflarda aynı sorun var zaten ve cinsel problemler olmasaydı o büyük metinler de ortaya çıkmazdı bence.

Örneğin Schopenhauer, aşk, evlilik, kadınlar ve cinsellik üzerine fikirlerini şu olayı yaşamamış olsaydı katiyen yazamazdı:

Flora Weis adlı 17 yaşındaki bir kızı çok beğenir filozof. 43 yaşındadır ve hemen onunla evlilik hayalleri kurmaya başlar. Nehirde bir sandal gezisinde cesaretini toplayıp, kızın yanına yaklaşır ve gülümseyerek ona bir demet üzüm uzatır.

Kızın bu jest karşısındaki düşüncelerini hatıra defterine yazdıklarından okuyalım (aktaran Alain de Botton, Consolations of Philosophy s. 177):

‘‘Onları istemiyordum. Yaşlı Schopenhauer'ın eli değmiş olduğu için üzümlere onlardan tiksinmiştim. Ve bu nedenle o üzümleri verince ben de ellerimi arkaya kavuşturup onları gölün içine yavaşça bıraktım.’’

Schopenhauer'
ın kadınlarla ilişkisi genelde böyleydi ve o olaydan sonra da şehri terk etti.

(Yarın: Nietzsche bugün Türkiye'de yaşayıp da ekonomik krizden darbe yeseydi büyük ihtimalle bunu hissetmezdi, çünkü kendi yaşadığı dönemde daha büyük darbeler yedi.)
Yazarın Tüm Yazıları