Adım gibi eminim: Her dem Sezen... O kadar

3 Mart 2005 / İstanbul:

Ben şu sigara meselesini hakikaten kapattım galiba.

Dudağıma filtre değmeksizin tastamam iki hafta geçti.

Üstelik 10 gündür filan nonstop Sezen Aksu’nun Bahane’sini dinliyorum.

Bizim afacan tayfasının, en müzik delisi elemanı Suat arkamdan yaklaştı ve ‘Bu kadar gündür Sezen dinliyorsun ve hiç mi sigara içmedin yani?’ diye sordu.

O an liyakat madalyasını hak ettiğimi fark ettim. ‘Hayır’ dedim ‘bir tane bile...’

‘Gerçekten mi?’ diye sordu Suat inanamaz hállerde; ‘İkide bile mi?’

‘Valla’ dedim, ‘ikide bile...’

İki dediği, ikinci şarkı: Eskidendi, Çok Eskiden...

Murathan Mungan’ın ciğer dağlayan, insanı ağlatmadan şurdan şuraya bırakmayan şiiri ve Atilla Özdemiroğlu’nun boğaz düğümleyen müziği...

Bahane, çok acayip bir albüm... Öyle böyle değil, muhteşem...

İlk dinlediğimde ‘Nasıl yani? Bekle bekle, bu mudur?’ dediğime inanamıyorum ama öyle demiştim.

‘Hııı, güzel albüm, yani Sezen Aksu klásikleri arasına girer mi bilmem ama fena değil...’ Buydu yani, ilk tepkim...

Dinledikçe aşka düştüm; en sevdiğim üç albümü arasına rahat yerleştiririm.

Fakat sigarasız efkárlı Sezen şarkıları dinlemek, hani neredeyse sigarasız yazı yazmaktan bile zor be...

‘Hani erken inerdi karanlık / Hani yağmur yağardı inceden / Hani okuldan, işten dönerken / Işıklar yanardı evlerde / Hani ay herkese gülümserken / Mevsimler kimseyi dinlemezken / Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken / Hani herkes arkadaş / Hani oyunlar sürerken / Hani çerçeveler boş / Hani körkütük sarhoş gençliğimizden / Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken / Eskidendi, eskidendi, çok eskiden...’

Gel de bu şarkıyı dinlerken bir sigara tellendirme...

17 Mart 2005 / İzmir:

Evet efendim; bir aylık bir antraktın ardından tekrar sigara içmeye başladım.

Fakat mevzuun mızıkçısı ben değilim; ahde vefasızlık etmedim.

Hayvan tayfasının en zayıf halkası, İstanbul’dan nedamet telefonu açtı: ‘Şu anda elimde sigara var. Döndüm kardeşim.’

‘Aaaah’ dedim; ‘Zayıf iradesine kurban olduğum, şahane biraderim; gözlerinden ve zavallı aciz tabiatından muhabbetle öperim. Bizim iddia maldon oldu yani; OHHH BE!’

Bu diyaloğun üzerine bir sigara bulup yakmam üç saniye almış mıdır?

Ve o sigarayı yakar yakmaz, dalga geçer gibi televizyonda Eskiden, Çok Eskiden’in klibi belirmemiş midir?

Allah’ın şanslı kulu muyum, lánetli kulu muyum bilemeyeceğim ama yukarılarda birileri benimle fena hálde maytap geçiyor, orası kesin...

Eskidendi, Çok Eskiden’in klibi, 50 kişilik ekiple, yaklaşık 100 bin dolarlık bütçeyle ve 16 mm.’lik filme çekilmiş bir Uğur Yücel ‘eser’i...

Olağanüstü bir oyuncu olmanın yanı sıra, müthiş de bir yönetmen olan (Yazı-Tura, zannımca bu yılın en iyi filmlerindendi.) Uğur Yücel’in Kars ve Ardahan’da çektiği kareler, ayrı bir şiir...

Aksu, otel balkonunda, tren istasyonunda, karla kaplı iskelede, donmuş Çıldır Gölü’nün üzerinde ilerleyen faytonda, Ani Harabeleri’nde, Arpa Çayı’nda seyreden atlı kızakta şarkısını terennüm ediyor.

Bembeyaz karın ortasında, kıpkırmızı paltosuyla, eskiden, çok eskiden açılmış kanlı bir yara gibi dile geliyor:

‘Ay usul, yıldızlar eski / Hatıralar gökyüzü gibi / Gitmiyor üstümüzden / Geçen geçti / Geçen geçti / Hadi geceyi söndür kalbim, uykusuzluk vakti / Gençlik de geceler gibi eskidendi...’

20 Mart 2005 / İzmir-İstanbul yolu:

Yine araf, yine araf... Bu gelmeler, bu gitmeler, yaş ilerledikçe insana sanki daha bir koyuyor.

Altı üstü iki şehir arası bir seyir. Yolda Sezen dinleyince, yarattığı efekt, sanki her seferinde daha da incelen bir Sırat Köprüsü kat etmek...

Ordayken burayı, burdayken orayı; ve her daim geçmişi özlemek, özlemek, özlemek:

‘Hani herkes arkadaş / Hani oyunlar sürerken / Kimse bize ihanet etmemiş / Biz kimseyi aldatmamışken / Hani biz kimseye küsmemiş / Hani hiçkimse ölmemişken / Eskidendi, çok eskiden...’

24 Mart 2005 / İstanbul:

Hálá durmaksızın Bahane’yi dinliyorum.

Arada başka bir şey dinlemek şöyle dursun, bir yandan bir sonraki şarkıyı dinlemek için sabırsızlanırken, bir yandan da her bitmek üzere olan şarkıyı panik hálinde başa almak istiyorum.

Toparlanmak şöyle dursun, dağıldıkça dağılıyorum. Tebdil-i Mekán’da dediği gibi Sezen Aksu’nun:

‘Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi / Valizimde taşıyorum keşkelerimi, bilelerimi / Havalanmıyor, oyalanmıyor ruhum ne çare / Üstüne hasretle dolduruyorum filelerimi / Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor / Kelimelere itimadım kalmadı, işim çok zor / İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi / Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor / Tebdil-i mekánda ferahlık yokmuş aslında / Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında...’

Oysa, var da bir yandan... Ferahlık yani...

Temiz temiz gitmiş, durmuş, dönmüş, gelmişim...

Yine de seyyah olup dünyayı dolaşsam, şu İzmir-İstanbul seferleri kadar sarsar mı, şüpheliyim.

Fakat bir şeyden adım gibi eminim: Her dem Sezen... O kadar...

Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle...

Her Sezen albümü, bir başka ‘en sevdiğim albümlerden biri ...’

Ve bu galiba benim en sevdiğim Sezen albümü... Diğer birkaç albümü gibi...
Yazarın Tüm Yazıları