Açıkhava’ya bir çentik daha

Nick Cave & The Bad Seeds’in Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği ilk konserden sonra, hemen konser mekânının karşısındaki restorandayız.

Avrupa turnesinin son ayağı İstanbul olduğundan, bu konserden sonra ABD turnesine kadar bir ay tatil yapacaklarından Kötü Tohumlar’ın büyük bölümü sevgilileri, eşleriyle gelmiş.
Restoranın bahçesinde büyük ve ağır bir masa.
Şansımı zorlamışım, Pelin Opçin’e ve Görgün Taner’e türlü şebeklikler yapmışım ve bu sayede masada ben de “rehber” kontenjanından oturmaktayım.
Fakat sözümün eriyim.
Rehberlik yapıyorum.
Yanımda oturan kemancı elemana “Bu akşam çaldığınız sahne pek çok efsaneyi ağırladı sizden önce de...” diyorum ve seyrettiğim isimleri sıralamaya başlıyorum:
“Bob Dylan, Miles Davis, Herbie Hancock, Carlos Santana, Laurie Anderson, Gillespie...”
Kemancı, umduğumdan daha büyük bir hayret tepkisi veriyor.
Masadaki Blixa’yı dürterek filan “Miles Davis çalmış bu sahnede...” diyor.
Gecenin kalan kısmında kemancıya Açıkhava Tiyatrosu’nun gelmiş geçmiş bütün ‘line-up’ını hatırladığım kadarıyla anlatıyorum.
Çocuklarına Türk bayrağı baskılı tişörtler ve küçük fesler almış olan ve nedense onları yanında gezdiren Nick Cave “Dylan ne zaman çalmıştı?” diye arada muhabbete girip çıkıyor.
Tuhaf bir şekilde Açıkhava Tiyatrosu’yla, binayla, tesisle gurur duymaya başlıyorum.

Çarşamba gecesi, Açıkhava’nın eski ve güzel duvar taşlarına bir efsane daha eklendi: Leonard Cohen.
Kalbimdeki müzik listesine bir çentik daha atmış oldum.
Cohen yıllardır beklediğimiz gibi, tam istediğimiz, hayal ettiğimiz gibi sihir yaratıyor.
Derinden gelen tok sesi geceyi örtüyor.
Sadece kayıttaki dijital cihaz ekranları ve sahnedeki ışık huzmesinin altındaki ince bedeni kalıyor zihnimde.

İKSV ve BKM bildiğim kadarıyla zarar etmeyi göze alarak, zarar edeceklerini bilerek, neredeyse kahramanca yaptılar bu konseri.
İstanbullu müzikseverler, davetiyesiz konsere gelmeyenler bile günümüz şartlarına göre pahalı sayılabilecek biletleri alarak elini taşın altına soktu fakat tahminimce yine de zarar edildi.
Namımız yürüsün, uğraşanlara teşekkür etmek gerek.

Konser çıkışında Oray Eğin’le beraber Al-Jamal adlı mekâna kadar beraber yürüdük.
Sedat Ergin “Cohen çıkışı Al-Jamal’e gittiğinizi herkese söyleyeceğim!” dedi.
“Söyle ağbi, ben de olsam söylerdim” diyebildim.
Konser kalabalığı dağılana kadar beklemek üzere en yakın alkol noktası olan Al-Jamal’e demir atmış arkadaşlarımla buluştum.
Cohen sonrası bekârlığa veda partisinde göbek atan kızlar haliyle bir kültür şoku yaratıyor.
“Mühim olan bu ortamda bile Cohen gibi durabilmek olmalı” diye düşünerek kendime çekidüzen verdim.
İçinde tekne çarpsa batıracak büyüklükte bir buz kütlesi barındıran bordo renkli içeceği Cohen için kaldırdım.
Ve Açıkhava’nın gelmiş geçmiş tüm efsaneleri anısına.
Bence Açıkhava’da bundan böyle çalacak müzisyenlerin kuliste görecekleri şekilde, bu eski ve mühim sahnenin eski misafirlerinin isimleri/resimleri filan sergilenmeli.
Dostumuz Açıkhava bu kadar pohpohlanmayı fazlasıyla hak ediyor.
Leonard Cohen ha?..
Kaldı geriye Tom Waits.
Efsane konser.
Bir gün mutlaka...
Yazarın Tüm Yazıları