AB'de nereye ?

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Türkiye'nin AB üyelik perspektifine ilişkin karara on altı gün kala Ankara - Brüksel parkurundaki tıkanıklıkta herhangi bir iyileşme olmadı.

Önceki gün Belçika başkentinde bir araya gelen Topluluk dışişleri bakanları geçen hafta Lüksemburg zirvesinde netleşen zıtlaşmayı aşamadılar.

Yunanistan temsilcisi Teodoros Pangalos ülkesinin her zamanki uzlaşmaz tutumunu yineledi ve tüm aday devletleri kapsayacak muhtemel bir ‘‘Daimi Konferans’’a Türkiye'nin de katılmasını Atina'nın bildik şartlarına bağladı.

Dışarıdan bakıldığında, Avrupa Birliği'ndeki kilitlenmenin yine ebedi bir Türk - Yunan çatışmasından kaynaklandığı izlenimi doğdu.

* * *

ANCAK, yukarıdaki saptamada kısmi doğruluk payı olsa da sorun bu kadar klasik ve alışıldık bir şemaya indirgenecek ölçüde basit değil.

Birincisi, velev ki Batı Komşumuz bizi ‘‘Daimi Konferans’’a ala ve valayla davet edecek dahi olsa Türkiye söz konusu ‘‘Konferans’’a fazla değer biçmiyor.

Ankara diplomasisi, içi oturaklı bir muhteviyat taşımayan ve şekilciliği çok fazla aşmayan böyle bir foruma son derece soğuk yaklaşıyor.

Hele hele, diğer adaylardan farklı muamele göreceği ve ‘‘fasulyeden’’ bir statüyle oturacağı koltuğa ilişmeyeceğini vurguluyor. Azamiyetçi davranıyor.

Oysa artık kesin olan şu ki AB'nin Türkiye'ye verebileceği şey bu platformla sınırlı kalacaktır. Almanya daha ileri bir angajmana girmeyecektir.

Dolayısıyla, pazartesi günkü oturum sırasında kendisini eleştiren Federal Dışişleri Bakanı Kinkel'e basın toplantısında, ‘‘Bazı üyeler bizim sırtımızdan siyaset yapıyor. Halbuki Yunanistan tavır değiştirirse kendileri zor durumda kalacaklar’’ cümleleriyle cevap veren Pangalos gerçeğe o kadar uzak düşmüyor.

İşte bu yüzden de, Batı basını dahil dışarıya yine ‘‘Türk - Yunan dalaşı’’ olarak yansıyan Ortak Pazar krizi özünde çok daha geniş bir zemini kapsıyor.

Sorun, Türkiye'nin ‘‘Avrupa ütopyası’’nda yer almak talebine bizzat Avrupa'nın nasıl bir cevap vereceği noktasında düğümleniyor.

* * *

AVRUPA bu cevabı 12 Aralık'taki Genişleme Zirvesi'nde vermek istemiyor.

AB ülkelerinin ezici çoğunluğu Ankara'nın mevcut koşullar altında ve kısa - orta vadede Topluluk başkenti olamayacağı fikrinde birleşse dahi, stratejik kaygılardan dolayı bunu şimdiki aşamada telaffuz etmeyi gereksiz buluyor.

Zaten, biraz Türkiye için düşünülmüş olan ‘‘Daimi Konferans’’ın ortaya çıkışı bile bu ‘‘cevapsızlık siyasetinin’’ bir yansımasını oluşturuyor.

Eğer Ankara söz konusu forumda yer almazsa ‘‘Konferans’’ın diğer adaylar için de suya düşmesi önemli bir ihtimal olarak şekilleniyor.

Dolayısıyla, mevcut krizin aşılabilmesinin esas ve belki yegâne şartı, Türkiye'nin, Topluluk'un ‘‘cevapsızlık siyasetini’’ benimsemesinden geçiyor.

Ankara buna ‘‘okey’’ dediği takdirde de ‘‘cevapsızlığın’’ nasıl formüle edilebileceği diplomatik bir pazarlık konusu olarak kalıyor.

Lüksemburg Başbakanı Junker ve Dışişleri Bakanı Poos'un yarın Başkente getireceği ‘‘plan’’ da işte bu diplomatik formüller çerçevesinde yer alıyor.

* * *

TÜRKİYE ‘‘illa şimdi cevap’’ diye dayatmalı mı ?

Bana göre hayır !..

Böylesine bir dayatma durumunda iplerin kopması ihtimali yüksek olacaktır.

‘‘Avrupa ütopyası’’ defteri de uzun süre için kapanacaktır.

Mevcut güç dengesi Ankara'nın ‘‘cevapsızlık siyasetini’’ kabullenmesini, ancak bunun formülasyonunda diplomatik pazarlık yapmasını gerektirmektedir.

12 Aralık'a kadar kalan on altı günde aklı selimin ağır basması dileğiyle.

Yazarın Tüm Yazıları