ABD 150 milyar dolar dağıtsa, gelir dağılımı düzelir

KÜRESELLEŞME iktisadi açıdan dünyanın bir bölümünün refahını hızla artırdı. Bir bölüm ise çeşitli nedenlerle küreselleşmeden nasibini alamadı. Dünyanın bir bölümü tüketim içinde boğulurken, diğer bölümü temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda.

Kısacası, dünyada gelir bölüşümü hızla bozuluyor. Fakirler zenginlerden yeteri kadar yardım alamıyorlar. Fakir ülkelerin borç yüklerini hafifletmek için devreye sokulmak istenen mekanizmalar çalışmadı. Faturayı kimse ödemek istemedi.

FAYDA-MALİYET

Bölüşümün bu denli bozulduğu bir ortamda zenginlerin fakirlerle beraber rahat yaşayabilme olanağı da giderek kayboluyor. Çeşitli yerlerde gösteri yapan ‘‘küreselleşme karşıtları’’ çok yanlış olarak küreselleşmenin durmasını istemek yerine küreselleşmenin nimetlerinin fakir ülkelere de yansımalarını istemesi gerekiyor.

Sorun masaya bu şekilde konulduğunda, çeşitli çevrelerden olumlu tepkiler de geliyor. Örneğin, Dünya Bankası Başkanı küreselleşme karşıtlarının liderleri ile görüşüp, konu bu şekilde ortaya konulduğunda, onları anlayabildiğini söylüyor.

Orta-uzun dönemde 11 Eylül'ü yaratan nedenler ancak dünyadaki gelir dağılımının daha rahatsız edici boyutlara getirildiğinde ortadan kalmaya başlayacaktır. Aksi taktirde, ‘‘Olmayanların’’ yaşadıkları sıkıntılar ‘‘olanların’’ yaşamlarını tehdit etmeye devam edecektir. İktisadi yaklaşımlarla uluslararası terörizm ancak uluslararası dayanışma ile önlenebilecektir. Askeri çözüm her zaman sınırlı kalmaya mahkumdur.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşmiş Milletler Örgütü', IMF'yi ve Dünya Bankası'nı kuran siyasi zihniyet Amerika'da Marshall Yardımı gibi bir programın başlamasına da öncülük etti. Savaştan yıkılan ve/veya gelişmemiş ekonomilerin onarımı gündeme getirildi. Kurumsal bazda onarımız devamlılığı benimsendi.

Yapılanlardan herkes faydalandı. Savaş sonrası onarımın maliyetini üstlenen Amerika daha önce hiç görmediği, daha sonra da hiç göremeyeceği bir ekonomik büyüme sürecine girdi. Onarılan ülkeler de çok kısa sürede yeniden kendi ayakları üzerinde durabilecek hale geldiler. Bizim gibi ülkeler de tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine bu dönemde ilk adımlarını atmaya başladı. Programdan kaybeden yoktu. Herkes kazandı.

Amerika o dönemde her yıl milli gelirinin yaklaşık yüzde birini dünyanın onarımına harcadı. Ama, her yıl yüzde 5'in üzerinde büyüyerek harcadığının çok üzerinde getiri elde etti. Keşke, bu gerçek Birinci Dünya Savaşı sonrasında Keynes gibi entelektüellerin dışında da fark edilebilseydi de, İkinci Dünya Savaşı çıkmasaydı.

ÖNCE EKONOMİ

Bugünün rakamlarıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, Amerika'nın yılda 100 milyar dolar civarında bir fonu küreselleşmeden yeteri kadar pay alamayanlara dağıtması küçümsenmeyecek katkılar sağlayacaktır. Böyle bir kampanyaya Avrupa ülkeleri ve Japonya da katılabilir. Yıllık bazda 150 milyar dolarlık bir fonun fakir ülkelerin kalkınmasına harcanması dünyadaki gelir dağılımını kalıcı bir biçimde düzeltebilecektir. Düzeltemese dahi, ‘‘olmayanların’’ ‘‘olanlara’’ karşı tepkisi değişecektir. O ülkelerde demokratik rejimlerin hayata geçmesi kolaylaşacaktır. Kabul edilmelidir ki, ekonomi her şeyden önde gelmektedir.

Daha az fakir bir dünya zenginlerin daha da rahat yaşamasına imkan verecektir. Amerika'da bunu gören düşünürlerin sayısı giderek artıyor. Şimdi, 1940'larda olduğu gibi, bu gerçeği görebilecek ve uygulayabilecek Amerikalı siyasetçilere ihtiyacımız var.
Yazarın Tüm Yazıları