AB’yi değil, kendimizi aldatıyoruz

Fikir özgürlüğü ve işkenceyi önlemek için çıkarılan yasalar yine gizli tuzaklarla dolu. Küçük oyunlarla AB’nin gözünü boyayacağımızı sanıyoruz. Artık, “terörist” ile görüşünü açıklayanı ayırabilmeli, işkenceci memuru da cezalandırabilmeliyiz.

2002 yılında Türkiye AB şansını kullanacak. Eğer bu yıl içinde Kopenhag kriterlerine uyum sağlayabilirse, AB ile tam üyelik müzakerelerine başlama tarihini kesinleştirebilecek. 2002 bu açıdan Türkiye için son şans diyebiliriz.

2003-2004 arasında tam üyelik müzakerelerine başlayabildiği taktirde, AB yolunda önemli bir mesafe alınmış olunacak. Eğer bu tarih kaçırılırsa, en az 10-15 yıllık bir bekleme dönemine girilecektir.

Bu fırsatı kaçırmamanın yolu da, Kopenhag kriterlerine uyum yasalarına tam uyum sağlamaktan geçmektedir. Şark kurnazlığına baş vurmadan, Türk usulü muğlaklıklarla işin içinden kurtulmaya çalışmadan uyum yasalarını gerçekleştirmemiz gerekmektedir.

Bu yasalar Türkiye için konulmamıştır.

Bu yasalarla ödün verilmemektedir.

Bu yasalarla, bütün Avrupa ülkelerinde geçerli olan hukuk düzenine uyum sağlanacaktır. Eğer gerçekten AB’ye katılmak isteniyorsa, bu uyumu Türkiye’nin de gerçekleştirmesi şarttır.

Oysa biz hala “kaçak” oynuyoruz.

Yapar gibi yapıyoruz, oysa yapmıyoruz.

En basit örneği, idam cezasını kaldırmak için seçilen yöntem. Uyum sağlamak amacıyla, sırf Öcalan’ı idam etme yetkisini hala elimizde tuttuğumuzu göstermek için yapılan yasa değişikliği, AB normlarına uymamızı sağlamadığı gibi, amacına da ulaşamadı. Zira Türkiye, (hangi hükümet olursa olsun) Öcalan’ı idam etme imkanını çoktan kaçırdı. Hiç değilse, AB’ye tam uyacak bir değişikliğe gidilmiş olsaydı, onca çaba bir işe yarardı.

Şimdi aynı durum, hazırlanan mini pakette karşımıza çıkıyor.

TERÖR İLE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ FARKI…

İfade özgürlüğü konusunda hala kıvırtıyoruz. Bir türlü, fikir özgürlüğünün sınırlarını saptayamıyoruz. Neyin “terörü teşvik” olacağını, neyin ifade özgürlüğü içinde kalacağını ortaya çıkaramıyoruz veya çıkartmak istemiyoruz.

Oysa, AB normları çok açık.

Siz “Kürt halkı eziliyor. Hakkını aramalıdır” dediğiniz taktirde, suç yaratmıyor. Fikir özgürlüğü sayılıyor.

Eğer “Kürt halkı silahlanmalı ve ayaklanmalı” derseniz, bu terörü teşvik sayılıyor ve ceza veriliyor.

Biz ne yapıyoruz?

Örneğin, 312’ye getirilen değişiklikte her tarafa çekilecek bir cümle var. Teröre yardım ile Fikir Özgürlüğü arasındaki çizgiyi kesinleştirmek yerine, durumu daha da muğlaklaştırıyor.

Buna göre, eğer açıklanan bir fikir “kamu düzenini bozma olasılığı” taşıyorsa (!) teröre destek sağlamak anlamına gelecek ve cezalandırılacak.

Şimdi size sormak isterim…

Bu “olasılık” konusunda yargıç nasıl karar verecek? Yargıtay’ın, birbirinden katı ve kısıtlayıcı içtihad’larına bakacak.

Özetle, pratikte hiçbirşey değişmeyecek.

AB’ye uyum sağlayamamış olacağız.

İŞKENCECİ CEZA GÖRMEDİKÇE…

Aynı durum işkence konusunda yaşanıyor.

Gözaltı süresi –işkenceyi önleyebilmek amacıyla- dört güne indirildi. Ancak, sorun yine de çözülemiyor. Zira zaman içinde, işkencecileri cezalandırmama kültürü oluştu.

Memur Muhakemat yasasındaki 99 değişimi yetersiz kaldı. Işkence yapan güvenlik mensubu hala korunuyor. Mahkemeye yollanmıyorlar. Üstler astları koruyor.

Memur Muhakemat yasası temelden değişip, AB koşullarına uyum sağlamadan da bu konuyu çözemeyiz. Yarı ölçü ile olmuyor.

Insan Hakları Mahkemesi (IHM) kararlarına uyum konusundaki MHP itirazı da bir başka engel. İmzalanan anlaşma çok açık. Eğer IHM Türkiye aleyhinde bir karar verirse, ya tazminat ödenecek veya yargılama yeniden yapılacak. Bunun orta yolu yok.

MHP istediği kadar dirensin. Bu tutumlarıyla sadece Türkiye’yi geciktiriyorlar, o kadar. Sonunda yasalar yeniden değişecek ve Avrupa ortak Düzenine katılacağız.

Bu açılardan, 2002’nin en önemli gündem maddesi Ana Dilde Yayın Hakkı olacak.

2002’de artık tüm eski kavramları bir yana bırakıp, yepyeni bir yaklaşımla ortaya çıkmalı ve bu kritik yılı kazanmalıyız.

Türkiye bunu başarırsa çok şey kazanacaktır.

Merak ediyorsanız, yarın bu köşe’de yine buluşalım…


* * *

32 EKİBİNİN AÇIKLAMASI

3 Ocak 2002 tarihli Hürriyet gazetesinde bir yazarın 32.GÜN hakkında kasıtlı iddiaları gerçekleri yansıtmamaktadır.

1. 32.GÜN sık sık gerçekleştirilen Üniversite “Tartışmanın Kalbinde” programlarında gençliğin ve belli sektörlerin sorunlarını kamuoyuna duyurmaktadır. Örneğin 2001 yılı içinde gerçkelşitireyen Ankara Üniversitesinde Rektörler programı, Kapalışarşıda gerçekleştirilen esnaf programı ve aynı tip diğer programlar sorunları kamuoyuna yansıtmıştır.

2. 32.GÜN’ün yayınlandığı kanal ile varılan görüş birliği çerçevesinde, ekonomik kriz döneminde Anadolu sanayicisinin ve esnafın sorunlarını aktarmayı hedefleyen 6 program için, geçen yıl 6 ilin Ticaret ve Sanayi odalarına bulundukları bölgedeki iş çevrelerinin sorunlarını yansıtmayı amaçlayan program önerisinde bulunulmuştur. Günün ekonomik koşullarında İstanbul ve Ankara dışında çekilecek programların gerçekleşebilmesi ancak ortaya çıkacak harcamaların bir veya birkaç sponsor tarafından karşılanması zorunluluğunu getirmiştir. Odalara bu durum da bildirilmiş ve bölgede sponsor bulmaları durumunda programın yapılabileceği belirtilmiştir.

3. Bu programlar gerçekleştirilememiştir. Gerçekleştirilmiş olsaydı sporsorlar programların masraflarını karşılayacaklardı. Yani, program için yapılacak olan 3 kameralı yayın arabası, kameramanlar, ses-ışık ve yardımcı kadrolarıyla 10-12 kişilik ekibin seyahat-konaklama dahil olmak üzere tüm giderleri, uydu harcamasının tamamı bu rakkamdan karşılanacaktı. Yazarın ileri sürdüğü gibi bu para (tekrar ediyoruz) masraflarla ilgili olarak alınacaktı.

4. Sözü geçen yazarın belirttiği gibi sponsordan alınacak miktar 32.GÜN’e ek gelir sağlamayacak, çekimin prodüksiyon ve teknik harcamalarını karşılayacaktı. Bugün hemen hemen tüm programlar sporsor ile harcamalarını karşılarken 32.GÜN’ün yaptığı bu önerinin ne gibi bir anormalliği olduğunu anlayamadık.
Yazarın Tüm Yazıları